Muhalefeti de özlemişiz!

Dün Meclis'te CHP ve AKP'nin karşılıklı konuşmaları güzeldi ve ilgiyle izlendi. Biraz da soru-cevap havasında geçen, yapıcı, karşılıklı saygı içeren konuşmaları dinlerken Parlamentoda düzgün bir "muhalefeft'in ne kadar gerekli ve gecen dönemde CHP'nin Meclis'te olmayışının ne büyük eksiklik olduğunu düşündüm.

Haberin Devamı

Dün Meclis'te CHP ve AKP'nin karşılıklı konuşmaları güzeldi ve ilgiyle izlendi. Biraz da soru-cevap havasında geçen, yapıcı, karşılıklı saygı içeren konuşmaları dinlerken Parlamentoda düzgün bir "muhalefeft'in ne kadar gerekli ve gecen dönemde CHP'nin Meclis'te olmayışının ne büyük eksiklik olduğunu düşündüm.

Uzun süredir Deniz Baykal'ın dünkü konuşması kadar net ve derli toplu bir "muhalefet konuşmasına" hasret kalmışız. Giden muhalefet kendi kendiyle ve diğer muhalefet partileriyle kavgadan bu işlere pek vakit bulamadı.
Başbakan Abdullah Gül kendi konuşmasında, Baykal'ın söyledikleri arasında en önemli gördüğü konunun "Anayasa'da yapılacak değişiklik" olduğunu açıkladı ama aslında o sözlerdeki en önemli konu seçim öncesinde de sonrasında olduğu gibi dokunulmazlıkların kaldırılması idi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kısaca şöyle dedi;
"Yolsuzlukla itham edildiyseniz kaçmayacaksınız, halkın karşısına çıkacak hesap vereceksiniz. Kasımpaşalılık budur.
Aklanmaları engelliyorsanız, bu siyasetçilerin suçluluklarını kabul ediyorsunuz demektir. Seçim döneminde 'acil eylem plânı' diye verilen sözlerden dönülmeye başlandı. Sadece lojmanlarla, boş sözlerle, vaadlerle bir hükümet saygınlık kazanamaz. Halk sizi yolsuzluğu ve yoksulluğu önleyesiniz diye oraya getirdi. Bu hükümetin başlangıcı ne yazık ki iyi bir başlangıç olmadı. "
Baykal, devlet zirvesindeki inatlaşmalara değindikten ve AKP'nin programının neredeyse tamamına yönelik eleştirileri ile önerilerini tamamladıktan sonra sözlerini şöyle bitirdi:
"İktidarda da olsak, muhalefette de olsak bu taleplerin takipçisi olacağız... "
Daha ilk günlerde yaptığı başarılı muhalefeti, iyi hazırlandığı konuşmasını takdir ettiğim CHP Genel Başkanı'nı seçim öncesi "CHP olarak herkese kucak açmadınız. Burnunuzu havaya kaldırdınız. Kadınlara liste başlarında yer vermediniz" diye defalarca eleştirmiş ve "Birçok kişi size kerhen oy verecek" demiştim.
Tayyip Erdoğan'la birlikte katıldığı "Seçim Arenası programından sonra ise karşılaşmanın bir galibi vardı; Deniz Baykal. Çünkü onun özüyle sözü birbirini tutuyor" diye yazmıştım.
Gerektiğinde bütün genel başkanlara eleştirilerimizi yapıyor, takdir edilecek bir durumda da görüşlerimizi bildiriyoruz. Bu konuşmaları dinledikten sonra "özüyle sözü bir" tanımında yanılmamış olduğumu anladım.
AKP'li konuşmacıların kendileri de yolsuzlukların yoksulluğa etki eden nedenlerden biri olduğunu açıkladıktan, bunların üstüne gidileceğini, şeffaflığa önem verdiklerini söylemekle birlikte hiçbiri açıkça "Bu nedenle ilk iş olarak dokunulmazlıkları kaldıracağız" diyemediler. Aynen Genel Başkanlarının söz vermiş olmasına rağmen işine gelmeyen konuları "gündemimde yok" diyerek geçiştirmesi gibi geçiştirdiler. Başbakan'ın konuşmasında da yine ılımlı, güleryüzlü ve gerilim yaratmama cabası görülmekle birlikte dokunulmazlık dahil birçok konu da netlikten, açıklıktan uzaktı.
Örneğin; "Biz de hesap vereceğiz" diyor, "nasıl?" sorusunun cevabı yok.
"İnsanların haber alma özgürlüğü ile ilgili kanun çıkaracağız" diyor ama öte yanda ilk günden basın özgürlüğünden rahatsız bir tutum içindeler.
Kısacası; özellikle siyasetçilerin, koca bir toplumu yönetmeye kalkanların özüyle sözünün birbirini tutması çok önemli.
Gerçekten de asıl Kasımpaşalılık Avrupa ülkelerine gözdağı veren konuşmalardan değil (çünkü takmazlar ancak güldürür) tutarlılıktan, sözünde durmaktan geçiyor.

Kadına karşı şiddet
Toplum yıllardan beri gelen giden hükümetler tarafından birbirinden ayrılamaz hale getirilen "din-siyaset" ilişkisiyle öyle bir hale getirildi ki ortaya çıkan çelişkili görüntü nasıl düzeltilecek akıl-sır ermiyor.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü'nde bana Nazmiye isimli bir okurum tarafından gönderilen mail ile HADEP Kadın Kolları Başkanı Fatma Kurtulan'ın sözleri bu çelişkiyi açıkça göstermekte.
Nazmiye Hanım'ın yazdıklarından bir bölüm şöyle; "3 Kasım seçimlerinde yine yok sayılan ve siyasette söz sahibi olamayan kadınlar.
Kurulan her hükümetin vitrininde, AB'ye giden yolda çanta gibi taşınan modern görünümlü kadınlar. Diğer tarafta dayatılan, yeniden bayraklaştırılan türban. Bütün bunlar kadına yönelik şiddet değil mi? Benim içimi acıtıyor yaşadıklarımız. Bu şiddeti hissediyorum. Kadının, kadın kimliğinin sömürülmesini reddediyorum.. "
Ve HADEP K. K Başkanı'nın sözleri:
'Türban üzerinde yaratılan şiddetin sona erdirilmesini ve bu konuda yaratılan mağduriyetlerin giderilmesini talep ediyorum. "
Herkesin kendine göre bir şiddet tanımı var. İçinden çıkılacak gibi değil!
TV'de Başbakan'ın ve diğer AKP'lilerin konuşmalarını dinleyen bir arkadaşım arayarak şöyle dedi;
"Hiçbir söyleneni kaçırmadım, kulak kesilerek tüm konuşmaları
dinledim. O kadar çok 'Bu memleket hepimizin. Birlikte, elele kalkındıracağız' dediler ve yapacaklarına net bir kaynak açıklamadılar ki anladığım kadarıyla kaynak yine biziz. Sen ne dersin?"
Ne diyeceğim, galiba o da haklı!

Biraz saygı!
Şu kılık kıyafet işinin bir ortası olmalı... "Ölçü" denen bir şey. Örneğin; hiç değilse Ramazan ayında sanatçısı da, TV sunucusu da kılık kıyafetine biraz özen göstermeli. Rekabet edeceğim, reyting veya reklâm yapacağım diye kombinezon benzen kıyafetlerle sahneye çıkmak, fotoğraflara poz vermek veya acık saçık kıyafetlerle pavyon yıldızı makyajıyla sohbet programlarına, panellere katılmak ölçü bilmemektir. Topluma, izleyiciye saygısızlıktır. Nedense "kraldan çok kralcı",
"Avrupalıdan çok Avrupalı" olmaya bayılıyoruz.
Madonna bile kendine çeki düzen verdi, bizimkiler çıplaklar kampında gibi. Bu saygısızlık ülke siyasetini dahi etkiliyor.
Üstelik insanlara çıplak görmekten fenalık geldi.
Toparlanın artık.

DİĞER YENİ YAZILAR