Sağduyuya davet... Kim inanır?

Dün yazıma başladığım sıralarda Diyarbakır'da "savaş" yeniden başlamıştı. Televizyondan izlediğim görüntülerin Irak'ta Amerikalı askerlere karşı savaşan halkın görüntülerinden tek bir farkı vardı; ellerindeki taşlarla arabalara, mağazalara saldıranların hemen hepsinin 15-16 yaşında çocuklar olması...

Haberin Devamı

Dün yazıma başladığım sıralarda Diyarbakır'da "savaş" yeniden başlamıştı. Televizyondan izlediğim görüntülerin Irak'ta Amerikalı askerlere karşı savaşan halkın görüntülerinden tek bir farkı vardı; ellerindeki taşlarla arabalara, mağazalara saldıranların hemen hepsinin 15-16 yaşında çocuklar olması...

Birilerinin onları yönlendirdiği, bunun mazeret aranacak bir isyan filân olmadığı apaçık ortadaydı. Biraz sonra spiker DTP'li (Demokratik Toplum Partisi) belediye başkanlarının çözüm için toplandıklarını, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in ise "halkı sağduyuya davet ettiğini" söyledi... Kim inanır? Kim dinler? Siz olsanız içten olmadığını bildiğiniz, samimiyetsizlik kokan, zorla yapılmış bir davete katılır mısınız?

Daveti yapanın önce kendisinin o sağduyuya sahip olması, insanları provoke etmekten kaçınması, görevinin sorumluluğunu taşıyarak ülkesinin huzurunu, bütünlüğünü gözeterek çalışması ve konuşması gerekir.

Yardımsever AB
Osman Baydemir'in Türkiye ve Avrupa'da yaptığı her konuşma devletle kavga, devleri şikayet, kışkırtma ve çözümsüzlük içeriyor. Her konuşmada sükûnet içinde bir uzlaşma değil adeta çıkarılacak olaylar için bir tehdit ve bu tehditler konusunda (zaten yardıma hazır bekleyen) Avrupa'yı da arkasına alma isteği görülüyor. O ve kendisi gibi davranan diğer belediye başkanları tartışmalarda bile "demokratik çözüm" arayışlarına alaycı gülümsemelerle cevap veriyorlar. Kısacası Ermeni diasporasına benzer şekilde "Biz ne istersek onu dayatacağız, herkes de kabul edecek. Çözüm bu!" havası içindeler.

Nedir istedikleri peki? PKK işaret verir vermez sokaklara dökülen çoluk çocuğu şantaj malzemesi olarak kullanmak mı?

Orduyu veya polisi mecburen ortaya çıkarıp onlarla karşı karşıya getirmek mi?

Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesi'nde belediye başkanlarının PKK'yla ve Roj TV'yle ortak çalışması mı söz konusudur?

Nevruz ve Apo şovu
VATAN haber muhabirleri Nevruz'da Güneydoğu'daydılar. Anlattıklarına göre bu kez göstericilerin elindeki binlerce Apo fotoğrafına ve etrafta PKK bayraklarının dalgalanmasına hiçbir itiraz gelmemişti... Bu kutlama şeklini çizen ise PKK'ydı.

15 Mart günü Nevruz'un nasıl geçmesi gerektiği PKK'nın sitesinde duyuruldu. Nevruz, alanlarda 'çatışmasız' ama "Abdullah Öcalan'a özgürlük" sloganıyla ayaklanma biçiminde kutlanacaktı.

Bu format aynen uygulandı, "legal" bir ayaklanma tablosu sunuldu ve hiç kimseden ses çıkmadı. Başta Diyarbakır olmak üzere illerde yapılan gösterilerde kurulan platformların, bayrak ve pankartların parası ise belediyelerden, aynen bugün Diyarbakır olaylarında yakılarak, yıkılarak verilen zarar gibi milletin cebinden çıktı.

Bunlara göz yuman ve hatta teşvik eden belediye başkanları sonra da alay eder gibi halkı sağduyuya davet ediyorlar, trajikomik değil mi?

Diyarbakır'da Roj TV'nin talimatıyla başlayan olayların ilk adımı Nevruz'da atılmıştı. Bugün filmin ikinci yansını izlemekteyiz.

Unutmayalım, geçen yıl Mersin'deki bayrak provokasyonundan sonra ülkeye yayılan tepki olaylarının büyümesi de zor önlenmişti. Yani her kışkırtmanın bir karşı tepkisi vardır.

Sorumlular, "dünya kazan, onlar kepçe" gezip duracaklarına memlekette oturup Güneydoğu'yu PKK çiftliği olmaktan kurtarmak zorundalar... Aynen okulları çetelerden kurtarmak zorunda olduktan gibi...

Yoksa bunda da medyanın suçlu olduğunu mu söyleyecekler?

İnkar değil çözüm!
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik hâlâ okullarda yaşanan olayların ciddiyetinin farkında değil gibi... Bakanlık "şiddet sempozyumu" düzenliyor, kendisi ise basına TV'lerdeki şiddet dizilerini, filmlerini ben mi gösterdim? Bu dizileri bir kanaldan diğerine ben mi transfer ettim" açıklamaları yapıyor.

Bunlar büyük ihmali, bağışlanamaz gecikmeyi mazur gösterecek sözler değil. Eğer Bakan ve Bakanlık uyarıları dinlese ve olayın daha erken farkına varsaydı doğru karar ve uygulamalarla bu olayların yayılmasını kesinlikle önleyebilirdi. Belki TV'ler için bile ortak bir çözüm platformu yaratabilir, onların yardımını alabilirdi. Ama çocuk yuvalarındaki şiddeti; dayağı, tacizi önleyemeyen bir hükümetten ilköğretim okulları ve liselerdeki şiddeti önlemesini beklemek de fazla iyimserlik oluyor.

Benim Bakan Çelik'e bir teklifim var; 15 gün için bu göreve beni atasın, eğer 15 günde çocuk yuvalarını ve okullarını muma çevirmezsem 'Bakan haklı, bu iş zormuş' diyeceğim ve bir daha da hiç itiraz etmeyeceğim.

Teklifimi kabul etmiyorsa lütfen kendisi yapsın... Yapamıyorsa istifa etsin. Son kurban Şahin Açık'ın kendini yerden yere atan "Beni de öldürün" diye bağıran annesini görseydi bunu yapması gerektiğine o da inanırdı!

DİĞER YENİ YAZILAR