Biber gazıyla iftar!

Haberin Devamı

Diyanet’in başka işi yok galiba, giderek bu anlaşılıyor. Önce Diyanet İşleri Başkanı’nın “bir ilin tüm insanlarını dindarlığını yetersiz gördüğünü, ‘farklı’ olduklarını söyleyerek ona göre müftü tayin ettiğini” açıklayabildiğini gördük. Dini en iyi bilenlerden biri olması gereken Başkan “yaptığının ‘en büyük günah’ olduğunu” göz ardı ederek bunları söyleyebilmişti. Şimdi de tövbe Yarabbi nereden akıllarına geldiyse, zahir “halka biber gazı seanslarının devam edeceğine” inanıyor olmalılar ki “biber gazı solumanın oruç bozmayacağını” açıklamış Diyanet (sorulsa bile böyle soru olmaz, cevabı da olmaz).

Eh, demek ki göstericilerin sahur veya iftarda biber gazı yemesiniz mahzuru yok, gönül rahatlığıyla bol miktarda alabilirler. Belki de “gazın oruç bozmayacağı” bahanesiyle başka mesaj veriliyor, zira devamı var. “Huzur bozucu eylemleri İslam dini hoş karşılamaz” deniyor. Gezi Parkı gösterilerine katılanlar “huzur bozucu bir eylem” yapmadıklarına, devletin polis gücüyle, vatandaşlara zarar vererek olayları yarattığı görüldüğüne göre Diyanet bunları Vali’ye, Emniyet’e, İçişleri Bakanlığı’na dolayısıyla Hükümet’e söylüyor olmalı.

Orantısız gücün orantısı!

Görüşlerine saygı duyduğum din bilimcilerden olan Prof. Dr. Saim Yeprem de aynı konu sorulduğunda “orantısız güç denilen kavram”dan söz etmiş ve “Orantıyı kim belirleyecek, ölçüsü nedir” demiş ki ben duyunca inanamadım. Orantının ölçüsü “diğer medeni ülkelerdeki gibi, polisin vatandaşları hırpalamaması, durup dururken üstüne biber gazları, asitli solüsyon, tazyikli su ile saldırarak gözünü çıkarmaması, ağaçlara sarılan gençlerin hayalarını tekmeleyip hastanelik etmemesi, sakat bırakmaması, kafasına ateş ederek öldürmemesi, 200 kişinin karşısına orduyla ve TOMA’larla çıkmaması, gençleri kıskıvrak tutup sakallı ahbaplarına ölesiye dövdürmemesi” olabilir mi mesela?

Siz-biz, biz-onlar..

Diyanet İşleri “biber gazının oruç bozmaması”yla uğraşacağına “hayati zarar gören, yoğun bakımlık olan gençlerden, onlara düşmanca zarar verenlerin dini açıdan değerlendirilmesinden, acımasızlıktan, arkası kesilmeyen yalanlar dan, toplumu ‘din-türban üzerinden’ ikiye bölenlerden, büyük kitlelerin dinine-inancına laf edenlerden (ki bu gruba kendileri de dahidir), mezhep-etnik köken ayırımı yapanlardan, ‘SİZ-BİZ, BİZ-ONLAR’ diye beyin yıkamalarla hala bunca olaydan sonra bile halkı ayrıştırmayı ve kışkırtmaları oy uğruna sürdürenlerden, aslında Müslümanlık’ta ‘mezhep’lerin olmadığından” filan söz etsin, bölmekle değil barışçı olarak huzurun sağlanacağını anlatsın da toplum aydınlansın. Susup susup seyrettikten sonra anlamsız açıklamaların gereği yok.

Hala “bu ilin insanlarını da aşağıladılar, ‘bizim oyumuzla onlarınki bir değil’ dediler, ‘bidon kafalı’ dediler” benzeri bir mankene veya gazeteciye ait münferit yorumları kitlelere, rakiplere mal ederek, gerçek dışı suçlamalar yapılarak bu kışkırtma ve bölünme gayretleri sürdürülüyor. Bu günah değil mi?

Siyaset yapan imamlar!

Aa, bir de.. Cuma namazlarında bazı imamlarının “siyasi yalanları” vaaz gibi yutturduğu haberleri geliyor. Mesela Van’da Zeve Kampüsü Camii imamıyla ilgili iddia.. Bu imam Gezi olaylarında polis saldırısından kaçanların sığındığı Dolmabahçe Camii’ni ve bu olayla ilgili yalanları konu almış,olmadığı kanıtlanmasına rağmen sanki gerçekmiş gibi ‘camide içki içildiğini, camiyi ve dini yıkmak isteyenler olduğunu’ söyleyerek Allah’a sığınmış”.. Bu mudur Diyanet imamlarının görevi, yapacağı iş? Daha önce de imamların erkeklere “eşlerini tesettüre sokma baskısı yaptığı, bunu başaramayanların eşinin günahını kendisinin çekeceği gibi baskı yarattığı” duyulmuş, yazılmıştı.

Diyanet Başkanı Görmez bunları görmek zorundadır. Milletin dünya kadar parasıyla çalıştırılan bir kurum dini siyasete alet edemez. Topluma imamları yoluyla ve açıklamalarıyla; laik devlette olamayacağı gibi “Müslümanlık’ta da olmayan” bir inanç baskısını dayatamaz, yalanları gerçek gibi gösterip dini de kullanarak kitleleri birbirine düşman edemez. Meselenin özeti budur!

Yargı nerede?

İstanbul Valisi’nin konuşmaları genellikle “Emniyet kendisine değil de başkasına bağlı”ymış gibi.. Gezi olayları sırasında onun dostça, ılımlı açıklamalarını duyunca herkes olayları kontrol altına alacağına, polisin şiddetle vatandaşın üstüne salınmasına engel olacağına inanmıştı, olmadı. He ılımlı açıklamanın arkasından ani baskınlar ve yeni şiddetler geldi. Emniyet Genel Müdürlüğü ise adeta tüm olaylardan soyutlanmış gibi, hiç ses çıkmadı.

İstanbul’dan, Ankara’ya, İzmir’den Adana’ya, Antakya’ya o kadar ciddi olaylar, ölümler oldu, sanki Emniyet yok. Vali Mutlu son olarak “Yeniköy Parkı’nda “Duran Adam” eylemine destek veren yüzlerce vatandaşa saldıran ve bazılarını yaralayan “30 kişilik grup” için “araştırılıyor” demiş. Gezi Parkı’nın polis şiddetiyle boşaltıldığı, otellerin-evlerin içine bile biber gazı sıkıldığı, vatandaşların teperden tırnağa asitli sularla yandığı günün gecesinde “bir vatandaşı polislerin tutup birine kiremitle dövdürmesi” olayı için de “1 polisin ve 5 zabıtanın açığa alındığını, incelemenin devam ettiğini” söylemiş. Kasklarındaki numaraları kapatarak saldıran polisler, kapatılan kameralar, sokaklarda göstericilerin peşinden koşan sopalı grupların arasındaki polis aracı gibi konular unutulmuş.

Açığa alınan dönüyor!

Bugüne kadar görüldü, biliniyor ki “açığa alınan polis veya zabıta” ortam değişir değişmez işine geri döndürülüyor. Bu ülkenin cezaevleri “suçu söylenmeden” yıllarca hapse tıkılmış insanlarla doluyken, bu olaylarda ise görüntüler suçluları açıkça gösteriyorken neden böyle uzun sürüyor “gözaltına alma ve tutuklama”lar? Yargıda olması gereken polisler neden gönderilmiyor? Bunları sormak gerekir ama “üst sorumlu” olarak kendilerinin de görevden alınması gerekenlere neyi soracağız ki?

DİĞER YENİ YAZILAR