"Soykırım bütün toplumu bağlar!"

Dünkü yazım Profesör İlber Ortayh'nın; 'soykırım'ın tarifinden yola çıkarak "Her etnik çatışmanın soykırım olarak nitelendirilemeyeceği, 1915 olaylarının karşılıklı çatışma, mukatele olduğu ve soykırım suçlamasını halk olarak reddetmemiz gerektiği"ni anlatan konuşması ile bitmişti.

Haberin Devamı

Dünkü yazım Profesör İlber Ortayh'nın; 'soykırım'ın tarifinden yola çıkarak "Her etnik çatışmanın soykırım olarak nitelendirilemeyeceği, 1915 olaylarının karşılıklı çatışma, mukatele olduğu ve soykırım suçlamasını halk olarak reddetmemiz gerektiği"ni anlatan konuşması ile bitmişti.

Şu cümlelerini de duymanız gerekiyor:

"Genocide (soykırım) sadece yapanı değil, onun mensup olduğu milleti de bağlar. Soykırım ne devletle ne idare adamlarıyla ne de belirli bir partinin ideoloji ve fiiliyle sınırlı kalır. Bunlarla aynı kimliği paylaşan herkes 'bunlardan biri' olarak tavsif edilir."

Bu sözler "Kabul edelim gitsin, biz yapmadık ya, Osmanlı döneminde olmuş olaylar" düşüncesinin yanlışlığını da gösteriyor.

Toprak ve tazminat
Yine, Çarşamba günü verilen haberlere göre "Ermenistan'ın Taşnaksütyun Partisi'nin ABD'deki kolu ANCA ABD deki Ermeni Asamblesinin; Türkiye soykırımı kabul ettiği takdirde toprak ve tazminat talebinde bulunulmaması konusunda Amerika'yla işbirliği yaptığını' iddia ediyor"muş.

Türkiye'den Ermenistan'a giden 'Doğu Konferansı Barış Grubu'na da toprak ve tazminat isteğinden söz edilmişti.

Bu da gösteriyor ki, ortaya çıkıp "Tehcir kararı bile soykırımın kanıtıdır" diyen ve türlü çeşitli açıklamalarının ardından kendileri bilirkişiymiş gibi "Ama kimse Türkiye'den toprak ve tazminat talep edemez"i ekleyen isimler de (Prof. Berktay gibi) yanlış konuşuyor.

Bu arada... 1985 yılında Amerika'da toplanarak Ermeni soykırımı iddiasını inceleyen ve sonuçta "soykırım olmadığı m toplu bir bildiriyle açıklayan 69 ABD'li bilim adamından biri olan Prof. Justin Mc Carthy'nin "makbul bir tarihçi sayılmadığı" da bir Türk-Ermeni yazar tarafından söylenmiş.

'Korkarım bizimkiler bunu da yapacaklardır' demiştim. Yapmışlar.

Yabancılar 'yoktur' derken Türklerin 'yoktur' diyeni yok etmeye kalkması kara mizah değilse nedir?

Mc Carthy'nin "dünya tarihçileri tarafından makbul kabul edilen bir kişi olmadığı, akçalı işlere karıştığı" söylentilerinden söz eden Etyen Mahçupyan'a eski Büyükelçi Şükrü Elekdağ itiraz ermiş ve "Bunların iftira olduğunu, insanları bu şekilde zan altında bırakamayacağını" söylemiş.

Haklıdır. Elinde kesin kanıt olmayan hiç kimsenin, hayatını bilime (ve yalnız Türklere değil, Kafkas ve Balkanlar'daki tüm Müslümanlara yapılan haksızlıkları ortaya çıkarmaya) adamış bir tarihçiye böyle bir suçlama yapması kabul edilemez. Ayrıca "Akça"dan söz edilmeye başlanırsa bu konuda kimler hakkında aynı iddialarda bulunulabileceğini de düşünmek gerekir. Açıklamalarıyla "akça"yı akla getiren çok daha makul isimler olmadı mı?

Tarihi doğru okumak!
Türkiye'nin Ermeni vatandaşları arasında da çok sayıda soykırıma inanmayanların bulunduğunu daha önce söylemiş, konuşmalarını aktarmıştım. TBMM AB Uyum Komisyonu'nun Ermeni vatandaştan dinlediği toplantıda, yazar Levon Debağyan "Olayın soykırım değil, tehcir olduğunu, kıyımı yapanların Rusya'dan gelen Ermeniler olduğunu" söyleyerek "Türkiye üzerinde oyunlar oynandığını, provokasyon yapıldığını" vurgulamış.

Buna karşılık aynı toplantıda onun sözünü kesen ve sürekli olarak "Tarihi doğru okumak gerektiğinden" söz eden, bu nedenle Orhan Pamuk a yapılan itirazları yanlış bulan Ermeni meslektaşlarımız da var.

Onlar da haklılar ama sadece bir konuda; tarihi doğru okumak. Orhan Pamuk'un aldığı geniş çaptaki tepkinin nedeni buydu zaten. O, tarihi yanlış okumuş bile değildi, verdiği rakamlar "hiç okumadığını" gösteriyordu.

İşte gelinmesi gereken nokta bu... Madem ki her iki tarafta da tarihi doğru ve yanlış okuyanlar mevcuttur ve "bazı tarihçilere" güvenilmemektedir, o zaman herkesin vazifesi Lagendijk'in "AB; Türk ve Ermeni tarihçilerden oluşacak bir tarih komisyonu için inisiyatif alacak" sözünün peşine takılmak olmalı.

Yalnızca Türk ve Ermeni de değil, aynı konuda çalışmış diğer tarihçiler de komisyona girmeli. Bütün arşivler ve belgeler taranmak.

Ve lütfen; bizden de yalnızca "soykırım vardır, tehcir karan bile soykırımdır' diyenlerin gitmemesine, tarafsız tarihçilerin, "güvenilir" olanların gitmesine dikkat edilmeli.

Onların düşüncesini ve önyargısını dünya duydu zaten, sıra duyulmayanlarda!

Dior ve Versace Umre'de!
Kimse kimsenin ibadetine karışamaz. Kabe'yi ziyaret her Müslüman'ın gönlünde yatan, bir gün yapabilmeyi arzu ettiği bir dinî görevdir.

Ama herhalde bunun şovunu yapmak sevaplar hanesine bir (+) daha kazandırmaz. Hatta tam aksinin doğruluğuna inanmak bana çok mantıklı geliyor.

Hac mevsiminde Atatürk Havalimanı'nı dolduran, yerlere kadar beyaz çarşaflara sarınmış, ayakları takunyalı yüzlerce insanı (ve çocuğu) her görüşümde bunu düşünürüm. Ehram, Mekke'deki otelde giyilebilir ve doğru olanı da herhalde budur. Önceden Umre veya Hac şovu yapanların; gitme imkânı bulunmayan, istese de yapamayan fakir veya hasta insanları özendirebileceği, üzebileceği ihtimalini de düşünmesi gerekir.

Hele de zengin olan ve birkaç kez gidenlerin... Bu bir yana, Umre'ye gidiş dönüşlerinde Duty Free Shop'lardan şişe şişe içki alan, ertesi gün dekolte kıyafetleriyle davetlere koşan hanımların Havaalanı'nda modacılara yaptırılmış Umre giysileri ve türbanlarla, gözlerinde Dior gözlükleri, ellerinde Versace paketleriyle gazetecilere poz vermesine ne demeli bilmem.

Sanıyorum bu haftaki ünlü magazin dergileri için "çok şık ve farklı" bir içerik yaratmış olacaklar. "Yukardakini" etkilemeyi başarabileceklerini sanmam ama gayretlerinin dergiler tarafından takdir edileceği kesin.

Tek amaç Umre'nin sevabı olsaydı, hiç değilse fotoğrafçılara poz vermeyi reddederlerdi. Davranışlarının herkes tarafından bu şekilde değerlendirileceğini bilmiyor olabilirler mi acaba?

Hotel Rwanda'yı kaçırmayın!
Çöküş ve Hotel Rwanda'yı izledikten sonra bu iki filmin nasıl olup da diğer filmleri geçerek bütün ödülleri toplamadığına gerçekten hayret ediyorum.

1994'te Ruanda'da Hutu ve Tutsi'ler arasında yaşanan olayları ve Tutsi katliamını, gerçek bir öyküden yola çıkarak anlatan ve başrollerini Don Cheadle. Sophie Okonedo ve Nick Nolte'nin oynadığı filmin kendisi başlı başına "bir olay".

Filmin konusu; Rwanda Oteli'ndeki yabancı yöneticilerin isyan çıkar çıkmaz kaçmasıyla otel müdürlüğünü üstlenen bir adamın kendi ailesini kurtarmaya çalışırken otele sığınan 1200 Tutsi'nin de sorumluluğuyla karşı karşıya kalması... Ama bütün oyuncuların (Çöküş filminde olduğu gibi çocuklar dahil) oyun gücü, mekân, kostüm ve her şeyin kusursuzluğu inanılır gibi değil.

Bence mutlaka izlenmesi için önemli bir neden de; aynı ülkede yaşayan farklı kültürlerin, ırkların kışkırtmalara kapılmasının veya bir ya da birkaç kişinin davranışını çoğunluğa mâl etmesinin ne facialara yol açabileceğini gösteriyor olması... Nefret duygularından uzak durmanın ve sükûnetle çözüm aramanın önemini anlatması.

Geçen Salı günü, İstanbul Film Festivali kapsamında Beyoğlu Atlas Sineması'nda gösterilen filmi ben DVD'de izledim. (Soranlar oluyor, DVD'lerimi Ortaklar Caddesi, STATI-ON Video-Film Merkezi'nden alıyorum. Tel: 0212-347 08 34)

Hotel Rwanda'yı sakın kaçırmayın...

DİĞER YENİ YAZILAR