Adını ‘dehşet demokrasisi’ koysak?

Haberin Devamı

İşçisi, gazetecisi, sivil toplumcusu, rektörü, öğrencisi, çiftçisi, profesörü, parti genel başkanı, cerrahı, hukukçusu, siyaset bilimcisi, ağzını açan, gösteri-eylem yapmaya kalkan herkes hakareti yedi, üstüne bir de halka şikayet edildi. Şanslıysa hakaretle kaldı, daha şanssızsa ya dava açıldı, ya pankart taşıyan iki öğrenci veya kitap-yazı yazan gazeteciler vb gibi içeri tıkıldı. Ama Türkiye için hala “laik-demokratik hukuk devleti” deniyor, hala dünya “bu ülkede demokrasi olduğuna” inandırılıyor.
Son olarak Hopa’da emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun polis tarafından “darp ve boğazına biber gazı sıkılması sonucu” ölümüyle sonuçlanan olayları AKP İl Başkanlığı önünde protesto etmek isteyen eylemcilere polisin uyguladığı işkence haberini duyduk (parantez içinde “polis” sözcüğüyle bütün polisleri değil, emirle yasa dışı hareket edenleri kastettiğimi belirtmeliyim). Eylemciler gözaltına alınıyor, camları film kaplı otobüste işkenceye, taciz ve hakarete başlıyorlar ve bu dehşet 4 gün gözaltı süresince, Ankara Barosu Başkanı Prof Dr Metin Feyzioğlu Emniyete gidip müdahale edene kadar sürüyor.

AĞLAYAN EYLEMCİ!

Aralarında sendika temsilcileri de bulunan eylemcilerden kadın olanlar “polisin yaptığı cinsel tacizin ve ‘o...’ sözüyle başlayan hakaretlerin dayaktan da fazla onur kırıcı, aşağılayıcı olduğunu” söylemişler. BES Danıştay Temsilcisi Hacı Özkan ise “Kolluk görevlilerinin işinin dövmek değil, sağlıklı şekilde savcılığa teslim etmek olduğunu” söyledikten sonra “yapılan hiçbir din, ideoloji ve düşünce ile bağdaşamaz. Bu mudur ileri demokrasi, hukukun üstünlüğü” derken gözyaşlarını tutamamış. Şimdi bunları okuyanın ne anlaması lazım?

Bir yürüyüşe, eyleme katılır ve en demokratik vatandaşlık hakkını kullanmaya kalkarsan (iktidar partisinin hoşuna gitmediği takdirde) aynı tehlikelerle karşılaşabilir, erkek kadın demeden ağzın burnun kırılabilir, hatta öğretmen Metin Lokumcu gibi biber gazıyla ölebilirsin. Artık o polis “senin polisin” değil, emir karşısında “düşmanın”! Bu olanlar “istendiği anda” vatandaşla polisin nasıl “düşman kamplar” haline getirilebildiğini gösteriyor maalesef.
“Vatandaş için var olan” devlet gücünün “vatandaşa karşı” kullanılacağını gösteriyor. Olup bitenlerin hepsini topladığınızda ise artık “demokrasi” olduğunu söylemeye kimsenin hakkı olmadığını. Bundan sonra “dehşet demokrasisi” desek daha çok uyacak galiba!

EN ÖNEMLİ KARŞILAŞTIRMA!

Hani partileri ve liderleri karşılaştırıyorlar ya; bence en önemli karşılaştırma “ben demokratım ve gerçek demokrasiyi getireceğim” dediğinde hangisinin gözlerinin daha dürüst baktığı, sözlerinin daha inandırıcı geldiğidir. Demokrasinin “insan hakları, basın özgürlüğü, bağımsız yargı ve devlet kurumları” demek olduğunu, “vatandaşları ayırmadan onlara sahip çıkmayı, ülke yönetenlerin intikam duygusuyla hareket etmemesi gerektiğini” bilip bilmediğidir. Gerisi detaydır. Bugünlerde sakın unutmayın!

*****

Çifte kart benim de hakkım!

Apartmanlardaki daire sayısının arttırıldığını, 8 daireli binaların 10 daireli gösterilerek orada yaşamayan insanların seçmen gösterildiğini, insanların “evimde oturmayan kişiler buraya kaydedilmiş” dediğini yazmıştım. Geçenlerde bir profesör tanıdığım telefon etti ve “subay lojmanlarında bile dairelere başkaları yerleştirilmiş, inanılır gibi değil bir dairede 9 kişi gösterilmiş, isterseniz adıyla-adresiyle verebilirim” dedi.
Dün çıkan son haber ise tek başına olayı, “mantar gibi biten milyonlarca ekstra seçmene yapılanı” tüm verilerle açıklamaya yeterli görünüyor. Kocaeli’nin Derince ilçesinde evli Sakine Erdağı isimli vatandaşa YSK tarafından 2 ayrı seçmen kartı gönderilmiş. Birinde anne ve babasıyla daha önceden oturduğu Darıca’daki evde ‘erkek’ olarak ama kızlık soyadı olan “Özdal” ile yazılmış. Orada oyunu Faik Şahenk İlkokulu’nda 1053 nolu sandıkta kullanacakmış, diğeri şimdiki adıyla ve Derince’de bir okulun 1301 nolu sandığında... Aman ne güzel, düşünün; hiçbir soruyu cevaplamayan ve toplumu güven duyulmayan bir seçime sürükleyen YSK kadınları bile erkek yaparak ve “farklı TC kimlik numaraları” ile oy kullandırabiliyorsa milyonlarca kadını erkek, erkeği kadın yapabilir ve hepsinin 2 kez oy kullanmasını sağlayabilir. Buna çift oy kullanması mümkün; sandık görevlileri, kamu çalışanları ve diğerlerini ekleyin bir seçimden diğerine 4 yılda nasıl olup da seçmen sayısının 9-10 milyon arttığını anlarsınız.

KILIÇDAROĞLU’NA SORDUM

Perşembe sabahı gazetecilerle yaptığı toplantıdan sonra bu soruyu Kemal Kılıçdaroğlu’na da sordum, ‘Vatandaş huzursuz, mektup yağıyor, siz ana muhalefet partisi olarak neden araştırmadınız, YSK’dan cevap istemediniz? Nasıl oluyor da milyonlarca ekstra seçmen ve seçmen kartı ile seçimi kolayca kabul ediyorsunuz’ dedim. “Arkadaşlarımız araştırıyor, kapsamlı bir çalışma yapıyorlar” cevabını verdi. Artık çok geç değil mi, haftalar öncesinden, bu “evimde yabancılar var” şikayetleri başladığında ve milyonlarca ekstra seçmen olduğu söylendiğinde yapılmalı, YSK’nın kaçamak cevapları yeterli görülmemeliydi. Devlet kurumlarının artık bağımsız olmadığı, verilen rakamların hatta istatistiklerin “şüpheli” olduğu bilinmiyor mu? Her neyse, onlar bu kadar rahatken söylenecek şey yok. Amaa... Anayasa’da “bütün vatandaşlar eşit haklara sahiptir” yazdığına göre YSK çift seçmen kartı vermediği her vatandaşa karşı anayasal suç işlemiştir, ülke için böylesine önem taşıyan bir seçimi “kesinlikle şaibeli” hale getirmiştir. Bu nedenle kendilerinden “yargı yoluyla şikayetçi olma” hakkımız vardır ve olmalıyız da!

*****

Fatmagül muhteşemdi!

Hatırlayın, “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisi başladıktan kısa süre sonra Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Aliye Kavaf hemen “Ama efendim orada tecavüz sahnesi var, toplumun ahlakını bozar vs” gibi sözlerle dizinin kaldırılmasından filan söz etmiş, biz de ‘tam aksine yarar sağlayacağını’ söyleyerek bir sahne için dizi kaldırma anlamsızlığını eleştirmiştik.

Daha sonra birkaç kez ‘ülkedeki yaygın tecavüz vahşeti’ konusunda insanların aydınlatılması için bu dizinin ne kadar yararlı olduğunu, tecavüzcülerin “güçlü ve zengin de olsalar” cezadan kaçamayacağını göstermesinin, cezaevi sahnelerindeki konuşmaların bile çok iyi düşünüldüğünü yazdım. Ama bu haftaki bölümünde “tecavüze uğrayan kadınların nasıl hareket etmesi gerektiğini, suçlu ve utanması gerekenin kendisi olmadığını, mağdur kadınların hayatlarına yine devam edip mutlu olabileceklerini” ve daha bir çok şeyi öyle başarıyla izleyenlere aktardı ki bence başarının doruğundaydı. Zaten oyunlarını hayranlıkla izlediğim tüm ekibi, başta senaristleri olmak üzere bir kez daha (ve yılların ‘kadın hakları savunucusu’ olarak da) kutluyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR