Tükenmez darbe hazırlığı içinde..

Haberin Devamı

Görünüşe bakılırsa ülke “tükenmez bir darbe hazırlığı”ndan kurtulamayacak. Öyle tükenmez ki “Ergenekon” veya “Cemaat” araştırması yapan, kitap yazan veya sadece “iktidar eleştirisi yapan” gazetecileri bir tsunami gibi içine katıp sürüklüyor, koskoca toplum yılardır ve özellikle seçim öncelerinde darbeyle yatıp kalkmaktan kurtulamıyor. Hali hazırda binlerce sayfalık (imzasız ihbar ve iddialarla hazırlanmış, içinde polis tarafından yapılan ve itiraf edilen çok sayıda “yanlış” bilgi barındıran) iddianamelere her gün yeni “binlerce sayfa” ilave edildiği için de daha uzun yıllar süreceği anlaşılan bir dava bu..

HAHAM NEREDE?

Tabii beklendiği gibi seçimden sonra “gerçek teröristlerin de serbest bırakılmasını sağlayacak bir genel af” çıkarılmazsa.. Bu arada aklıma “bu iddiaları başlatan haham”ın hiç adının geçmediği de geliyor. Öyle ya, ülkenin terörle mücadele etmiş askerleri, karanlık devlet ilişkilerini araştırıp ortaya çıkarmış gazetecileri ‘nereden geldiği belirsiz’ iddialara bağlı olarak ‘cinayet işlemiş’ muamelesi görürken bu hahama “gel bakalım, anlat şu bildiklerini, bu kadar insan mağdur edilirken senin ortadan kaybolman olmaz” denmesi, ilk duruşmalara çağrılması gerekmez miydi?

“Bir darbe hazırlığı olsa en iyi bilecek kişiler biziz” diyen eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün konuşması gerekmez miydi? Aynen “darbe hazırlayacaklardı” diye yüzlerce kişi cezaevine tıkılırken “gerçek darbelere ve darbecilere, muhtıracılara” hiç dokunulmadığı gibi bu isimlerin de neden dokunulmazlığı var?

GÖRMEYEN VE DUYMAYANLARIN TEPKİSİ

Son olarak Nedim Şener, Ahmet Şık ve bir grup gazetecinin “yine Ergenekon ya da Cemaat”le ilgili kitaplar, yazılar yazdıktan sonra gözaltına alınmaları bugüne kadar susan, “üç maymunlar”ı oynayan gazeteci kesimini bile isyan ettirdi. Çoğu “Bu isimlerin terör örgütü üyesi olmasının imkansız olduğu, somut suç unsurları söylenmediği takdirde Ergenekon davasının ‘iflas etmiş’ olacağı ve ‘polis devleti’ iddialarına inanılacağı, Ergenekon davasının kişisel veya siyasi hesaplaşma aracı haline getirildiğine de inanılacağı” gibi yorumlar yazdılar dün köşelerinde..

KÖR BİR ‘AB’..

“Demokrasi, basın ve ifade özgürlüğü” denince attı mı mangalda kül bırakmayan, Anayasa Mahkemesi’nin karar süreçlerinde bu mahkemeye hakaretler yağdırma cüreti gösteren, PKK ile ilgili olaylarda had safhada duyarlı kesiliveren AB bütün bu süreçte kör ve sağır rolü oynadı ama dün onlardan da “gazeteci tutuklamaları”na tepki geldi. Kendilerinden, çifte standartlarından utandılar belki de.. ABD’den sonra onların bile “çifte standart sınırı” aşıldı demek ki!

HUKUK DEVLETİ Mİ, O DA NE?

Bütün tepkiler, yazılıp söylenenler hükümet üyelerinin “Bu gözaltı ve tutuklamaların sadece yargı ve Emniyet’in tasarrufunda olduğu, kendilerinin hiç haberi, ilgisi olmadığı” şeklindeki açıklamalarının, hala “Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu” söyleyip durmalarının inandırıcı bulunmadığını gösteriyor. Referandumdan sonra, insanların hakkını arayacağı son merci olan “yüksek mahkemelerin bile siyasi güce bağımlı” hale getirildiği, “hakim ve savcıları atayan HSYK” üyelerinin Adalet Bakanlığı bürokratlarından seçildiği, polis teşkilatının da benzer şartlarda olduğu (hatta cemaat ilişkileri hakkında kitaplar yazılan) bir ortamda artık yargı ve Emniyete güven beklenemez.
Halka saygı gereği hükümetin ‘inandırıcı açıklamalar yapmasının’ zamanı gelmiştir.

*****

‘Kara Perşembe’nin ilanı!

Dünya basın kuruluşları da Türkiye’de kantarın topuzunun iyice kaçtığını, ‘gazetecilere yapılanların dayanılmaz hale geldiğini’ görmeye başladılar. Dün İstanbul ve Ankara’da “gazetecilik örgütlerinin oluşturduğu G-9 Platformu”nun gazetecilerin tutuklanması ve gözaltına alınmasını protesto için yaptığı ve binlerce vatandaşın ve gazetecilerin katıldığı yürüyüş sürerken Paris’te de bir başka protesto yapılmaktaydı.

Dünyaca tanınan ve daha önce “Oda TV yöneticilerinin tutuklanmasını eleştiren” bir bildiri de yayınlamış olan bir sivil toplum kuruluşu; “Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü RSF” Paris’teki merkezinde Türkiye’deki son gazeteci gözaltılarını “Kara Perşembe” olarak niteleyen, son bir ayda gazetecileri hedef alan tutuklamaların dünya tarafından endişeyle izlendiğini anlatan bir açıklama yaptı. Bu açıklamada Nedim Şener’in yazdığı kitap nedeniyle 2010’da Uluslar arası Basın Enstitüsü IPI tarafından “Basın Özgürlüğü Kahramanı” ilan edildiği de belirtilerek, “gözaltına alınan gazetecilerin uluslar arası hukuka saygı gereği derhal serbest bırakılmaları” istendi.
Demek ki hükümetin çok saygın ve “eleştirilemez” bulduğu bu Savcılık kararları yurt dışında da ve “uluslar arası hukuk adına” eleştirilebiliyor. Demek ki Türkiye oradan da “hukuk devleti gibi” görünmüyor. Peki bu durumda “yargıya laf ettirmeyiz” çıkışını onlara da mı yapacağız, yoksa artık bu “Ergenekon” konu başlığıyla yürütülen baskılara son mu vereceğiz? Düşünme zamanı!

*****

Kadın düşmanları!

Dün de iki sapık görevlinin İETT personel otobüsü ile bir kadını kaçırıp otobüste tecavüz ettikleri haberini okuduk. İğrenç, çirkef, utançtan yerlerin dibine girilecek haberlerin arkası kesilmiyor. Ama TBMM’den tek sesin duyulmadığı, istenen kanunlar alelacele çıkarıldığı halde bu konuda hiçbir şey yapılmayan memlekette olacağı budur. Tabii bir de sapıklara yol gösteren eğitimliler meselesi var.

Sinirlerimi bozmamak için veya keyfim istemediği için okumadığım gazete ve köşe yazıları olduğundan her yazılanı zamanında göremiyorum, bazen görsem de yetişemiyorum ama bu yazılmayacak gibi değil. Başka meslektaşlarım da yazdılar, ellerine sağlık.. Sabah gazetesindeki köşesinde üniversitelilere “asalaklar” diyen, üniversiteli kadınlara “birkaç kara kuru kız” diye hakaret eden Emre Aköz ile ona “keşke o kızı tutup şap diye öpseydin Emre.. Belli ki kimse öpmemiş.. Belki de ossaat liberal kesilirdi” ifadesiyle destek veren Engin Ardıç her türlü kınamayı hak ediyorlar. Kadın taciz ve tecavüzlerinin, cinayetlerinin en çok arttığı dönemde kadına tacizi eğlence zanneden, böyle bir hakkı olduğunu sanan ve böylece tacizcileri “gazete köşesinden cesaretlendiren”lere bütün toplum karşı çıkmak zorundadır.

Aköz ve Ardıç eğer bu ölçüsüz ifadeleri bir Batı ülkesinde kullanmış olsalardı toplum onları istifaya zorlayana kadar peşlerini bırakmazdı. Hakaretin, ölçüsüzlüğün tavan yaptığı ve cezalandırılmadığı hukuksuz bir ülkede yaşadıklarına dua etsinler!

*****

TRT ve ÇYDD!

Kesinlikle bir zoru var görünüyor TRT ’nin.. Kiminle? Yoksul, eğitim imkanı olmayan kız çocukların on binlercesine eğitim sağlayan, onlara yabancı ülkelerde lisans eğitimi fırsatı veren Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve kurucusu merhum Türkan Saylan’la.. Bugüne kadar defalarca onlar hakkında iftiralar dolu uydurma iddiaları “gerçekmiş gibi” yansıtarak bu önemli kuruluşu karalama gayreti içine girdiler.

ÇYDD, TRT’yi mahkemeye verdi hala devam ediyorlar. Perşembe akşamı Etyen Mahcupyan devlet televizyonu ekranından ‘bu iddialar kanıtlanmış gibi’ yine ÇYDD’yi darbe iddialarına karıştırmaya veya karanlık işler yapmış, yön değiştirmiş gibi göstermeye çalışıyordu.

Laf aralarına sıkıştırılıveren bu cümlelerin “sonunda yalan oldukları ortaya çıksa bile” sık sık tekrarlandığı takdirde beyinlerde yer edeceğini iyi biliyorlar. Peki Mahcupyan ve TRT; devam etmekte olan bir davada, yargıdaki olay ve üstelik ülkenin önemli bir kuruluşu hakkında bu şekilde konuşamayacaklarını bilmiyorlar mı? Tabii ki biliyorlar ama onlara sınırsız özgürlük olduğunu, tarafsız gazeteci ve televizyoncuların işini, hatta özgürlüğünü kaybettiği ülkede “siyasi güçten yana taraf olanlara” kimseciklerin bir şey demeyeceğini de biliyorlar. İşte “zurnanın zırt dediği yer” de orası zaten!


DİĞER YENİ YAZILAR