Hamsi baştan kokar!

Haberin Devamı

En kızdığım 2 şeyi sorsanız “yalan ve yalakalık” derim. İkisinin bir araya gelmesi ise tahammül sınırımı anında aşar.

Efendim; Başbakan Erdoğan’ın Trabzon’da TOKİ konutlarının anahtar teslim töreninde yaptığı ve gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan konuşmasından sonra partilileri tempo tutmuş: “Çete başı Baykal”...

O ise şakacıktan “demeyelim, demeyelim” itirazında bulunmuş. (Zira arkadan “hamsi muhabbeti” geliyor.)

Önce konuşmaya bakalım; hukuksuz yapıldığı Sami Selçuk’tan başlayarak tüm hukukçular tarafından dile getirilen Ergenekon soruşturmasını kastederek “Arı kovanına çomağı soktukça birileri fena halde rahatsız oluyor” diyor. Aldatmacanın ta kendisi!

“Birileri” değil “herkes”, toplumun büyük kesimi adil yargılama yapılmadığı, AKP’yi eleştiren (veya sadece cumhuriyetçi olan, bu da yeterli) çok sayıda isim arka arkaya “çeteci” ilan edildiği için rahatsız. Başbakan’ın yine seçim düşünüp tribünlere oynayacağına millete dürüst davranması, olayları dürüstçe açıklaması gerekmez mi?

Sonra Erdoğan “Yalnız Trabzon’u değil tüm şehirleri aynı heyecanla geliştirmenin, dönüştürmenin mücadelesini verdiklerini” söylemiş... “Dış politika, iç politika, ekonomide, sosyal yaşamda Türkiye’yi birinci lige taşıdıklarını, ekonomimizin geldiği muhteşem noktayı” vurgulamayı da unutmamış. Sıra “Türkiye’nin çetelerden temizlendiğine” gelince de halk (pardon AKP’liler): “Vur vur inlesin, hamsi Baykal dinlesin” diye tempo tutmuşlar.

Hep merak ederim acaba bu siyasetçiler millete bakınca alınlarında “saf” yazısı filan mı görüyorlar? Bu düzmece tablolara, bebelere masallara sonsuza kadar inanacaklarını, hiç uyanmayacaklarını mı sanıyorlar?

Şimdi “Tüm şehirleri geliştirme, dönüştürme”den ve ekonomimizin ve sosyal yaşamımızın ne harika bir noktada olduğundan başlayalım.

Şehirlerin gelişmesinden maksat gırtlağına kadar borca batmış bir ülkede, nereden geldiği belli olmayan sınırsız paralarla neredeyse Amerika’dan bile çok, dev alışveriş merkezi ve TV kanalı açılması ise, birileri ihalesinden para götürsün diye milletin paralarının yurt dışından getirilen palmiyeler, lalelerle, sökülüp sökülüp ithal taşlarla yapılan kaldırımlarla heba edilmesi ise şehirler gelişti. Ama şehir içinde bile her gün trafikten onlarca kişinin ölmesinde örneğin, bir değişiklik yok.

“Şehirleri dönüştürme” deyince tamam, kimse itiraz edemez. Gözleriyle görenler de, Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın araştırmasından öğrenenler de şehirlerin tek tek nasıl “istenen yapıya, dini baskı rejimiyle yönetilen Arap ülkelerindeki anlayışa” dönüştürüldüğünü ve hatta bunun için camilerde okutulan hutbelerden bile yardım alındığını biliyor.

Ekonomi muhteşem, politika harika!

Ekonominin ne kadar iyi (!) noktada olduğunu tüm iş adamları neredeyse göz yaşları içinde her gün basında açıklıyorlar. Vatandaşlardan biz gazetecilere gelen “Bankalar borçlarımızın, kredilerimizin ödenmesi için beklemiyor, zaman vermeyi kabul etmiyorlar, intihar edeceğim” veya “Çok çaresizim, işsizim, iş bulamıyorum, ev kiramı, çocuklarımın okul masrafını ödeyemiyorum” şeklindeki imdat çağrılarının arkası kesilmiyor.

Demek ki bu durumda da neye inanacağız; ekonominin süper olduğuna... Kimin ekonomisinin?

Kendileri ve aileleri ziyafet sofralarında, özel uçaklarda, son model Mercedes’lerde gezen, gemiciklerle iş yapan veya termik santral, tasarruflu ampul fabrikası kuranların...

Dış politika ve iç politikanın ne kadar süper olduğuna değinmeyeceğim bile... “Güleriz biz ağlanacak halimize” atasözü durumu anlatmaya yeter.

Partilileri oraya toplayıp Ana Muhalefet Partisi Lideri’ne “Çete başı” veya “Vur vur inlesin, hamsi Baykal dinlesin” temposu tutturduktan sonra Başbakan’ın “Demeyin, demeyin” itirazı yapması ise içler acısı bir durumdur.

Bir başbakana böyle ucuz politikalarla rekabet etmek, rakibine hakaret ettirip sözüm ona yöresel şiveyle (ve önceden planlanmış şekilde) “Uşaklar hamsiye hakaret edeysunuz da” esprisi yapmak hiç yakışmaz. Bu çirkinliğin cevabı da zaten “demeyin, demeyin” olamaz... Çok yazık, çok, Türkiye’de siyasi etiği yok ettiler.

“Hamsi de baştan kokuyor” onun için...



***




CHP’nin değil, Türkiye’nin umudu

Bildiğiniz gibi CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu. Gazeteler son anketlere dayanarak onu “CHP’nin İstanbul’da yüzde 37 umudu” olarak gösteriyorlar.

Bence yanlış, Kılıçdaroğlu CHP’nin değil, bütün Türkiye’nin “yolsuzluklara karşı çıkma, temiz dürüst şeffaf siyaset” isteğinin temsilcisi ve umudu haline gelmiştir.

Bütün büyük yanlışların, bütün yolsuzlukların üstünün örtüleceği ve bunun topluma kabul ettirileceği kanısı yayılmışken o, siyaset arkadaşı Atilla Kart’la birlikte bu çabalara karşı yılmadan mücadele verdi.

Şimdi de “Halka dürüst yönetim nasıl olur göstereceğim. Her ortamda, her yerde İstanbullulara hesap vereceğim” diyor.

Onu gönülden destekliyor, İstanbul’a da Türkiye’ye de “gerçek temiz eller”i getireceğine inanıyorum. Toplum da bunu istiyorsa, durumun ciddiyetini artık anlamışsa ve ona bu fırsatı verirse tabii...

Ki bence verecektir.

Başarılar Kemal Kılıçdaroğlu, bu ülkenin sizin gibi dürüst insanlara çok ihtiyacı var!

(Not: Seçmen kütüklerini dikkatle incelemek, kendi ismini ve ailesini bulmak, gençlerin-yaşlıların sandığa gitmesini mutlaka sağlamak her akıllı vatandaşın borcudur, bu kez ihmalin sonucu daha da ağır olacak unutmayın.)



***




Deniz Feneri dosyası Kasım’da geliyordu

Türkiye’de hukuk yalnızca “AKP’nin istediği olayların soruşturulmasında” gerekli galiba... İstemediği olaylarda ya soruşturma izni verilmiyor ya dosyalar gelmiyor ve davalar açılamıyor veya Hüseyin Üzmez davasındaki gibi suçlu serbest bırakılıyor ve dava aylar sonrasına erteleniyor.

Elimde bir gazete haberi var, kesip saklamışım. Herhalde Ekim’e veya Kasım başına ait bir gazete olmalı ki “Deniz Feneri dosyası kasım sonu geliyor” demiş.

Neredeyse Şubat geldi, hani dosya? Hani dava?

Bu kez de “Gerekçeli kararı istiyoruz” diye dosyanın gelişini geciktirdiler. Zamana yayarak, topluma olayı unutturarak, suçlulara gerekli önlemi almaları için süre kazandırarak mı açılır bu kadar önemli, Almanya’da bile “yüzyılın bağış skandalı” denen dava?

Önce hakkında Almanya’daki iddianamede ortaya konan kesin kanıtlar bulunan ve “asıl failler” denen suçluların evi, işyeri aranır, gözaltına alınır (böylece diğer kanıtları ortadan kaldırması önlenir), gerekçeli karar da arkadan gelir nasılsa...

Haydi Adalet Bakanı Şahin bir açıklama yapsın da millet duysun; dosya nerede, neden hâlâ dava açılmıyor?

DİĞER YENİ YAZILAR