Tuncay Bond Güney’in TRT çıkartması!

Haberin Devamı

Eveet, her şeyi bilen, “James Bond’dan daha iyi ajan” olduğunu ve “Türkiye’den sonuna kadar intikamını alacağını” da yumurtlamış bulunan Tuncay Güney 14 Ocak Çarşamba akşamı Türkiye’nin devlet televizyonunu tam 4 saat kontrolüne aldı.

Ve “7 yıldır bu olay neden patlamadı da bugün beklendi” gibi hepimizin sorduğu sorulardan, Susurluk soruşturmasının gazetelere yansıyan ve herkesin bildiği yönlerinden başlayarak birçok konuyu ve ismi ta Kanada’dan “sırlar ifşa ediyormuş” havasında tekrarladıktan, bu şekilde -nasıl olduysa- stüdyodakileri de kolayca etkisi altına aldıktan sonra sıra geldi suçlamalara...

Basının ve fikir adamlarının maskesini düşürdüğünden başlayıp, TRT’de bu şekilde konuşabilmesini “eskiden TRT de devlet sırrıydı” cümlesine bağlayarak (şimdi hükümet sırrı durumunda), Türk basınının önemli isimlerine ve genelde kendisini önemsemeyen medyaya “beni kızdırmasınlar onların rolünü de servis yaparız” tehditleri fışkırtarak sırıtık bir yüzle devam etti.

Eski bir CHP milletvekili ve bakanı olan Fikri Sağlar’ın da bulunduğu programda Türkiye’nin Ana Muhalefet Partisi’ne “Cesur Hırsızlar Partisi” diyebilme küstahlığını bile gösterebildi (ya AKP’ye “Adaletten Kaçanlar Partisi” deseydi?.. Ayrıca CHP’ye böyle demenin Ergenekon’la bağlantısı ne yani?..)

Aklına gelen saçmalığı sıraladıktan sonra “Benim 2001 yılındaki kasetlere sıkışmışsanız çıkarın, tabuları yıkın” dedi, hemen arkasından “Ama ben işkence altında alınan bu ifadelerimi kabul etmiyorum” diye ekledi.

4 saat bunlar üstüne konuştuktan sonra “kasetlerin hiçbirinde söylediklerini kabul etmediğini” tekrarlayarak programdakileri de, izleyenleri de çıldırttı.

Kısacası devlet televizyonundan saatlerce Türkiye’yle ve yargıyla alay etti... Devlet televizyonundan birçok kişiye ve CHP’ye hakaret etti. Buna izin verildi...

Kimdir sorumlusu? Kim açıklayacak? Aynı şey bir özel kanalda olsa RTÜK’ün derhal ceza keseceği, program kapatacağı bilinirken RTÜK denetimi olmayan TRT’yi kim denetleyecek? Ergenekon’daki rolünün ne olduğunu söylemeyen, “ABD’nin her nasılsa şimdi ‘Türkiye’nin kimliğini değiştiriyor’ noktasına geldiği bir cemaatle” bağlantısı bilinmeyen; “stratejistlerim ve ben”, “servis yapacağım” gibi “bir örgüt, organizasyon tarafından (veya birlikte) yönetiliyor/yönetiyor” havası veren ve bu olaya bir Bond filmi, bir macera gibi bakan bir adama bu izin nasıl verilebildi?

Programın sonunda kısaca “Bunların hepsi birer iddia” dendi ama devletin parasıyla çalışan bir kanalda saatler boyu bu nasıl yapılabildi?

Türkiye’yi öyle bir hale getirdiler ki artık soru sormak bile anlamsız geliyor bana!

*****

Eğer savcı olsaydım...

Ahmet Hakan dün “Eğer Ergenekon savcısı olsaydım” başlığıyla Savcı Öz’de gördüğü hataları tek tek sıralamış. Önce hatırlatayım ki Hakan’ın yazılarında ve programlarındaki yaratıcı ve özgün üslubunu takdir eden meslektaşlarından biriyim. Nitekim aynı gün yazdığı “Böyle buyurdu Recep İvedik” başlıklı yazısı da bunlardan biriydi. Ama ilk yazıda önemli bir nokta gözden kaçmış gibiydi. Bir bölümüne göz atacak olursak:

“Eğer savcı olsaydım... Devletin derin ve kirli güçlerine karşı verdiğim güzelim mücadelenin ‘AKP muhaliflerine yönelik sindirme operasyonu’ diye algılanmasının önüne geçmek için var gücümle çaba harcardım.

Eğer savcı olsaydım... Derin devletin pisliklerini ortaya çıkarmak için giriştiğim muhteşem savaşı, bir manipülasyon yavşağı olan Tuncay Güney adlı şahsın üzerinden yükseltmeyi denemezdim...

Eğer savcı olsaydım... Vaktiyle ‘rejim muhalifi’ diye yaftaladığı kişileri üniversiteden sorgusuz sualsiz kapı dışarı etmiş Kemal Gürüz gibi bir adamdan mağdur yaratmamaya özen gösterirdim...”

Ve yazı bu çizgide devam ediyor.

Oysa bu kadar önemli, aylardır ve özellikle son iki haftadır gündemi tümüyle meşgul eden, Türkiye’nin çok önemli insanlarının adının karıştırıldığı, daha henüz somut olarak ortada kesin bir ilişki bulunmayan, “ordu” mudur, “derin devlet” midir yoksa “kargaşa, darbe heveslisi bağımsız bir çete midir”, “Susurluk’la mı bağlantılıdır yoksa başka bir olay mıdır” anlaşılmamış bir konuda kesin yorum ve tanımlar geçerli olmayacağı gibi böyle bir sorumluluğu üstlenmiş savcının da yapacağı planlara göre ve nabza uygun şerbet vererek olayı yönlendirmesi olacak şey değildir.

Adaleti uygulayacak, hukuktan sorumlu insanlar ve tabii Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı ancak “elindeki somut kanıtlara bakarak” karar verebilir. Ancak bunlara göre soruşturmayı yürütme ve insanları arama, suçlama, sorgulama, gözaltına alma, tutuklama hakkı vardır.

Bunun dışında da hiçbir hakkı olamaz. Kendisinin yerine soruşturmayı polise yürüttürme hakkı da olamaz. Örneğin Kemal Gürüz hakkında önyargılı gözaltı da yapamaz.

Ama eğer Ahmet Hakan savcı olsaydı... Hakkında hiçbir iddia, şaibe ve “iktidarın adamı olma” gibi şüpheler bulunmadığı için şüphesiz büyük kesimler tarafından “daha güvenilir” bulunurdu.

*****

Deniz Feneri’ne de savcı lazım

Başbakan Erdoğan “Ben Ergenekon davasının savcısıyım” diyor biliyorsunuz. Gerçi bugüne kadar dünyada örneği görülmemiştir benzer bir sözün ama demek ki artık Türkiye’de başbakanlar yargının görevini de üstlenebilecek, “kuvvetler ayrılığı” ortadan kalkacak.

Ya da çoktan kalktı.

Bu durumda “acaba Başbakan bir türlü başlamayan “Deniz Feneri davasının da savcısı olur mu, o işe de el atar mı” sorusu geliyor akla...

Halk olarak rica etsek, seçim öncesi bu yolsuzluk, Şaban Dişli ve diğer belediye yolsuzlukları için de savcılığı üstlense de millet neye, kime oy vereceğine daha kolay karar verse?

*****

Saygı duruşu yetmedi!

Küçücük ilköğretim okulu öğrencilerinden “Filistin için saygı duruşu” yapmalarını isteyen Milli Eğitim Bakanlığı’na öğrencileri siyasete alet etmek yetmemiş. Şimdi de okullarda öğrencilerden “Filistin için bağış” yapmaları isteniyormuş.

Yakında çocuklardan “Gazze’ye savaşmaya gitmeleri” istenirse şaşırmayın.

Bugüne kadar hiçbir ülkede ve Türkiye’de görülmemiş uygulamaları sürdürmeye ve kimseye hesap vermemeye kesin kararlılar!

DİĞER YENİ YAZILAR