Laiklik yaşam biçimi olabilir mi?

Haberin Devamı

İktidara yakın gazetelerden birinde bir köşe yazısı... “İddianame”de laikliğin bir yaşam biçimi olduğunun iddia edildiğini söylüyor.

Sonra da “acaba bu yaşam biçimini anlatan bir kılavuz, bir el kitabı bulunabilir mi, benim kütüphanemde yok” diyerek devam ediyor;

“Yaşam biçimi dinlediği müzikten seyrettiği TV programına, kılık kıyafetinden yiyip içtiklerine... Gündelik hayatında yapıp ettikleri değil mi?”

Dikkatimi çekti, çünkü bu cümleyle sorunun cevabını da kendisi vermiş zaten...

Laiklik bir yaşam biçimi değilse nedir acaba?

“Seyrettiği TV programı” deyince örneğin Akşam gazetesinin geçen Çarşamba “TRT’de haber ZAMAN’ı” başlığıyla yaptığı haberi hatırlıyor insan.

Sabah yayınlanan haber programında “Tiraj sırasına göre okuyacağız, dolayısıyla Zaman’la başlıyoruz” diyerek önce parasız dağıttığı gazetelerle tiraj yapan gazetenin okunmasını (tesadüf bu ya programı da yukarda yazısından söz ettiğimiz meslektaş hazırlıyormuş.)

Bunun dışında birçok programın Zaman, Yenişafak ve Taraf gazetesi yazarlarına veya iktidarın görüşlerine yakın gazetecilere verildiği de yine Akşam’ın haberindeydi.

Demek ki laik yaşamda televizyon programları gerçekten önemli...

Aslında detaya inmeye gerek yok, Türkiye’nin 6-7 yıl önceki görüntüsü, tartıştığı-konuştuğu konular ile bugünü karşılaştırmak bile laik yaşamdaki değişikliği anlamaya yeter.

Cumartesi günü gelen mektuplar arasında emekli bir öğretmenden gelen mektupta anlatılanlar belki Türkiye’nin laik yaşamdan nasıl saptırılabileceğini ve irticai yaşama geçilebileceğini ona daha iyi anlatır.

Önce 1973’te bir köyde yaşadıklarını anlatmış, sonra da birkaç yıl önce şahit olduğu bir olayı. Çok uzun olduğu için ikincisini alacağım. Aynen, ama kısaltarak...

“Yeğenim okumak üzere bir üniversitenin tıp fakültesine gitti. Arkadaşlarıyla bir ev tutmuşlar. Kız bir yıl sonra geldi, tamamen değişmiş. Neyi? Giyimi, kuşamı, hareketleri, davranışları, konuşması...

Bayramda babasının elini öpmekten kaçınmış. Baba bu durumu ağlayarak anlattı (...) Ana ve babası durumu tanıdıklarına anlatıp çare aradılar. Biz de (eşim de öğretmen) kaldığı şehre gidip ev tutarak kızlarıyla birlikte yaşamalarını önerdik (ev arkadaşları bir cemaat liderinin kitaplarını da okuyorlarmış)... Aile önerilere uyarak o şehre gitti ve 4 yıl kızlarıyla oturdu.

Kız şimdi doktor. Fakültedeki ilk yılla ilgili anasına yeni bilgiler vermiş: Anne ben orada arkadaşlarımla birkaç toplantıya katılmıştım. Toplantıda ‘şeriat gelinceye kadar savaşacağız’ diye yemin ettiriyorlardı.”

Bunları anlattıktan sonra soruyor;

“Eğer bu şehirde tıp öğrencileri bunlarla karşılaşıyor ve baba eli öpmeyecek kadar değişebiliyorlarsa diğer şehirlerde kimbilir neler oluyor?”

Laiklik, yani kimsenin bir başkasının dinine inancına karışmadığı, zorlamadığı, şeriat yeminleri edilmeyen, babaların elinin öpüldüğü, siyasete dinin, inancın karıştırılmasına (kısacası din istismarına) izin verilmeyen anlayış (ki kuralları da rejimi oluşturur) elbette bir yaşam biçimidir.

Laik olmayan, din diktatörlüğü ile yönetilen İran, Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki yaşam tarzına bakacak olursanız laik yaşamı daha iyi anlayabilirsiniz.

Tabii oralara bakmak veya gitmek zor geliyorsa İstanbul’da bile bakabileceğiniz semtler mevcut.

*****

Rektörü hedef gösteriyorlar!

Akdeniz Üniversitesi öğrencilerinden, özellikle yurtlarda kalan öğrencilerden gelen e-mektuplar üniversitede çıkan olayların PKK yanlısı bir grup tarafından başlatıldığını (Öcalan’ın doğum günü nedeniyle afiş asmak istemişler, bir başka grup da karşı çıkmış) anlatıyor.

Artık sonradan dikkatleri çeken sakallı-alnı dövmeli provokatör gibi “kız yüzünden çıktı” iddiası da gerçek olayı örtmek, dikkatleri başka yöne çekmek için mi çıkarılmıştır onu bilemiyoruz.

Öğrenciler bu grubun yurtlara hücum ettiğini ve daha önce hastanelik edene kadar dövdükleri öğrenciyi korumaya çalışan kızlara bile saldırdığını, binaların camlarını kırdıklarını filan anlatıyorlar.

Bir de büyük kavgadan birkaç gün önce olaylar başlamış olmasına rağmen son günkü olayda güvenlik güçlerinin çok geç geldiğini bildiriyor ve nedenini soruyorlar.

Çok da haklılar sormakta, okulun içinde olmaları gerekirken nasıl oluyor da geç kalıyorlar?

HÜKÜMET DE Mİ İSTİFA ETSİN?

Dün birçok okuyucu, daha önce hedef gösterdiklerine ne olduğunu hatırlatarak Vakit Gazetesi’nin şimdi de rektör (ve aynı zamanda Üniversitelerarası Kurul Başkanı) Mustafa Akaydın’ı hedef gösterdiğini yazmıştı...

Bu bir yana Antalya Valisi’nden, Eğitim Birliği Sendikası Genel Başkanı’na kadar bir grup da Rektör Akaydın’ı istifaya davet ediyor. Hem de bazıları “onuruyla istifa”ya... Onursuz istifa nasıl oluyorsa...

Bir de dövmeye kalkacaklar belki. Öyle bir düşmanlık havası yaydılar ki ülkeye her tür baskı mümkün...

Onların anlayışına göre, elindeki tüm güce, imkana karşın PKK terörünü bitiremeyen Hükümet’in de şimdiye kadar istifa etmiş olması gerekirdi.

Hani Cumartesi günü Cemil Çiçek’in fırsattan istifade “Rektörler kendi işlerine baksın” dediğini yazmıştım ya, olay onu çoktan geçti. Artık laik rejimin korunması için gayret gösteren rektörlerin tek tek istifa ettirilmesine varacak iş galiba...

“Onuruyla” istifa etmeyenlere de başka çözümler mi bulacaklar acaba?

DİĞER YENİ YAZILAR