Yeni isim bulmuşlar: Türk İslâm demokrasisi!

Haberin Devamı

Ortadoğu ülkelerinden bazı yazarlar “esasa gelmeye” başladılar. Türkiye’nin yönetim şekli artık Türk İslâm demokrasisi olarak geçiyor.

Seçim öncesi ABD’nin, BOP Projesi kapsamında Türkiye’yi Ortadoğu ülkelerine ılımlı İslâm modeli seçmesinden, Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de Türkiye’yi AB’den dışlayarak buna benzer bir projeyi desteklemesinden söz ettiğim yazılarda bu görüşün Avrupa’ya ve bize çok daha önce, yıllar önce Samuel Huntington tarafından enjekte edildiğini de anlatmıştım.

ABD’nin Türkiye ile ilgili plânı “Medeniyetler Çatışması” kitabının yayımlanmasından da önce oluşturulmuştu zaten... Türkiye AB hayalinden vazgeçecek, demokratik rejime sahip tek Müslüman ülke olarak Ortadoğu’daki köktendinci, radikal İslâm yönetimlere örnek, radikalliğe karşı ılımlı İslâm modeli yapılacaktı.

Bunun için Türkiye’nin mevcut laik-demokratik yönetim tablosu yeterli değildi. Değişmesi, demokrasinin korunarak laikliğin esnetilebildiği kadar esnetilmesi, toplumu bir arada tutan “Atatürk’e bağlılığın ve ilkelerinin” zayıflatılması ve radikallere örnek gösterilebilecek “ortada bir yerde duran” Türkiye’nin inşası gerekiyordu.

Ortada bir yerde durmanın zorluğu, bu tür “ılımlı” başlayan hareketlerin Endonezya örneğinde olduğu gibi, 150 milyonluk bir ülkede bile kolayca değişerek köktenciliğe dönebileceği ihtimali onları fazla ilgilendirmiyordu.

Nasılsa, karışmış, kontrolü kaybetmiş bir ülkeyi “Büyük Ortadoğu Projesi”ne uygun olarak şekillendirmek, diğer İslâm ülkeleriyle birlikte ona da istenen bir gömleği giydirmek, form vermek bir şekilde mümkün olurdu.

İslâmcı hareketin çok uzun süre önce başladığı Türkiye’nin siyasi iklimi, toplum yapısı da buna müsaitti.

“BENCE MAHZURU YOK”!

Seçim öncesi bana gelen birkaç okuyucu mektubunda dikkatimi çekmişti, VATAN’da Mine Şenocaklı’nın yaptığı halk röportajlarında daha somut şekilde gördüm. Şöyle diyordu bazı vatandaşlar: “Burası Müslüman ülke değil mi, ılımlı İslâm olsun, bence mahzuru yok.”

Onlar ılımlı İslâm’ı Müslümanlığın ılımlı, ılımlı yaşanacağı bir sistem olarak görüyorlar. Oysa Türkiye şimdiki haliyle bu durumdadır, ABD’nin ve AB’nin destekleşerek getirmeye çalıştıkları ise dinin devlet yönetimine “radikalliğe kaçmadan” yani İran, Suudi Arabistan benzeri baskıcı bir İslâmi rejim haline gelmeden karıştırılmasıdır.

Bu durumda devletin her dine eşit mesafede durmasını, din kurallarının yönetime karıştırılmamasını, din baskısı yapılmamasını sağlayan laiklik zaten kendiliğinden kısa sürede ortadan kalkacaktır.

Baskı giderek ister istemez yoğunlaşacak ve bir noktada hükümetlerin de kontrolünden çıkması mümkün olacaktır.

AB ve ABD basınının pek sık kullandığı “İslâmcı köken”, “İslâmcı parti” deyimleri içinde geçen İslâmcı ise “daha Müslüman” değil “dinî yönetim taraftarı” anlamındadır.

Bu konuda uzman isimlere ait kitaplarda Türkiye’deki çoğu İslâmcı grupların İran devrimi hayranı olduğu açıkça anlatılır. Şimdi kendi yazarlarımızın çoğu bu tabloyu görmezden gelirken Avrupalı, Amerikalı ve Ortadoğu’lu yazarların ne dediğine bakalım.

TEOKRATİK DEVLETLER...

Bu arada Ollie Rehn’in “Teokratik devletler AB’ye üye olamaz” lâfını neden 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra söyleme gereği duyduğunu da düşünelim.

30 Temmuz Pazartesi günü Radikal’de Cihad El Hazin’in yazısından bazı cümleler:

“AKP’nin İslâmcı seçmen kitlesinin desteğiyle kazandığı seçim zaferi...”

“Erdoğan yüksek mevkilere önde gelen İslâmcıları atamış...”

“AKP Araplar açısından şimdiye kadar gördüğümüz en iyi hükümet...”

“Arap hükümetleri faydalı her konuda Türk yönetimiyle işbirliği yapmalı.”

Aynı gün “Rıdvan Esseyid”in “İslâm dünyası AKP’nin ılımlı modelini incelemeli” başlıklı yazısında şu cümleler vardı:

“Türk İslâm demokrasisi, İslâm, toplumlar ve devletler arasındaki bölünmeye çözüm sunuyor... AKP deneyiminin sunduğu ılımlı ve açılımlı İslâm anlayışı bir çözüm. Biz de köktenciliğin ve bölünmüşlüğün esiri olmak istemiyoruz”...

Onları köktencilikten kurtarmak üzere “örnek olmaya” çalışırken köktencilik, devlet yönetimine dinin iyice karıştırılacağı Türkiye’nin başına da sarılabilir mi, yazar bunu irdelememiş.Yarın devam edeceğim.

*****

Külkedisi
Kesinlikle inandığım ve kanıtlarını birçok kez gördüğüm şeydir; verdiği nimetleri takdir edemiyorsanız Allah onları geri alabilir.

AKP Milletvekili Hüseyin Besli’nin; “Sermaye sınıfının AKP’yi hizmetçi gibi gördüğü, asla aynı masada yemek yemeyeceği” şeklindeki hayretlere seza konuşması bana bunu hatırlattı.

Eğer yine alışıldık, halk nezdinde pek prim yapan “mağdur rolü” adına söylemiş değilse Hüseyin Besli’ye de hatırlatmak lâzım. Bu bir kompleksten ileri gelmiyor veya bakanlık filân kapmak için söylenmiyorsa adı kadir-kıymet bilmemektir çünkü sermaye sınıfı AKP’ye büyük destek ve oy verdi.

Medya onu baş tacı yaptı. Neredeyse destek vermeyenleri dövecekler.

Hâlâ Külkedisi rolü oynamanın hiç değilse gelecek seçimlere kadar gereği kalmadı, enerjilerini buna harcamasınlar.

DİĞER YENİ YAZILAR