Roma’da aşk başkadır...

Geçen hafta Roma’da Aşk Başkadır filmine gidiyorum 16 yaşına gelen kızımla beraber...

Bir romantik komedinin sınırları içinde, bu derece sıcak bu derece kalbi yumuşatan bir filmi izleyeceğimi hiç tahmin etmeden...

***

Roma ve İtalya sinemada ve müzikte, romantizmin sembolü Paris’in ve Fransa’nın yerini çoktan alıyor...

İtalya ve aşk artık hayatın vazgeçilmez ikilisi haline geliyor...

İtalya bir aşk filminin doğal dekoru konumuna ulaşıyor...

Roma’da aşk başkadır; ya da orijinal adıyla Her Yol Roma’ya Çıkar filmi de böyle bir film...

***

Filmin yazısını Film Lovers portalında yazan sinema yazarı Gözde Hatunoğlu’nun yazısından aktarıyorum:

***

“Yönetmen koltuğunda Ella Lemhagen’i gördüğümüz, başrollerinde Sarah Jessica Parker, Rosie Day, Raoul Bova ve efsane oyuncu Claudia Cardinale’yi buluşturan All Roads Lead to Rome” dilimize de “Her yol Roma’ya çıkar” olarak yerleşmiş bir deyim aslında...

***

Büyük imparator Jül Sezar’ın Roma’ya her yerden ulaşılmasını istediği için yaptırdığı yolları ve bu yolların sonuç olarak Roma’ya döndüğünü anlatan bir deyim...

Haberin Devamı

***

Roma’da Aşk Başkadır filmi bu sözü doğrularcasına İtalya’nın ve Roma’nın güzellikleri arasında yaşanan bir aşk hikâyesini ve “her yolun en sonunda aşka çıkacağını” anlatıyor bizlere...

***

Maggie, orta yaşlarına yaklaşan, eşinden kısa bir süre önce boşanan bekâr bir anne... Birazcık baskıcı ve evhamlı bir anne gibi görünüyor...

Pembe saçlı, pejmurde kıyafetler içindeki ergen kızı Summer ile arası pek iyi değil...

Summer’ın başı uyuşturucuyla yakalanan erkek arkadaşı yüzünden belaya girince Maggie, kızı ve kendisi için bir İtalya tatili planlıyor...

***

Bizler annenin; Summer’ı o ortamdan uzaklaştırmak ve aralarındaki sıkıntıları aşmak için böyle bir plan yaptığını düşünürken İtalya’ya varır varmaz karşılaştıkları Luca; ortada bambaşka bir durum olduğunu anlamamızı sağlıyor...

***

20 yıl önce aynı yerde tatil yaparken tanışıp âşık olduğu Luca’yı artık bekâr ve özgür bir kadınken tekrar görmek istediği anlaşılan Maggie, kızı Summer’ın kendinden habersiz Amerika’ya geri dönmeye çalışarak ortadan kaybolması üzerine hiç beklemediği bir maceranın ortasında buluyor kendisini...

Haberin Devamı

***

Luca’nın annesi Carmen de aynı anda Roma’ya kaçma ve orada gizlice gençlik aşkı Marcelino’yla evlenme planları yapıyor...

Genç ve havai Summer ve ilerleyen yaşına rağmen aşkından vazgeçmeyen Carmen birlikte kaçarken Maggie ve Luca’yı da peşlerinden sürüklüyorlar...

***

Roma’da Aşk Başkadır: Aşk’ın Umutsuzluğa Yer Bırakmadığını anlatan bir film...

“Film; iyi oyunculukları, nefis İtalya görüntüleri, müziklerinin yanı sıra efsane oyuncu Claudia Cardinale’yi perdede bir kez daha izlemek için önemli bir fırsat...”

“BÜTÜN YOLLAR ROMA’YA ÇIKAR...” (2)

Filmi izlerken; “Bütün Yollar Roma’ya Çıkar” isimli kendi yazım geliyor aklıma... Şöyle;

***

“Bütün yollar Roma’ya çıkar...”

Yılmaz Karakoyunlu bu sözü “tarihin en çapkın” (kimine göre en hırslı) kadını Messalina’ya kocası Claudius tarafından söylendiğini yazıyor...

***

İmparator Claudius, bayındırlık hizmetlerine meraklı...

Haberin Devamı

Bütün yolların Roma’nın merkezine ulaşması talimatını veriyor...

***

Roma’da Adalet Sarayı’nı inşa ettiriyor Claudius... “Bütün yollar Roma’ya çıkar” diyerek, her şeyin “hukuk”a göre belirlenmesini istiyor...

***

Claudius’un çapkın eşine “bütün yollar Roma’ya (Adalet Sarayı’na) çıkar“ demesi ise manidar... Karısının neyinden bezip de “hukuk”a sığınmak yoluna gidiyor Claudius bilmiyorum...

Fakat son zamanlarda , çok gittiğim halde; çok fazla şehrim haline gelmeyen Roma önüne geçemediğim bir çekim merkezi haline geliyor...

***

Roma’ya gitmeyi...

Roma’ya gitmesem de Roma’yı gitmeden Roma’yı hissetmeyi...

Federico Fellini’nin şehrini iliklerimde duyumsamayı... Maestro’nun cazibesindeki “İtalyan’ın anlamını özümsemeyi...”

Ruhumu “İtalyan esintilere bırakmayı“ arzuluyorum...

***

Hep Paris’ten estetik...

Hep İstanbul’dan varoluşçu bir kimlik... Hep Atina’dan “bohem bir Akdeniz’lilik“ içime işliyor duruyor...

***

Son zamanlarda fark ediyorum ki; Yemekte “al dente” bir tadın... Yaşamda “genişinden bir ailevi” hazzın... Şarapta “kırmızıdan ibaret” bir masanın... Kadınlarda “İtalyan’lara mahsus bir cazibe standartı”nın... Giyim kuşamda önüne geçemediğim “marka”larının...

Haberin Devamı

***

Nihayet; Godfather’da Al Pacino’nun;

Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filmindeki baba’lığının...

Federico Fellini’nin “Nine” filmindeki, inişli çıkışlı çapkınlığının... Fellini’nin annesinden başlayarak; hayatındaki kadınlarla, yumuşak ve duygusal hesaplaşmalarının... Dejavu’su altındayım...

***

Uzun zamandır İtalyan kelimesi “Kelebek Etkisi” bir etki yaratıyor üzerimde... “Bizi ayakta tutan ailelerimiz var...” diyor İtalyan’lar...

Kadınları...

Şarkıları...

Estetiği...

Sineması...

Şarabı...

Giyimi...

Kuşamı...

Markaları...

Ve aurasıyla...

İtalyan etkisi yumuşak bir kadife gibi kaplıyor kalbimin üzerini...

ŞEHİRLER AŞKSIZ VE KADINSIZ OLMAZLAR... (3)

Ve sonra da Şehirler ve Kadınlar yazım geliyor aklıma...

Ona duygularımın olgunlaşmış halinin sentezlerini ekliyorum...

***

Şehirleri gezmek güzel...

Ama şehirleri gezerken, şehrin öz kadınlarını gezmeniz gerekir...

Kiralık aşklar şeklinde değil...

Kirasız gerçek; sahici sevgililer edinmeniz beklenir...

***

Cite-Universitaire’de, bohem bir öğrenci odasında kalmayan bir erkek; Paris’li bir kadını tanımış sayılmaz...

***

Ambelokipi’nin arka sokaklarında gecenin bir yarısından sonra adres aramayan bir adem; kendisini Atina’yı yaşamış da sayamaz...

***

Balat’ta otantik bir dükkanda, İstanbul’lu iki kadın tarafından intim bir akşama davet edilmeyen bir erkek, kendini İstanbul’lu addedemez...

***

Bir şehri bir erkeğe içselleştiren...

Şehri kendi şehri yapıp sevdiren;

O şehirde rastlayacağı, onunla kendi şehrini paylaşacak; o kadın olur...

***

O ‘kadın’ı tanımadan; şehri tanıyamaz erkek...

Hayatında; “şehirden gelen o kadın olmamışsa” o şehir erkeğin şehri mertebesine erişemez...

***

Islak bir Londra akşamında; muşambalarla kaplı soğuk bir evde ısınmamışsa bir erkek; Londra’yı kendi şehri olarak farzedemez...

***

Kimona’nın katlarını sevgilisinin üzerinde görmemiş, sevgilisinin üzerinden çıkartmamış bir erkeğin; Tokyo’su sanal kalır...

Tokyo’da randevu evlerine Türk Hamamı denir...

Japon sevgili yerine Türk Hamamı’na giden bir erkek; Japon sevgiliyi değil randevu evini bulur...

***

Londra’da telefonla telekız çağırmak “sosyete tarafından revaçta bir trend olarak bilinir...”

Bunu yapan erkek; İngiltere’den çok, kapitalizmin vardığı son noktayı deneyimlemiş olur...

O nokta Londra’da olsa da Londra değildir...

***

Likavitos tepesinde “Atina’lı Eleni’nin sıcak evi ve kokusu yerine”, Voukurestiou’da Mavi Pansiyon kadınlarını; dolar karşılığı kiralayan erkek; Yunanistan’ı değil, kadın pazarlayan; randevu evi hayatını tanır...

***

Bois De Boulogne’de; arabayla talep edilen “vizite”li kadın; Pont Neuf üzerinde Paris’li sevgiliyle yapılan öpüşmenin sıcaklığından ıraktır...

Bois De Boulogne caddelerinde şişme bebekler “şişirilmiş güzellikler” sunsalar da Paris’i hissettiremezler...

Paris Seine nehri kenarında, duvara yaslanan bir sıcak öpüşmeyle hissedilir...

***

Berlin; Kurfürstendamm ya da kısa adıyla Ku’damm’da; yol boyu müşteri arayan randevu evi kadınları “cazibeli bir turistik resim” verebilir...

Ama Platz Der Luftbrücke’deki bira festivalinde bulunan gerçek Berlin’li kadınlar; “Almanların faşist bir ulus olmadığını ispatlar...”

***

Şehirler kadınsız olamazlar...

Aşksız hiç olamazlar...

Savaşlarda bile aşklar yaşanır...

Ölüm bile aşkı öldürmez yaşatır...

Hayat aşkla yaşanır...

DİĞER YENİ YAZILAR