35 yıldır vizeyle yaşadığımız Avrupa...

“Bir yıl önce Almanya’ya gitmiş olduğundan; İngiltere’ye bu yıl turist olarak gidebilmen artık mümkün olmuyor... Ancak eğitim amacıyla bir okula kaydolursan, ya da bir iş bulabilirsen gidebiliyorsun...” diyorlar, 1979 yılında bana...

***

Avrupa’nın henüz Türk vatandaşlarına vize uygulamadığı yıllar o yıllar;

Oysa Türkiye zaten kendi vatandaşlarının yurt dışına çıkma hakkını üç yılda birle kısıtlıyor...

***

Cambridge’deki okula kaydımı yaptırıyorum ve ancak kabul belgesini aldıktan sonra İngiltere’ye gidebiliyorum...

Sonraki yıl, bütün amacım Fransa’ya Paris’e gidebilmek...

Fakat yurt dışına çıkacak bütün yollar tükenmiş görünüyor...

***

Eğitim amacıyla Paris’te bir okula kaydımı yaptırmam kolay görünmüyor...

Turist olarak çıkamıyorum...

Bir arkadaşım;

-“Kültürel değişim programları var... Yaz kamplarında çalışıyor gençler... Onlara başvur... Kampa kabul edilirsen, Fransa’ya gidebilirsin...” diyor...

Sürprizi sona ekliyor:

-”Katılmak istediğin kamplarla ilgili senden üç ülke adı istiyorlar... Birincisinde yer yoksa diğer ülkelerdeki kamplara gideceksin...”

Haberin Devamı

-“Ben sadece Paris’e gitmek istiyorum...” diyorum...

-“Şansın elverirse gidersin...” cevabını veriyor...

***

“Fransa’da çalışma kampı talebim kabul edilecek mi edilmeyecek mi” sorusu haftalarca geriyor beni içten içe...

Bir süre sonra haber geliyor...

-“Fransa’nın Lille kentindeki çalışma kampına kabul edildiniz...” diye...

Paris’e gideceğim; Paris’tan Lille’e geçeceğim, onbeş günlük çalışma kampına katılacağım; sonra tekrar Paris’e dönüp orada kalıp, Türkiye’ye döneceğim...

***

Mutluyum...

Paris’e gidip “şartları uydurursam dönmemeyi bile aklımdan geçiriyorum...”

Ancak o günlerde çok önemli bir gelişme oluyor...

Ulusal Basın Ajansı’nda full time stajyer olarak gazeteciliğe başlıyorum...

Para kazanmıyorum; ancak aynı günlerde başlayan gazetecilik beni öylesine sarıyor ki; “Paris’e gidip kalmakla, full time gazetecilik yapmak arasında” duygusal olarak sıkışıp kalıyor kalbim...

***

Üniversitenin iki yılını bitirmiş, üçüncü sınıfa geçmek üzereyim...

Haberin Devamı

Okuduğum yılları çöpe atmak istemiyorum...

Paris’ten dönmek de istemiyorum...

Dönersem bir daha kolay kolay oralara gidemeyeceğimi biliyorum...

Okulda terör var...

Türkiye’de insanlar ölüyor...

Buna karşın burası benim ülkem...

Orası muamma...

Ne yapsam etsem, işin içinden çıkamıyorum...


BABAMIN; BENİM VE ÇOCUKLARIN PARİS’İ ARASINDAKİ FARKLAR...

Dün sabah erken saatlerden başlayarak saatlerce spor yapıyorum...

Askeri Müze’nin önünden kıvrılıp Seine nehrine doğru dümen kırdığımda, hiç farkında olmadan Paris’e ilk geldiğim otobüs durağını karşımda buluyorum...

Air France otobüslerinin, Invalid semtinde son durakları olan terminal çıkıyor karşıma aniden...

1980 yılının sıcak bir Temmuz öğleden sonrası otobüsten indiğim, hamala kalacak mütevazı bir otel sorduğum; arnavut taşlı otobüs durağı öylece karşımda duruyor...

***

Dört aylık stajyer gazeteci; 20 yaşındaki genç; hamalın ağzından dökülecek cevaba göre, Paris’teki rotasını belirleyecek...

Hiçbir semti, hiçbir yeri, hiçbir kimseyi tanımıyor o ana kadar Paris’te...

Haberin Devamı

Haritayı eline alıyor hamal ve işaretliyor:

-”Bu semte git sen... Orada kendine uygun bir otel bulursun...”

***

Dün sabah sporu bitirip otele geldiğimde çocuklarıma bakıyorum...

İlk kez beş yaşında Paris’e geliyorlar onlar...

Şehrin en ünlü otellerinden birinde kalıyorlar...

Babalarının, bir hamala sorarak, Kuzey Garı yakınlarında Jules Joffrin’de isimsiz bir otelde başlayan Paris macerası, 35 yıl sonra onlara yepyeni ufuklar açan bir mecranın vizyonu haline geliyor...

***

Babalarının Paris’teki ilk otelinin odasında sadece lavabo olduğunu hatırlıyorum...

Çocuklar ise, otelin avlusunda bulunan buz pateni pistinde buz pateni yapmasını öğreniyorlar...

Sabahın henüz aydınlanmayan alacakaranlık saatlerinde; bunları hatırlayıp hayata şükrediyorum...

Paris’e şükrediyorum...

Tanrı’ya şükrediyorum...

İçimi tarifsiz bir sevinç ve mutluluk kaplıyor...

***

Babamın kendi hayatını anlattığı; benimle arasındaki yaşam standartının uçurumlarından bahsettiği anılar geliyor hatırıma...

Şimdi ise ben; çocuklarımla aramdaki Paris uçurumu karşısında irkiliyorum...

Haberin Devamı

Jules Joffrin...

İsimsiz otel...

Lavabolu oda...


35 YIL SONRA VİZE KALKARKEN, DUVAR YIKILIRKEN...

1980 yılında vizesiz olarak ilk ve son kez gidiyorum Paris’e...

O yılın Ekim ayında Fransa vize koyuyor ve bir daha ne Almanya’ya, ne Belçika’ya, ne Hollanda’ya, ne Lüksemburg’a, ne de bir süre sonra başka bir Batı Avrupa ülkesine Türk vatandaşları vizesiz gidebiliyorlar...

***

Esasen zaten o yıllarda vizeyi Fransa ve Avrupa değil, Türkiye uyguluyor çaktırmadan bizlere...

Üç yılda bir yurt dışına çıkabiliyor o yıllarda Türk vatandaşları...

Üç yılda bir çıkışta en fazla 500 dolar yanına alabiliyor...

Ha Avrupa vize koyuyor, ha kendi ülken yurt dışına çıkmana izin vermiyor...

Ali’nin külahı Veli’ye...

Veli’nin külahı Ali’ye...

***

Ne yapacağımı nasıl kalacağımı bilemeden, geçiriyorum Paris’te günlerimi, haftalarımı, ayımı...

Kısıtlı param yavaş yavaş sıfırı tüketiyor...

Ufukta hiçbir ümit ışıltısı görünmüyor...

Dönmek zorundayım Türkiye’ye...

Dalgınlığa gelip, birkaç gün daha kalırsam, otel param bile çıkışmayacak ve nezarete atacaklar beni...

***

Bir sabah çok erken saatlerde; tıpkı dün gibi karanlıkta, otelin tek resepsiyonistine son paramı ödüyor ve metroya binmek üzere Jules Joffrin’den ayrılıyorum...

Haftalar önce geldiğim noktaya Invalid’deki otobüs terminaline geliyorum...

Air France’ın otobüsüne biniyorum...

Hava yağmurlu, yollar ıslak...

Yolda alacakaranlık yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyor...

Havanın tam ağırdığı o melez dakikalarda;

-“Sana bir gün başka türlü geri döneceğim Paris...” diyorum...

***

Dün Volkan Bozkır;

-“Bu Ekim’de Avrupa’ya Türk vatandaşları artık vizesiz gidebilecekler... Avrupa Birliği ile anlaşma sağlandı...” diyor...

Oğlum bu satırları yazarken yandaki odadan yanıma geliyor...

Gece kıyafetini giymiş, papyonunu takmış, saçlarını taramış, yemeğe çıkmayı bekliyor...

Büyük kızım babasının aldığı siyah, küçük kızım da beyaz fırfırlı gece eteğiyle çıkıyor karşıma...

15 yıl önce (dün) büyük kızım...

8 yıl önce (bugün) iki çocuğumun annesi hayatıma giriyor... Tanrı’nın hayatıma katacağı iki çocuğun doğumuyla ilgili iradesini gerçekleştiriyor...

***

Önümüzdeki yıl Ekim ayında, çocuklar ve kendim için aldığım üç yıllık vize sona eriyor...

Artık bir daha vize almayacağız sanıyorum...

Örülen duvarın 35 yıl sonra yıkılacağını hissediyorum...

DİĞER YENİ YAZILAR