Monica Seles; 30 yaşında bir gazetecinin doğmamış kızına yönelik rüyası...

Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nın finalinde, Steffi Graf’la karşılaştıktan sonra o talihsiz olay başına geldi Monica Seles’in...

En sevdiğim kadın tenisçiydi...

Yüreğiyle; haykırarak topa vurur, tüm coşkusu ve vücudundan fışkıran enerjisiyle oynardı tenisi...

Alman Steffi Graf’ın kortlarda fırtına gibi estiği yıllardı...

Monica ise, çok genç yaşına rağmen, muhteşem bir tenis oynuyor; yüreğinin götürdüğü yere; tenisin bir numaralı koltuğuna doğru adım adım yürüyordu...

***

Atina’da gazetecilik yapıyordum...

Yunan başkentinde beş yıldan fazla bir zamandır bulunuyordum...

Şehir zihinsel olarak kontrolümdeydi...

İlişkiler, sorunlar, Yunan başkentindeki gazetecilik noktaları, ezberimdeydi...

Kentin siesta saatlerinde 15-18 arası, home office şeklinde dizayn ettiğim evimde; dünya tenisinin belli başlı şampiyonalarını izliyor; kadın; erkek favori tenisçilerimin maçlarını kaçırmamaya çalışıyordum...

***

Monica Seles; dünyanın bir numaralı kadın tenisçisi olmaya doğru gidiyordu...

Ben daha o yolun çok başlarındayken onu keşfetmiş; izlemeye almıştım...

Haberin Devamı

Turnuvalarda; ikinci turdan, en geç, çeyrek finalden itibaren maçlarını izlemeye alıyordum Seles’in...

Steffi Graf’ın “cool” tavrına karşın; Monica Seles; heyecanlı, coşkulu, her vuruşun sonunda topa vurmayla birlikte yaptığı haykırışlarıyla; Sırp kökenli olmasına rağmen; tam bir Akdeniz’li tenisçi imajı yaratıyordu...

***

Monica’yı seyrederken; istikbalde bir gün kızım olursa; onu tıpkı Monica gibi dünya çapında bir tenisçi yapmayı düşlerdim...

30 yaşındaydım henüz...

Atina’da, eşinden birkaç yıl önce boşanmış; hayatında yeni bir evliliğe yer olmayan bir konumdaydım...

Gazetecilik mesleğinin labirentlerinde ve basamaklarında kaybolmadan, yukarılara çıkmaya çalışıyordum...

Sadece kalbimden geçen, o safiyane niyetten ibaretti; Monica ve ilerde olmasını düşlediğim kızımla ilgili rüyalarım...

******

DÜNYANIN BİR NUMARASI OLDUĞU MAÇ VE O TALİHSİZ OLAY...

Monica Seles; 30 yaşında bir gazetecinin doğmamış kızına yönelik rüyası...

Monica Seles; benim Atina’daki son iki yılımda, turnuvaları birer birer kazanarak, yukarılara doğru tırmanıyordu...

Haberin Devamı

Adı 1 numara ile 2 numara arasında gidip geliyordu...

Steffi’ye göre daha gençti ve gelecek onundu...

***

Bense o yıllarda, gazeteciliğimin yine en zorlu virajlardan birini yaşamak üzereydim...

O keskin viraj beni; her şeyi bir kenara bırakarak; Atina’dan kopartacak ve hayata sıfırdan başlamak üzere doğduğum kente İstanbul’a doğru savuracaktı...

***

Yedi yıl sonra, doğduğum kentte sıfırdan başladığım hayat mücadelesi, beni dünya tenis şampiyonalarından uzak bırakmıştı...

Haberleri gazetelerden göz ucuyla izliyor; Seles’in bir numara olup olmadığına bakıyordum sadece...

Maçlarını izleyemez hale gelmiştim...

Televizyon programları, arka arkaya gelmeye başlamış hayatım inanılmaz bir ivme kazanmıştı...

***

1993’de Avustralya Açık’ta Steffi Graf’la karşılaştı Monica...

Maçı, finali kazanırken; Avustralya Açık’ı üçüncü kez kazanıyor; dünyanın bir numaralı kadın tenisçisi olduğunu dosta düşmana tescil ediyordu...

Haberi okuduğumda tebessüm etmiş; geçmiş bir rüyanın Monica’da gerçekleşmesinden mutlu olmuştum...

Haberin Devamı

***

Ekim ayında Hamburg’daki tenis turnuvasında; inanılmaz bir talihsizliğin Monica’nın başına geleceğini elbette o sırada bilemezdim...

Gunter Parche 39 yaşında işsiz bir Doğu Alman vatandaşıydı...

İddiaya göre, Monica’nın en büyük rakibi Steffi Graf’ın hayranıydı ve Monica’nın Steffi’yi birkaç ay önce yenerek şampiyon olmasını hazmedememişti...

***

Monica; Bulgar tenisçiyle oynarken, ikinci setin sonlarına doğru, Gunter Parche tribünlerden korta yaklaştı ve Monica’nın sırtına 25 santim uzunluğundaki bıçağı sapladı...

Monica yere yığıldı...

Tenis maçının ortasında, rakibinin bir fanı tarafından saldırıya uğramış, boynundan yaralanmış, tenis hayatı büyük ölçüde tehlikeye girmişti...

Yaşadığı psikolojik şok ise inanılmazdı...

***

O sırada maç yaptığı rakibi Bulgar kadın tenisçi, korkusundan ağlamaya başlamıştı...

Monica ağlamıyordu; ancak kan akıyordu sırtından ve ağır bir psikolojik şok geçiriyordu...

***

Tam 27 ay ayrı kaldı tenisten...

27 ay sonra katıldığı Kanada Açık Tenis Turnuvasını kazandı...

Haberin Devamı

Grand Slam turnuvalarında çeyrek finaller gördü...

Dünya tenis sıralamasında kadınlarda yeniden 4. sıraya yükseldi...

Ama eski günlerine bir daha tam anlamıyla dönemedi...

Gerçekte kim olduğu ve niye yaptığı belli olmayan Gunter Parche, Seles’in hayatının kırılma anına imzasını atmıştı...

*****

“TENİS AŞKTAN ÇOK DAHA ZOR...”

Monica Seles; 30 yaşında bir gazetecinin doğmamış kızına yönelik rüyası...

O Monica geçen hafta; TEB BNP Paribas İstanbul CUP için İstanbul’a geldi...

Efsane tenisçi kız; 41 yaşına gelmişti...

Onu Atina’da izlerken henüz 18 yaşındaydı Monica...

***

“Tenis aşktan çok daha zor...” diyordu İstanbul’da verdiği röportajında...

İstanbul’a hayran olduğunu söylüyor; “15 yaşında bile aşık olabiliyorsunuz... Ama tenis süreklilik istiyor... Biz tenise genç başlayıp, erken yaşlandık...” diyordu...

-”Şimdi daha geç profesyonel oluyorlar...”

***

Monica’nın haline baktım...

41 yaşında yine asil bir kadın olarak duruyordu...

Kadın tenisçilerin, üzerinden geçen yıllara rağmen, asaletlerinden ve zerafetlerinden hiçbir şey kaybetmemelerini; Chris Evert’i gördüğümde de fark etmiştim...

61 yaşındaki Chris sanki 40’lı yaşlarında bir prenses gibi duruyordu...

Monica da öyle...

***

Atina’da 30 yaşındaki gazeteciye ve o yıllardaki rüyasına gelince...

Önceki gün sabah saatlerinde gazetecinin 6 yaşındaki kızı, ikizi erkek kardeşiyle birlikte tenis antrenmanından çıkıyordu...

Hocaları 50 vuruşun 50’sini de mükemmel vurduğunu söylemişti küçük kızla erkek kardeşinin...

İki kardeş; her sabah tenis antrenmanında, birlikte tenis çalışıyorlar, forehand, backhand, smash vuruşları yapmaya çalışıyorlardı...

***

Bruce Willis’in başrölünü oynadığı The Kid isimli bir filmi vardır...

Hayatı, çocukluğu, gençliği, kariyeri, olgunluğu ve yaşlılığı “rüyalarıyla birlikte” muhteşem bir kurguyla anlatır o film...

The Kid; kim bilir nereden geldi şimdi o film aklıma...

DİĞER YENİ YAZILAR