Sütçü bir babanın oğlu...

Gordon Summer 1951 yılının Ekim ayında sütçü bir babanın ve kuaför bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi...

Hayatının başlangıç yıllarında yaşamının olağandışı olacağını gösteren hiçbir şey bulunmuyordu... Annesinin kuaförlük mesleği dışında almış olduğu klasik piyano eğitimi dışında...

***

Yatılı bir erkek okulunu bitirdi...

Okul yıllarından hatırladığı iki bin kişilik erkek öğrencinin bulunduğu okulda zaman zaman dayak yediği ve kızlarla nasıl konuşulacağını bilmediğiydi...

-“16 yaşına kadar etrafımda hiç kız yoktu... O zamanlar bir dans kulübüne gidip, bir kıza yaklaşıp, tüm cesaretinizi toplayarak; ‘Affedersiniz bir dans edebilir miyiz lütfen?..’ diye sormak yapabileceğimiz en büyük kahramanlıktı...

Kız bizi umursamadan tavana bakar, cevap bile vermezdi...

Biz de teşekkür eder ayrılırdık yanından...” diyecekti o günleri anlatırken yıllar sonra...

*****

KUAFÖR ANNESİ...

Annesi kuafördü Gordon Summer’ın...

Bir özelliği daha vardı...

Klasik piyano eğitimi almıştı...

Çocuğuna da klasik piyano eğitimi verdi...

Haberin Devamı

Müziğe yeteneği olduğunu o sırada keşfetti anne...

Çocuk piyano eğitiminin avantajıyla bir süre sonra burslu okudu okulda...

Ama esas ilgisi “gitar”aydı çocuğun...

***

Okulunu bitirdikten sonra erken yaşta evlendi...

İngilizce öğretmenliği yapmaya başladı...

Ayrıca futbol koçluğu da yapıyordu...

Yine hayatında olağandışı hiçbir şey gözükmüyordu...

Öğretmenliğin parası çok düşüktü...

Ayrılmak istediğini ve şansını müzikte denemek istediğini söyledi...

-“Emekliliğini yakıyorsun...” dediler...

-“Olsun neyi yakacaksam yakayım; ben ayrılıyorum...” dedi...

***

Steward Copeland ona bir telefon numarası vermişti...

-“Londra’ya gelirsen bana bir telefon et...” demişti...

Londra’ya gittiğinde, elinde o telefon numarasından başka hiçbir şey yoktu ve yapabileceği tek şeyi yaptı; Steward’ı aradı...

-“Londra’ya geldim, seni aradım...” dedi...

-“Neredesin şu anda?..” diye sordu Steward...

-“Gerçeği söylemek gerekirse, evinin olduğu caddedeyim...” cevabını verdi...

*****

FAHİŞE...

Roxanne şarkısı ilk çıktığında İngilizlerin dünyaca ünlü radyo televizyon kuruluşu BBC parçayı yasakladı...

Haberin Devamı

Bir fahişenin hayatını anlatıyordu şarkı...

-“Sokakta iş tutan fahişeleri gördüğümde, acaba aşk hayatları nasıldır fahişelerin?.. diye sordum kendi kendime...” diyecekti...

-“İki boyutlu aşk ilginç değildir... Yani ben seni severim... Sen beni seversin... Bunun üstüne pek fazla tema çıkmaz...

Ama aşk üç boyutlu olursa; Sen onu seversin; ama o başkasını sevmektedir... İşte o zaman ilginç bir konu yakaladın; demektir...”

*****

POLİS...

The Police isimli bir grup kurdu...

Bütün İngiliz gruplarının rüyası gibi Amerika’ya açılmayı denedi... Amerika’daki ilk konserlerinde; salonda sadece üç dinleyicileri vardı...

***

-“Dinleyiciler 3 kişiydiler... Biz de The Police grubu olarak zaten 3 kişiydik...Üç kişi söylüyor...

Üç dinleyici de salonda dinliyordu...

Fakat dinleyiciler salonun başka başka köşelerinde oturuyorlardı...

***

-“Öyle farklı yerlerde ve uzakta oturmayın... Yakına gelin, bari tanışalım; dedim... Yakına geldiler, oturdular ve tanıştık...

Haberin Devamı

Meğer her üçü de Amerika’da yerel radyolarda çalışan DJ’lermiş...

‘Biz sizin parçalarınızı çalıyoruz radyolarımızda hep...’ dediler...

Seyircinizi asla küçümsememek lazım... Bunu anlamıştık...”

*****

Sütçü bir babanın oğlu...

DÜNYANIN EN KARİZMATİK ROCK ŞARKICILARINDAN BİRİ...

Anlattığım bu insan; dünyanın en büyük rock şarkıcılarından biri...

Adı Sting... Arı iğnesi anlamına geliyor...

Grupta şarkı yaparken, bir gün giydiği enleme çizgilerden oluşan sarı siyah formayı gören grup arkadaşları tarafından arıya benzetildi...

Onun için ona ona “stinger” dediler...

Adı daha sonra kısaltılarak Sting olarak kaldı...

***

Sütçü babasından, kuaför annesinden, yatılı erkek okulunda dayak yemesinden, kızlarla konuşamamasından, fahişe parçasından, parçasının BBC’de yayınlanmamasından, konserinde salonda hepsi hepsi 3 kişinin bulunmasından bahsettiğim adam; dünya sözlüklerinde “karizma” sözcüğünün karşısında resmi yer alan adamdır...

Sting’dir o...

*****

SHAPE OF MY HEART... ENGLISH MAN IN NEWYORK... DESERT ROSE... RAISE AND FALL... FRAGILE...

Haberin Devamı

Sting’in dünya klasiği olan ve milyonlarca insanı derinden etkileyen; hangi parçasından burada söz edeceğimi bilemiyorum...

Shape of My Heart mı?..

English Man in Newyork mu?..

Desert Rose mu?..

Fragile mı?..

Raise and Fall mu?..

Yoksa diğerleri mi?..

***

1979 yılında Londra havalaanına indiğimde, cebimde hiç kimseye ait, hiçbir telefon numarası bulunmuyordu...

Tek hazinem; içimdeki taşıdığım umut ve heyecandı...

Bir süre Londra’da kaldıktan sonra Cambridge’e gittim; orada okuduğum okulda, hayatımın yeni bir penceresine açıldım...

***

O günler onun Londra’da The Police grubunu kurduğu ve kendisine müzik piyasasında bir yer edinmeye başlamaya çalıştığı yıllardı...

Sonra hayatımı etkileyen parçaları birer birer yapacak ve beni derinden sarsacaktı...

Shape Of My Heart (Kalbimin Şekli) parçası ise, onun ve yapılmış tüm parçaların ötesinde bir parça olacaktı hayatımda...

*****

“ELLERİM SENİNKİLERİN KOPYASI BABA...”

Hayatımın parçasını söyleyen, dünyanın en iyi rock şarkıcılarından biri olan, adı karizmayla birlikte anılan adamın; sütçü olan babası, uzun yıllar boyunca onun yaptığı işi hiç ciddiye almadı...

-“Ne zaman doğru dürüst bir iş yapacaksın sen oğlum?..” diye sordu...

Ancak ölüm döşeğindeyken hiç beklemediği bir olay oldu...

Babasına “Bak baba; ellerimiz aynı... Benimkiler adeta seninkilerin bir kopyası” deyince;

Babası ona hiç beklemediği bir cevap verdi:

-“Evet ama sen o elleri, benden daha çok daha iyi kullandın oğlum...”

***

Sting; babasının bu sözünü hiçbir zaman unutmadı...

Oğlum doğduğunda ellerine baktım...

Ellerimin aynısıydı...

Sting’i hatırladım...

Babasının sözlerini...

Ben de usulca;

-“Umarım, o elleri benden daha iyi kullanacaksın yavrum...” dedim...

Elini elimin üstüne koydu...

Minyatürümü izledim bir süre...

İçimde; Shape Of My Heart çalıyordu...

DİĞER YENİ YAZILAR