İnsan satmamamın imtihanını yaptığım Cüneyt Arcayürek...

Hürriyet gazetesinin devletin gazetesi olduğunu bilirdim de, Hürriyet gazetesinin devletin her şeyiyle nüfuz ettiği bir gazete olduğunu bilmezdim...

Cüneyt Arcayürek Hürriyet gazetesinin Ankara’daki en önemli “muhabir-yazar-yönetici”siydi...

Yakaladığı ve manşetten yayınladığı özel haberler; benim gibi mesleğe yeni başlayan bir gazeteci için; “hayaliyle” mutlu olunacak kadar önemli ve mucizeviydi...

***

Onu; Johnson Mektubu haberiyle, Ordu Uyarı Mektubu verdi manşetiyle kuyruklu bir yıldızı seyreder gibi seyrederdim...

Milliyet gazetesinin Ankara Bürosu’na geleceğini duyduğumda, onun gibi bir ustanın yanında çıraklık edeceğim, gazetecilik öğreneceğim için çok mutlu olmuştum...

Cüneyt Arcayürek Ankara’nın “kulağı en delik gazetecisiydi...”

***

Ankara büro temsilcisi rahmetli Orhan Tokatlı’ydı... O güne kadar Tokatlı’yla özel bir yakınlığım olmamıştı...

Hatta bir gün bana iftira atarak Tokatlı’yı doldurmuşlar; onu kızdırarak beni bürodan kovdurtmaya kalkmışlardı... Orhan Tokatlı son anda beni görünce durumu anlamış; sevgi göstermiş “göreve devam etmemi” istemişti...

Haberin Devamı

***

Tokatlı’nın o gün bana gösterdiği yakınlığı ve sevgiyi hiç unutmamıştım...

Evlenmeye karar verdiğimde Orhan Tokatlı’ya gidip;

-”Abi nikah şahidim olur musunuz?..” demiştim...

O da;

-”Olurum...” demişti...

Bu olaydan sadece bir iki hafta sonra bomba patlamıştı...

Cüneyt Arcayürek ekibiyle Milliyet Ankara bürosuna geliyordu...

Büro şefi olacaktı...

***

Aldığımız haberler Tokatlı’yla Arcayürek’in arasının iyi olmadığı ve birbirleriyle pek görüşmeyeceği şeklindeydi...

Milliyet’in Ankara bürosu kabak gibi ortadan ikiye bölünmüştü...

Orhan Tokatlı’dan yana olanlar...

Cüneyt Arcayürek’ten yana olanlar...

***

Genç bir muhabirdim...

Milliyet gazetesine başlayalı henüz iki yıl bile olmamıştı...

Mesleğimi öğrenmek ve iyi bir gazeteci olmak istiyordum...

Böylesi bir mesleki kavgadan parsa toplama, rant elde etme yollarını bilmezdim...

İstemediğim bir durumdu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum...

***

1983 yılının Mart ayının son günlerindeki nikah törenim Milliyet’in Ankara bürosundaki “kavga”yı doruğa çıkarttı...

Haberin Devamı

Nikah töreninden birkaç gün önce, Cüneyt Arcayürek’e yakın benden büyük bir muhabir arkadaş yanıma geldi...

-”Nikah şahidin Cüneyt Abi olacak değil mi?..” dedi...

-”Orhan Tokatlı olacak...” dedim...

-”Onun nikah şahidim olmasını Cüneyt Abi göreve gelmeden önce istemiştim...”

Yüzüme hayırlı bir şekilde bakmadı...

***

Cüneyt Abi’yi, eşimin nikah şahidi de yapamıyordum... Eşim; onda emeği olan Nihat Subaşı’nın nikah şahidi olmasını istemişti...

Cüneyt Abi’ye davetiyeyi elden verdim, durumu izah ettim...

-”Kendisinin gelmesini çok arzu ettiğimi” belirttim... Ne Cüneyt Abi, ne birlikte geldiği Önder Şenyapılı ne de Derya Sazak gelmediler nikah törenime...

Milliyet’in Ankara Bürosunun; yarıya yakın bir bölümü gelmedi nikah törenime...

Evlilik törenim Ankara büroda hiç istemediğim bir “bölünmenin arenası” haline gelmişti...

Balayı değil, azap ayları başlıyordu benim için...

NİKAH TÖRENİM CÜNEYT ABİ’YLE İLİŞKİMİ BOZACAKTI...

1983 yılının Mart ayından 1984 yılının yaz sonuna kadar, yaklaşık 1.5 yıl Cüneyt Arcayürek’le çalıştım... Rahmetli Arcayürek hiçbir zaman unutmadı tam büroya geldiği sırada nikah şahitliğini Orhan Tokatlı’ya verdiğimi... Benim için ise, Cüneyt Abi; muhteşem bir gazeteciydi... Ondan hiçbir yerde hiç kimseden öğrenemeyeceğim gazeteciliği öğrenecektim...

Haberin Devamı

Öğreniyordum da...

***

Fakat bende emeği olan bir insanı, yeni gelen “Cüneyt Arcayürek gibi muhteşem bir gazeteci olsa bile satamazdım...”

Böyle bir yalakalık yapamazdım...

Kendime olan saygımı yitirirdim...

***

O günden sonra, rahmetli Cüneyt Abi beni hiçbir zaman kendi ekibinden saymadı...

Hep bir mesafe koydu aramıza... Her haber toplantısında, topun ağzında ben olurdum...

Önce beni eleştirirdi...

***

Buna karşın bazı günlerde içindeki gazetecilik damarı tutar; gazeteciliğimi teşvik etmek için, bana manevi destek verirdi... Nadir olurdu bu durum... Ama benim için çok kıymetliydi o anlar...

***

Ona bir gün bile saygısızlık yapmıyor, deliler gibi çalışıyor, ne görev verirse yapıyordum...

Haberin Devamı

Turgut Özal’ın Anavatan Partisi büyük sürpriz yaparak tek başına iktidar olmuştu...

1983 Kasım’ının başıydı... -”Hadi bakalım Küçük Ekselans...” dedi...

-”Yapabiliyorsan git Turgut Özal’la bir görüşme yap da görelim... Bakalım gazeteci misin değil misin?..”

***

Kinayeli söylüyordu bunu... Morali bozuktu... Arcayürek; Demirel’e çok yakın bir gazeteciydi... Özal’ın tek başına iktidar olmasından hiç haz etmemişti... O sinirle; her zaman Orhan Tokatlı’yı satmadığını bildiği tıfıl gazeteciyi görmüş; -”Hadi gazetecilik yapabiliyorsan, Özal’la görüş de görelim...” diye ironi yapmıştı...

***

Hiç ses etmedim...

-”Olur uğraşırım Cüneyt Abi...” dedim...

Olmayacak bir şeydi...

Turgut Özal o gün gayr-ı resmi olarak Başbakan olmuştu... Tek meselesi Kenan Evren kendisine görevi verecek mi vermeyecek mi, onu bilmekti...

***

24 yaşında tıfıl bir Milliyet muhabiri, kapısının önünde yüzlerce yerli yabancı gazeteci beklerken nasıl evine girecekti?..

***

Milliyet bürosundan çıkarken, rahmetli Örsan Öymen’i gördüm... Milliyet’te yazılarıyla ortalığı birbirine katan; Türkiye’de ismi çok etkili bir gazeteciydi... Görevi Kenan Evren’den alıp alamayacağı hala belli olmayan Turgut Özal için hayati önemde bir yerde Köln Radyosu’nda çalışıyordu...

***

Özal’ların Farabi sokağındaki evine gittim... Kapıdaki gazetecileri aştım ve kapıyı çalıp açılmasını bekledim;

Bir bayan görevli açtı...

Görevliye kendimi tanıttım...

İsmim ve kimliğim kapıdaki hanım için hiçbir şey ifade etmiyordu...

Ona şöyle söyledim:

-”Aşağıda Örsan Öymen var... Ben Örsan Öymen’i getirdim... Kendisi Turgut Bey’i ziyaret etmek istiyor... Turgut Bey’e haber verir misiniz?..”

Kadın pek bir şey anlamadan içeri gitti...

Kısa bir süre sonra geldi...

-”Buyursun gelsin... Yalnız sadece Örsan bey gelecek...” dedi...

***

Ona birlikte olduğumuzu benim de onun gibi Milliyet’te çalıştığımı söyledim ve Örsan Abi’yi aşağıdan çağırıp, birlikte evine içine girdim...Özal eşofmanlıydı ve televizyon haberlerini izliyordu... Ev ana baba günüydü... Örsan Abi Alman radyosu için sorularını sordu... Ben de Milliyet gazetesi için sorularımı araya sıkıştırdım...

***

Evden çıktığımızda, mutluluktan uçuyordum... Turgut Özal’la seçimleri kazandığı gün röportaj yapan tek gazeteciydim...

24 yaşındaydım... Ve henüz stajyerdim...

Cüneyt Abi’yi aradım... -”Yapabildin mi röportajı bakalım?..” diye sordu...

Sesi hala kinayeliydi...

-”Yaptım...” dedim...

***

Telefonun öbür ucundan bir an hiç ses gelmedi... Çok tecrübeli bir gazeteciydi...

Böyle bir anda yanlış bir şey söylememesi gerektiğini biliyordu...

-”Yarına hazırla röportajı... İstanbul’la konuşurum; manşet yaptırırız haberi...” dedi... -”Aferin sana...”

***

Cüneyt Abi’nin bürodan ayrıldığı gün, Ankara bürosunda sevinenler, oynayanlar, hoplayıp, zıplayanlar vardı...

Benim ise öyle bir şey yapmak hiç içimden gelmedi...

Hatta o günlerde yazılan kitaplardan birinde “benim de o çiğ kutlamaların içinde yer aldığım” yazıldı...

Yalandı...

Oysa hiçbirinde yer almamıştım...

Üstelik Cüneyt Abi’nin gidişine içten içe üzülmüştüm...

Üzerimde emeği olduğuna inanıyordum...

Gazetecilikte “acar muhabirliği” ondan öğrenmiştim...

***

Onu bir gün bir yerde yakalayıp;

-”Abi senin bürodan ayrılma haberinden sonra, çiğ kutlamalar yapan ben değildim...” demek istedim...

Nikah şahitliği olayında olduğu gibi, yine inanmaz diye demedim, diyemedim...

İnsan satmamamın imtihanını yaptığım Cüneyt Arcayürek...

ARCAYÜREK JOHNSON MEKTUBUNU, ÇAĞLAYANGİL’DEN ALMIŞTI...

Arcayürek’in en önemli iki haberinden biri, “Amerikan Başkanı Johnson’un, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda uyaran mektubuydu...”

Yıl 1964’dü ve İsmet İnönü Başbakan’dı...

Johnson’un Mektubu ortalığı birbirine katmış; Türk-Amerikan ilişkilerinde “Kıbrıs ipoteğinin sürgit devam edeceği çok zor bir dönemin başlangıcı” olmuştu...

Johnson’un mektubunun adresi o sırada Başbakan olan İsmet İnönü’ydü...

***

Ankara bürosundaki içli dışlı çalışma günlerimizde, bir gün Cüneyt Abi’nin uygun anını kollayıp, içimde süren merakı gidermek istedim...

-”Abi...” dedim...

-”Johnson Mektubu haberinin kaynağı kimdi?..”

Yüzüme baktı...

Söyleyip söylememe arasında, bir an tereddütte kaldı...

***

Yaptığı işin nasıl yapıldığının genç bir gazeteci tarafından bilinmesini istiyordu...

Beri taraftan, “haber kaynağını söyleyip söylememe konusunda” müteredditti...

Sonunda söyledi...

-”Çağlayangil verdi...” dedi...

-”İhsan Sabri Çağlayangil... O biliyordu... Onun haberi vardı... Her şeyden haberi olurdu onun...”

***

Cüneyt Abi; haberi koklayan, onu hisseden ve bir atmaca gibi hedefe kitlenen bir gazeteciydi...

O bana ne kadar inandı bilmem...

Fakat o benim için çok değerli bir Usta’ydı...

DİĞER YENİ YAZILAR