Polis gözaltısında; ateşli havaleden sakat kalan bir bebeğin hikayesi...

28 Mart 1982'de polis bir evi basıyor...

Bayrampaşa'daki evde üç kişi bulunuyor...

Karı-koca ve dört gün önce doğan yavruları...

Polis babanın erkek kardeşinin, 12 Eylül'den önce işlenen Nihat Erim suikastinin azmettiricisi olduğu gerekçesiyle arandığını söylüyor...

Kardeşinden dolayı "şüpheli" sıfatıyla babayı içeri alıyorlar...

O sırada daha kötü

bir şey oluyor...

***

Anne polis baskınının olduğu geceden dört gün önce bebeğini doğuruyor...

Yeni doğum yapan annelerde sıkça görülen lohusa sendromu geçiriyor o sırada...

Bebek dört günlük ve evde ona annesinden babasından başka bakacak kimsecikler yok...

Bugün 32 yaşında olan genç adamın hayatının kaderi o gün orada dört günlük bir bebekken, ve olanlardan habersizken belirleniyor...

***

Polis anneyi de "şüpheli" sıfatıyla "merkez"e

alacaklarını söylüyor...

Tarihler 28 Mart 1982 gecesini gösteriyor...

Anne baba polis nezaretinde merkeze götürülürken; dört günlük bebeklerini komşuya bırakmak zorunda kalıyorlar...

-"Ne olur siz bakın... Bizim şu anda elimizden hiçbir şey gelmiyor..." diyerek...

Haberin Devamı

***

Anne baba polis gözetiminde iken daha da kötü bir şey oluyor;

Bebek ateşleniyor...

Ateşli havale geçiriyor...

Ateşli havale durumlarında; doktorlar

bebeğin üstünün hemen açılmasını, ılık su ile vücudunun silinmesini, yine ılık suyla duş aldırılmasını, alın ve kasıklara ıslatılmış havlu konmasını ve ateş düşmüyorsa, doktora gidilmesini öneriyorlar...

Doğal olarak bebeğe bunlardan hiçbiri yapılamıyor...

Bir haftalık bebeğin beyni, geçirdiği ateşli havale ve arkasından meydana gelen komplikasyonlar sonucu hasar görüyor ve kaslarına komut veremez hale geliyor...

***

Anne 12 gün sonra, baba ise 90 günlük sürenin sonunda dışarı çıkıyor...

Baba daha sonra çocuğunu ameliyat ettirse de fayda etmiyor ve beyindeki hasarın bir bölümünü

yok edemiyor...

O günden beri; 32 yıldır baba Fikret Şahin, hiçbir Pazar günü normal bir tatil yapmıyor...

Yataktan çıkamayan çocuğunun, temizliğini ve bakımını kendi elleriyle her Pazar günü beş saat süreyle yapıyor...

O bebek bugün 32 yaşında genç bir adam...

Haberin Devamı

***

Baba ise ünlü bir ressam şimdi...

Adı Fikret Şahin...

Dün onu Beşiktaş Kültür Merkezi'ndeki sergisi esnasında görüyorum...

Çocukları tiyatroya götürüyorum...

Antraktta; resim sergisini görüyorum...

Yanıma geliyor ve uzun bir sohbetin sonunda laf lafı açarken hayatının bu dramatik öyküsünü anlatıyor...

Çocuğunun beynindeki hasardan mütevellit yatalak durumu ona çok koyuyor...

Hayatını değiştiriyor...

Dönemin siyasi ve mülki sorumlularıyla birlikte, belki de "kendisini niye daha fazla bir şey yapamadım" diye yiyor...

Onun için; resim sergilerinin gelirini "omurilik zedelenmesinden dolayı, yürüyemeyen, tekerlekli sandalyeye mahkum" hastalara aktarmaya karar veriyor...

***

Dün hiç beklemediğim bir ortamda, beklenmedik bir zamanda trajik bir 12 Eylül hikayesi dinliyorum...

O gün o bebek; orada kaderine terkedilmek zorunda mıydı acaba?..

O bebeği koruyacak hiçbir önlem

alınamaz mıydı?..

Ona ateşli havale geçireceği günlerde, yardım eli uzatacak, beyninde hasar meydana gelmesini önleyecek "insan hayatına değer veren" bir zemin oluşturulamaz mıydı?..

Haberin Devamı

İnsan hayatına karşı hoyratlık, bu ülkede darbelerden mi kaynaklanır?..

Yoksa bu coğrafyanın her daim yaşayan bir fıtratıdır da, darbelerle mi meşrulaşır?..

Tavuk mu yumurtadan;

Yumurta mı tavuktan?..

Çok fark etmiyor...

***

Bu coğrafyada insanların sakat kalması ya da ölmesi "politik bir rant sağlanmayacaksa" üzerinde fazla konuşulmayı gerektiren bir zaruriyet değil...

Omurilikten yatalak insanlara, yardım etmek isteyenler olursa, 29 Ekim'e kadar Beşiktaş Kültür Merkezi'nde Fikret Şahin'in resim sergisi devam ediyor...

Belki aramızdan bir tablo alan ve insanlığa katkı yapmayı düşünenler çıkabilir...

SARI KIRMIZI FORMALAR ARASINDA SARI LACİVERT KIYAFETLİ BEŞİKTAŞLI...

Dün sabah apar topar evden çıkıyorum...

Gardroptan seçtiğim lacivert kadife pantolonumla, içinde lacivert barındıran pötikareli gömleğimin üzerine; kırmızı kazağımı atıyorum...

Ancak kırmızının, gömleğin koyuya çalan rengini iyice kapattığını fark ediyorum...

Orada bulunan sıra kazağı üzerime geçirip, alelacele evden çocukları tiyatroya götürmek üzere çıkıyorum...

Haberin Devamı

Tiyatroda birşey olmuyor...

Öğleden sonra; geç bir öğle yemeği için Ayşe Nazlı'yla

buluşup, birlikte çocukları D&R'a götürmeye karar veriyorum...

***

Kanyon'daki AVM'de buluşmaya karar veriyoruz...

Kanyon'dan içeri girdiğimiz an; durumun absürdlüğünü fark edip gülümsemeye başlıyorum...

Kanyon'da o saatte bulunup, kafelerde oturan, yemek yiyen, vitrinleri gezen her dört kişiden üçü sarı kırmızı forma giyiyor...

Üç saate kadar Galatasaray Arena stadında Galatasaray-Fenerbahçe derbisi başlayacak ve sarı kırmızılı taraftarlar Kanyon'un altındaki metro istasyonundan iki durakta Arena stadına ulaşacaklar...

***

Galatasaray'ın Arena'da maçı olduğu günlerde Kanyon'daki AVM Galatasaray taraftarıyla dolup taşıyor...

Yemeğini yiyen, arkadaşıyla gelen, maç öncesi sohbet geyik için buluşan tüm taraftarlar, oradan Arena'ya gidiyorlar...

Hepsi sarı kırmızı forma ve kaşkollarla Kanyon'u dolduruyor...

Bütün bunların arasında dün, lacivert kadife ve sarı kazaktan oluşan, pötikare gömlekli kıyafetimle tam bir tezat oluşturuyorum...

Beşiktaş için Fenerbahçe'nin galip gelmesinin oluşturacağı bir avantaj olmadığından durum iyice "garip" bir hal alıyor...

***

Yüzlerce Galatasaray'lı taraftar beni o halde görüp, ilginç ilginç bana bakıyorlar...

Ayşe Nazlı Galatasaray'lı...

O da durum karşısında hayretini gizleyemiyor...

Bütün bu hengamenin arasında, bir ara Aziz Yıldırım'ın eşiyle karşılaşıp, kısa bir sohbet yapıyorum...

Galatasaray'lı taraftarlar Aziz Yıldırım'ın eşini o haliyle tanımıyorlar... Onun için benim sarı lacivert kıyafetli konumumun, Aziz Yıldırım'ın eşiyle maç öncesi yaptığım sohbetle soslandığını bilmiyorlar...

Fakat Ayşe Nazlı'ya durumu açıklamak zorunda kalıyorum:

-"Kızım bugünkü maçta Fenerbahçe'yi tutmuyorum... Senin takımın Galatasaray'ı da tutmuyorum... Sarı lacivert giymem tamamen bir tesadüf...

Ya da şöyle söyleyeyim... Bilinçaltım, Galatasaray formalı yerlerde gezeceğimi hissedip, tersini yapmış olabilir...

Kadıköy'e gitseydik, bu kez de muhtemelen sarı kırmızı ağırlıklı bir kıyafet giyerdim...

Ben o an için azınlıkta kalan fikirlerin ayakta kalarak yaşayabilmesinden, bilinçaltı bir zevk alıyorum...

Babanın meselesinin esası azınlıkta kalanların yaşam hakkının savunulması..."

DİĞER YENİ YAZILAR