Tuvalet önünde viyola çalan çocuklar!..

Zübeyde Hanım;

Kolej’de ilkokul üçüncü sınıfa geçen çocuğunun sanata özel bir ilgi duyduğunu fark etmişti...

Geçen Nisan ayının sonlarında onu, çocuk yaşta sanat eğitimi almak için yan okul uygulaması kapsamında Mimar Sinan Üniversitesi‘nin ilkokullar için açtığı sınavlara soktu...

Oğlu başarılı oldu...

Mimar Sinan Üniversitesi’nde ek eğitim olarak haftada iki gün ders alacağı sınavı kazandı...

Aile mutluydu...

Sanata; özellikle de müziğe yetenekli çocukları, daha ilkokul üçüncü sınıftan haftada iki gün Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Hocalarından ders alacaktı...

***

Öyküyü dinlerken; gözümün önüne önceki gece bir kez daha seyrettiğim Fame filmi geldi...

Manhattan 46. Cadde’de bulunan New York Performing Sohool of Arts’a (Uygulamalı Sanatlar Okulu) giren yetenekli gençlerin lisedeki dört yılını anlatan bir filmdi Fame...

Dünyada Türk düşmanlığını tetikleyen

Midnight Express (Geceyarısı Ekspresi) filminin yönetmeni ünlü Alan Parker tarafından çekilmişti film...

Soundtrack’i Fame parçasıyla, bütün dünyada trend yaratmış; yıllarca rating rekorları kıran televizyon dizisi olarak çekilmiş bir klasikti...

Haberin Devamı

***

Newyork’ta sanata istidatlı gençlerin, aldıkları eğitimi, nasıl eğilip, bükülüp şekillendirildiklerini;

Nasıl birer dans, drama ve müzik virtüözü olabildiklerini anlatıyordu film...

Filmin içinde; “Fame” müziğinin bestesini yapmış görünen Bruno’nun (Lee Curreri) babası taksi şoförü Angelo rolünü Eddie Barth oynuyordu...

Eddie Barth’ın taksi şoförü olarak Newyork trafiğini alt üst eden bir sahnesi vardı filmde;

Oğlu Bruno’nun Fame parçasının kasetini arabadaki kaset çalara takıyor;

Okulun önüne getirdiği taksinin üzerine taktığı hoparlörden, müziği caddeye veriyordu...

Sanat okulunun bütün gençleri, dışarı fırlıyorlardı;

Muhteşem bir koreografi eşliğinde, yüzlerce genç New York caddelerinde dans ediyordu...

Trafik duruyor, o keşmekeşte olaylar çıkıyordu...

Fakat gençler, arabaların üzerinde dans etmekten vazgeçmiyorlardı...

Müziğin, dansın, sanatın estetiğini ve vazgeçilmezliğini, muhteşem sokak koreografisyle anlatan olağanüstü bir sahneydi o...

Haberin Devamı

***

O sahneyi ve o gençleri izledikten birkaç saat sonra;

İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi’nin; Parasızlıktan içler acısı kalmış halini, öğrencilerin ve velilerinin ağzından dinliyordum...

Derslikler parasızlıktan kapatılmıştı...

Piyanolar parasızlıktan akord edilemiyordu...

300-400 dolar olan para bulunamadığından, yılda iki kez yapılması gereken akord yapılamıyor piyanolar ve diğer müzik aletleri kullanılamaz halde atıl bekliyordu...

Derslikler kullanılmaz haldeydi...

Kaderlerine terk edilmişti...

Akord edilemediği için enstrüman yoktu...

Sonuçta çocuklar viyolayı tuvalet önlerinde çalıyorlardı...

Müzik çalışacakları doğru düzgün derslikleri bile yoktu...

Üniversiteye para gönderilmiyordu...

Müziğe, sanata, dramaya, güzel sanatlara para kısılabildiği kadar kısılıyordu...

***

Elbette kimse sanata karşı değildi...

Kimse müziğe de karşı değildi...

Güzel sanatlara da hiç kuşkusuz...

Ne viyolaya ne kemana ne çelloya... Ne var ki;

Haberin Devamı

Hayat öyle bir şeydi ki;

Öncelik verdiğiniz şeyler, vermediklerinizi bir süre sonra hayattan silerlerdi...

Önce ilgisiz...

Sonra desteksiz...

En sonunda da;

Tuvalet önünde, sizi dersliksiz bırakırlardı...

Akordsuz viyolayı tuvalet önünde çalmaya mahkum olurdu çocuklar...

***

Türkiye’nin siyasetle yatıp kalkan Ortadoğu coğrafyasında; IŞİD meselesi varken;

Mimar Sinan Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi’nde “viyola çalmaya çalışan“ çocukların tuvalet önündeki dramları ezici çoğunluğa bir sorun olarak görünmeyecekti...

Tuvalet kapısının önünde viyola çalmaya çalışan çocuklar mağdurdan sayılmayacaklardı...

IŞİD’le savaş viyoladan çok daha önemliydi...

Fame filmi mi?..

O zaten; en ünlü aktörü AIDS’ten ölen bir “dejenerasyon dizisi“ değil miydi?!...

Kan, gözyaşı ve intikam; bu coğrafyanın trajik ikliminde; bitmek bilmez bir fasit dairenin çemberini çizen pergel vazifesi görürken;

Sanat okulunda viyola çalan öğrenciler; nokta ile virgül bile olamazlardı...

Kim bilir belki bir gün;

Haberin Devamı

Viyola veya bir başka sanat...

Siyasete hizmet etmese de, siyasetin önünde olacak?..

Belki de bu dediğimiz hiç olmayacak...

Biz de olmayacağız...

O zaman buralarda zaten...

Ne biz...

Ne de viyola çalan çocuklarımız!..

İMRALI’DAKİ YILMAZ GÜNEY...

İmralı dendiğinde akla Abdullah Öcalan geliyor...

Ancak çok uzun yıllar önce, Kürt kökenli, bir Türk sinemacısı, bir devrimci kalmıştı İmralı’da cezaevinde...

Yılmaz Güney’in İmralı’daki fotoğrafları nihayet yayınlandı...

Onlardan bir demet fotoğrafı paylaşıyorum...

Ailesinin “Yılmaz Güney Türk sanatçısı mı Kürt sanatçısı mı“ tartışmasında; “dev sinemacıyla ilgili açıklamalarını“ şimdi vermeyi uygun buluyorum...

Yılmaz Güney; içkili olduğu bir alkol ortamında, belki de hayatı boyunca azap ve ızdırap duyacağı bir hata yaptı ve bir hakimin ölümüne neden oldu...

Cezasını çekiyordu...

Cezaevinden kaçma nedeni, o olaydan aldığı ceza değil, ondan sonrası için; gelmekte olan yeni siyasi davalarla “içerde tutulması planlarına” karşı bir direnişti...

***

Ailesi bugün onunla ilgili çok önemli açıklamalar yapıyor...

Türk Sineması’nın 100. Yılı ve Adana içeriği bağlamında düzenlenen Yılmaz Güney söyleşisinde;

Güney’in kardeşi Yaşar Pütün çıkıyor ve şunu söylüyor:

“Ailesi olarak Yılmaz Güney’e ’Kürt sinemacısı’ denmesine şiddetle karşıyız... Biz birbirimizi tanıştırırken etnik kimlik kullanmayız; Arap Ali, Kürt Veli diye tanıtmayız kendimizi...

Etnik bölücülük mücadelesi verenlerin Yılmaz Güney üzerinden yürüttüğü kampanyanın ve hesaplarının farkındayız...

Yılmaz Güney bu vatanın evladıdır ve Cannes dahil olmak üzere her yerde ’Türk sineması’nı temsil etmiştir...”

Tarihten silinmek isteyen Kürt kökenli Türk sinema devinin ailesinin “tarihe düştüğü kayıtlardır bunlar...”

Bizim görevimiz tarihe düşülen bu notların silinmemesi için çaba göstermek...

DİĞER YENİ YAZILAR