Los Angeles... Gençlerin evlendikleri kumsallar... Kumsallardaki özgürlükler...

Beren Saat ile Kenan Doğulu isimli iki güzel ve sempatik genç Los Angeles’ın Malibu sahilindeki kumsalda evleniyorlar...

Bir iki yıl kadar önce, Gina restoranda görmüştüm onları... Başbaşa vermiş uzun uzun sohbet ediyorlardı...

O günlerde yine “ayrıldıkları“ haberleri çıkmıştı... Yavaş yavaş usul usul konuşarak yemişlerdi yemeklerini...

Sonra biraz sohbet etmiştik...

Ayrılmışlardı mekandan...

***

Kenan’ın zaman zaman Los Angeles’a gittiğini oralarda yaşadığını biliyordum...

Son yıllarda ilginç bir şekilde, birçok sanatçının adı Los Angeles’la anılmaya başlıyor...

Los Angeles’a gidiyorlar, Santa Monica’da Malibu’da yaşamaya karar veriyorlar...

Gazetelere yansıyan; Kenan’la Beren’in romantik nikah fotoğraflarından yansıyan “özgür ve sonsuz kumsal“ görüntüleri, görenlerin içindeki “özgürlük duygusunun fitilini ateşlemeye“ yönelik sanki...

Son yıllarda beni de bir Los Angeles ambiyansı, oralarda bir hayat kurma arayışı, yeni bir çıkış kapısı aralama sevdası sarıyor...

***

Şehri öncesinden bir gidip kolaçan

Haberin Devamı

ediyorum...

Uygun mu değil mi?..

Çoluk çocuk sorunsuz yaşayabilir mi?..

Rahat eder mi?..

İyi eğitim alır mı?..

Hayatları rayında kalır mı?..

Onlarca soru kafamı kurcalıyor...

Yabancı diyarlarda yaşadığım ve edindiğim bütün tecrübeleri Los Angeles için ortaya döküyorum...

Uzun bir T cetvelini elime alıp, artı ve eksisi bitmek bilmeyen bir muhasebeye girişiyorum...

Arkasından çoluğu çocuğu topluyor iki haftalık sömestr tatilini geçirmeye oraya gidiyorum...

***

Üç çocukla kendimi; 1900’lü yılların başlarında; New York’un güneyindeki Elisa Adası’na gelen İtalyan göçmenlere benzetiyorum...

Amerika’ya göç etmek ve sıfırdan bir hayat kurmak için gelen İtalyan erkeklerine benzetiyorum kendimi ironik olarak...

Oysa gerçekte, ne bulunduğum konum, ne hayatım, ne ekonomik durumum ne gelecek beklentimin onların dramıyla hiçbir bağlantısı yok...

Tek ortak nokta yeni bir ülkede, coğrafyada çocukların için yeşertilmeye çalışılan umut...

***

Godfather filminin unutulmaz karakteri Marlon Brando’nun Amerika’da tutunmaya çalışan Sicilya’lı babası geliyor gözümün önüne...

Haberin Devamı

Onun işlerini büyüten oğlu Marlon Brando ve onun da oğlu Al Pacino’yla devam eden hayat serüveni gözümün önünden gitmiyor...

Onlar gelecek aramaya, para kazanmaya, hayata tutunmaya geliyorlardı yirminci yüzyılın başlarında Elisa Adası’na...

O adaya gitmiş günlerce mültecilerin dramlarını izlemiş, fotoğraflarını seyretmiş, müzenin altını üstüne getirmiştim...

Adada yeşillikler arasındaki külüstür kafeteryada plastik kaplar ve bardaklarda yemeğimi yer sodamı içerken, gemilerden inen mültecilerin Amerika’ya ilk ayak bastıkları günleri içselleştirmiştim...

Kabul edilenler, edilmeyenler, geri dönmek zorunda kalıp hayatlarının göbek bağını kendi elleriyle kesmek zorunda kalanlar...

***

Avrupa o yıllarda iflastaydı...

İspanya batmıştı...

İtalya sefildi...

İrlanda zavallıydı...

Macaristan berbattı...

Yunanistan bataktı...

O yıllarda oralarda öyleydi ve Amerika o mülteciler için bir umut ışığıydı...

Yüzyıl önce başka coğrafyalarda yaşanan umutsuz trajedilerin benimle, çoluğum çocuğumla, ailemle ne ilgisi vardı?..

Haberin Devamı

Kurmuş olduğum bir hayat vardı bu ülkede...

En güzel yerlerinde yaşadığım bir coğrafya vardı yaşadığım memlekette...

Ülkem batmıyor, çıkıyordu ekonomikman...

Benimse ne yeniden para kazanarak kuracak hayatım, hayalim ve halim vardı?..

Ne de buna ihtiyacım?..

Ben çoluğum çocuğumun, rahat, özgür, birbirinin gözünü oymayan bir dünyada, yeteneklerini geliştirerek, insanlığa katkı yaparak, yaratıcı mesleklerde zirvelere ulaşarak, dünya çapında başarılar kazanarak yaşasınlar istiyordum...

İnsan olsunlar istiyordum...

İnsan gibi yaratsınlar...

İnsan gibi yaşasınlar...

Hayatın yaratıcılığını, keyfini ve mutluluğunu adım adım yudumlasınlar istiyordum...

***

Birbirini boğazlamaya yönelik operasyonların değil, birbirini yüceltmeye yönelik yaratıcılıkların kutsandığı, alkışlandığı sonsuz kumsallarda, özgürlük şarkıları söyleyerek büyüsünler istiyordum...

Bunları düşünüyordum...

Onların istikbalde Los Angeles’ta kalmasının şartlarını araştırıyordum...

Haberin Devamı

Nerede kalırlar, nasıl yaşarlar, nerede okurlar, ne yaparlardı?..

Binlerce kilometre ötede, iki kuşaktan toplam doksan yıla yaklaşan bir aile birikimi; kendine bilmediği bir mecra ve macera arıyordu...

Babanın 60 yıllık akademisyenliği, oğlunun otuz beş yıllık gazeteciliği, yazarlığı, televizyonculuğu, bunca birikim, bunca kurulmuş ve oturmuş hayat; kendini 55 yaşında yeni bir mecra ve maceraya atıyordu...

Çoluğu çocuğu için...

Kendisinin ve ailesinin huzuru için...

Özgürlüğü için...

Nefes alabilmesi için...

***

Dedesinin Sarıkamış’ta uğruna ayak parmaklarını donarak kaybettiği; ayrı kaldığı memleket topraklarını birleştirmek için “evini örgüt evi“ne dönüştürdüğü bu memleketten okyanus ötesi uzaklarda “meçhul kumsallarda“ yeni bir hayat kurmak için esgizler yapıyordu torunlar ve onların çocukları...

130-150 yıllık beş kuşaklık bir mecrayı sanki hiç yaşamamışlardı kendi topraklarında...

Sicilya’da sıfırı tüketmiş bir İtalyan ailesinin umutsuz vakasının kopyesini andırır gibiydiler, hiç alakaları olmadığı halde...

***

150 yıllık şerefler, onurlar ve gaziliklerle dolu bir aile efradının birikiminin üzerine, her türlü pislikten uzak yaşayan 55 yıllık bir hayat mecrası, 35 yıllık bir gazetecilik, yazarlık, televizyonculuk sevdası, okyanusların ötesine taşmaya çalışıyordu...

Dünyada bunca şehir; gördükten, bunca coğrafyada yaşadıktan sonra, ellisini devirdiği yıllarda sonsuz kumsallarla dolu şehirde ne bulmuştu ki bu adem; bunca ciddi uğraşa binaen çoluğunu çocuğunu, varını yoğunu ve ailesini bu kumsalların kentine atmayı düşünebiliyordu?..

***

Acı gerçek şu;

“Kumsalların yaydığı özgürlük duygusunun dışında“ pek bir şey yok o civarlarda...

Hava daimi olarak güzel...

Ilıman, hoş, sevecen ve güneşli...

Okyanus güzel, zaman zaman dalgalı, sonsuzlukla donanımlı...

Kumsallar muhteşem...

Özgürlük saçıyor, üstünde koşma duygusunu kamçılıyor...

Bisiklet yolu güzel...

Kilometrelerce pedal sallamayı

tetikliyor...

Yürüyüş yolu havalı...

Koşmayı çağırıyor...

Ne ki okyanusa bile hiçbir zaman, hiçbir mevsim doğru düzgün girilemeyecek bir hava var o diyarlarda...

İstanbul’dan güzel değil...

İstanbul’la kabil-i kıyas değil...

Yine de, bir umut aşılıyor çocuklara...

Bir gelecek, muhtemel bir yaratıcı meslek, bir sanat, bir evrensel zanaat; vaat etmese bile umut ettiriyor insana...

Hele hele ülkesinin bitmek bilmeyen sıkıntılarından tükenmiş, çaresiz bir ademe...

Sonsuz kumsalların ortasındaki Los Angeles...

Sonsuz özgürlük duygularının kumsallarından taştığı Santa Monica, Malibu, Venice ve Manhattan Beach...

Resme baktığımda, bildiğim bir sevgiliyi görmüş gibi oluyorum...

Üç çocuğumla o kumsalda yürüdüğüm sabah

Godfather filminin ironik bir izdüşümümü gibi geliyor bana..

Ya da romantik bir yazarın umutsuz bir fantezisi sanki...

Hangisi olursa olsun cevap...

En doğrusu “Kader utansın...” demek...

KESTİRME ÇÖZÜMLER...

“Kestirme çözümler işe yaramaz...

Kalıcı bir içsel değişiklik zaman ve çaba gerektirir...

Israr etmek, kişisel değişikliklerin anasıdır...

Büyük işler fedakarlıklar olmadan ve çok çalışılmadan meydana gelmez...”

Robin Sharma...

DİĞER YENİ YAZILAR