Bayram yemeği...

Bodrum Cipriani’yi arıyorum telefonla önceki gece...

-“Anne baba çoluk çocuk bayram yemeğine geleceğiz... Ama bu gece size değil, bitişiğinizdeki Nusret’te... Yer ayırtır mısınız bana?..” diyorum...

Ünlü bir mekanı arayıp, yanıbaşındaki diğer ünlü bir mekana rezervasyon yaptırmak, olsa olsa bana mahsus bir özellik gibi görünüyor... Cipriani’nin sorumlusu Bahtiyar hiç sektirmiyor;

-“Yaptırdım bile, hazır yeriniz...” diyor...

***

Mekanlarla haşır neşirliğim Sabah gazetesi günlerinde “Mekanlar ve İnsanlar” isimli köşede yazdığım yazılarla derinleşiyor...

Mekanların işletmecileriyle, çalışanlarının sadece kendilerinin bildiği çok değişik bir dünyaları var...

Her gittiğim yerde başka bir mekandan tanıdık bir şefe rastlıyorum...

O dünyada, birbirine rakip gibi görünen mekanların, birinin üzerinden diğerine rezervasyon yaptırmak bana çok normal geliyor... Bu bir sektör çünkü...

Sektör hep beraber büyüyor...

Ya da düşüyor...

Rekabetten önce işbirliği önemli buralarda...

Birkaç gece önce; Türkbükü’ndeki kadim dostum Ship A Hoy’un sahibi Cemal kanalıyla onun bitişiğindeki Fidel’e ve Bodrum Marina’ya rezervasyon yaptırdığımı hatırlıyorum...

Haberin Devamı

Türkbükü’nde Ship A Hoy, Yalıkavak’ta Cipriani benim Bodrum’daki merkez üslerim gibiler... Oralardan değişik mekanlara deplase oluyorum...

***

Önceki akşam Bayram yemeği için, ailecek üç kuşak Yalıkavak Nusret’teyiz...

Restorana girdiğim an; içimden ‘yanlış yaptım’ diye geçiriyorum;

-“Bayram’da Nusret’te yemek yemek, deveye hendek atlatmaktan zor... Bunu bilmeliydim... Kuyruk kapıdan taşıyor...”

Böyle anlarda panik yapmıyorum, işletmeciyi de zor durumda bırakmıyorum...

Fakat gel gör ki, kolay mobilize olacak durumda değilim...

Anne baba 90’larına merdiven dayadı...

Bir başkasının kolunda ancak yürüyorlar...

İki minik çocuk...

Onlara da göz kulak olmadan hareketlenmek mevz-u bahis değil...

Çocuklar acıkacak huysuzlanacak...

Anne baba yaşlı; onlar rahatsız olacak; seni karalar bağlayacak...

***

Böyle durumların ne kadar hassas olduğunu biliyorum...

Elalem sırada beklerken, birilerine ricacı olursan başkaları haklı olarak gıcık kapıyor...

Haberin Devamı

Zinhar böyle bir çabaya girmiyorum hiçbir yerde...

Çaresiz hiçbir şey olmamış gibi durumu organize edip beklemeye koyuluyorum...

***

Anneyle babaya birer iskemle buldurup oturtuyorum onları...

Çocukları müşterilerin beklerken ayakta aperitif kokteyl aldıkları yüksek ayaklı masanın üzerine oturtuyorum...

Kuş bakışı restorandaki kalabalığı seyretsinler, oynasınlar, oyalansınlar diye...

Onlarla konuşmaya başlıyorum...

Etrafla ilgimi kesiyorum...

Bir ara Nusret’i görüyorum; “Maşallah...” diyorum;

-“Burası restoran değil, açık hava tiyatrosu konserlerini andırıyor...”

-“Evet abi...” diyor;

-“Nusret’in açık hava konseri var burada bu akşam...”

Gülüyoruz, gecenin akışına bırakıyorum kendimi...

Bir süre sonra masaya geçiyoruz...

Dikkat ediyorum, kimsede bir huzursuzlanma yok ailede...

***

Hayret Nusret isimli bugün Türkiye’nin en önemli girişimcilerinden biri haline gelen bu çocuğu, ilk restoranı açtığı Etiler’deki dükkanında hiç ziyaret etmiyordum...

Haberin Devamı

Uzun zaman onlarca tanıdığım, restoranının ne kadar iyi et yaptığını söylese de ben oralı olmuyordum...

Etrafta bir şey çok moda olduğunda; arada bir inadım tutar...

Herkes çok methediyorsa ve mekanı bir anda ‘in‘ haline getirmişse; “aman ben de bir an önce koşup göreyim” diye görmemişlik yapmam...

Tersine mekanı bir süre yok farz eder hiç oralı olmam...

Tek çocuk psikozumdur bu benim...

***

Nusret bu süre zarfında işleri genişletiyor, Ferit Şahenk’le ortak olup, Etiler Nispetiye’de iğne atsan yere düşmeyecek bir mekan açıyor...

Yine fazla oralı olmuyorum...

Bir anneler gününde gidiyorum oraya...

-“Ferit Şahenk Garanti Bankası’nın sahibi... Ünlü restoranlarda indirimi olan bankasının Amerikan Express kartlarını, artık kendinin olan işletmelerinde niye geçerli kılmıyor...” diye eleştiriyorum üstelik...

***

Nev-i şahsına münhasır bir adamım ya güya kendine göre ben...

Kimseyle bir alışverişim yok diye kafama göre hareket ediyorum...

Neyse...

Masaya geçtiğimizde “ailenin geleneksel bayram yemeği olduğunu” hissediyorum bu yemeğin...

Haberin Devamı

Müdanaasız hayatımın bana verdiği hazzı bir an için terk ediyorum...

Aklıma babamla annemin beni çocukken elimden tutup götürdüğü İstanbul’un en ünlü et lokantası Beyti geliveriyor...

Etlerin dinlendirilip, yatırıldıktan ve uzun bir işlemden geçirildikten sonra sofraya servis edildiği, “ünlü et lokantaları” konseptinin Türkiye’deki ilk iz düşümü olan Beyti Et Lokantası...

***

Babamla annem elimden tutup, periyodik aralıklarla beni oraya götürürlerdi...

Hayatımın çocukluk yıllarından yadigar kalan en etkili izdüşümlerinden birisi Küçükçekmece’deki o küçük dükkanın ambiyansı...

Hala zaman zaman Florya’ya gidip Beyti Bey’le sohbet ettiğimde, çocuksu bir mutluluk ve bir aidiyet duygusu kaplıyor içimi...

Bunu düşünüyorum...

İki minik çocuğumun; benzer duyguları Nusr-et Lokantasında yaşamaya başladığını hissediyorum...

Aile geleneğimizdeki “et lokantası” kültürünün 50 yıl sonra da değişmediğini anlıyorum...

Şehire ait geleneklerin, bir ailenin köklerindeki “kendi içindeki burjuva kültürünü” derinleştirdiğini fark ediyorum...

Beyti’yle başlayan gelenek yarım yüzyıl sonra Nusr-et’le devam ediyor...

Küçük bir çocukken annemle babamın elinden tutar, Beyti’den içeri girerdim...

İkisinin arasındaki sandalyeye otururken, kendimi annemle babamın arasında inanılmaz bir güven içinde hissederdim...

Bir aile sıcaklığı ve güveni vardı o üç kişilik masada...

***

Önceki gece bakıyorum...

Üç kuşak ve beş kişiyiz 50 yıl sonra...

Zamanında benim baktığım gibi şimdi anne baba bana bakıyorlar...

Çocuklar da bana bakıyorlar...

Masada güvenli ve huzurlu bir hava var... Aile olmak ve aileyi sürdürebilmek böyle bir şey...

50 yıl sonra “ailenin bayram yemeği geleneğindeki et lokantasında” çoğalan insanlar ve hayatlar tarihe not düşüyor...

Yaşasın Bayram!..

*****

DÜNYAYI HANGİ PENCEREDEN GÖRÜRÜZ?..

“Geçerliliğini hala koruyan kadim insanlık yasalarından biri, dünyayı olduğu gibi değil, kendi kişiliğimizin penceresinden gördüğümüzü söyler...

Kendimizi geliştirdiğimizde, dünyayı daha yüksek ve daha net bir perspektiften görürüz...

Benliklerimizin üzerinde hakimiyet kurduğumuz zaman; dünyayı ve onun sınırsız fırsatlarıyla, potansiyelini, dağın eteğinden değil, dağın zirvesinden görmeye başlarız...” diyor Robin Sharma...

***

Genelde kapasitelerini fazla kullanmaya alışık olmayan insanlar; şanssızlıklardan ve talihsizliklerden dem vururken; “ne yapalım dünya gerçekleri böyle“ şeklinde bir savunmaya girerler...

Oysa herkes dışardaki gerçeği, beynindeki sınırlardan ibaret görebilir...

Bunu kendinizde en iyi sınamanın yolu, eskiden seyrettiğiniz bir filmi yeniden izlemenizdir...

***

Yıllar önce ilk izlediğinizde, farkına varmadığınız birçok detayı, filmdeki

farklı bakış açısını, değişik noktaları ve

karakterleri, üzerinden yıllar geçtikten sonra aynı filmde ilk defa fark eder, bunları ilk seferinde nasıl anlayamadığınıza şaşırır kalırsınız...

Yıllar sonra filmin başka noktalarını fark etmenizin nedeni, beyninizin yıllar içinde gelişmesinden kaynaklanır...

Siz yine aynı sizsinizdir; fakat algılarınız gelişmiştir...

Beyninizin fark etme kapasitesi artmış, gözünüzün başka şeyleri görme potansiyeli ortaya çıkmıştır...

İzlediğiniz film artık aynı film değildir...

Çünkü siz değişmişinizdir...

Siz beyin kapasitesi olarak geliştiğiniz için, gördükleriniz daha zengin ve daha komplike ve daha farklıdır...

DİĞER YENİ YAZILAR