40 yıl sonra annem, babam, ben ve Almanya...

Sol başta ben oturuyorum...

Ortada babam...

Sağ tarafta annem...

Bu oturma düzeninin 40 yıl önce, 7 Temmuz 1974’deki Almanya-Hollanda finalinde de aynı olduğunu fark ediyorum...

Bilinçaltı bir şartlanmayla “anne-baba-çocuk“ aynı oturma düzeninde dünya kupası finalini seyrediyoruz...

Aradaki fark çocuk bu kez 14 yaşında değil...

54 yaşında...

Babaysa 84...

40 yıl önce: Onun sadece 44 yaşında olduğunu, benim şu anki durumumdan 10 yaş genç olduğunu anlamam şok ediyor beni...

O 44 yaşındayken her şeyiyle gözümde “baba”ydı...

Ben ise 54 yaşında hala “çocuğum” bu ailede...

***

-”Hangi takımı tutuyorsun?..” diyorum babama...

-”Bilmem Arjantin’i mi tutsam, onlar daha iyiler galiba...” diyor...

Futbol bilgisi her zamanki gibi yarım yamalak...

Anneme soruyorum,

-”Sen hangi takımı tutuyorsun?..” diye...

Cevap 40 yıl önceki gibi hiç değişmiyor;

-”Sen hangisini tutuyorsan...

***

40 yıl sonra da dünya devi Almanya...

Favori Almanya...

Yine aynı atmosfer...

Güç ve 7-1’lik galibiyetin verdiği mağruruiyet karşısında, geriden gelmenin dayanışmasıyla sempatikleşen rakip...

Haberin Devamı

40 yılda hayatımızda hiçbir duygunun değişmediğini fark ediyorum...

40 yıl önce de “sevdiğim ve favori gördüğüm Almanya’ya sempati duyarak“ başlıyorum maça...

Yine aynı şekilde;

40 yıl önceki gibi, maçın gidişatında; “geride olan, canhıraş mücadele eden, sempati yaratan, seyircisiyle güzelleşen Hollanda gibi gönül ibrem Arjantin’e kaymaya başlıyor...

***

Messi’yi çok sevdiğimi fark ediyorum... Messi’nin onca galibiyet, kupa, Barcelona, Avrupa’da ve Dünya Kupası’nda yılın futbolcusu kupalarına karşın, Arjantin’in başında bu ‘takımı şampiyon yaptı’ dedirtmesini istiyorum...

Onun futbol ilahı olarak Maradona’dan da ötelere tescillenmesini istiyorum...

***

Yengeç burcu olduğundan mı bilmiyorum...

Bu çocuğu Maradona’dan, Cruyff’dan, Backenbauer’den, eski ve yeni Ronaldo’lardan, David Beckham’dan, Zidane’dan, Platini’den hatta Pele’den daha çok seviyorum...

Bir zamanların Ronaldinho’suyla çekişiyor gözümde Messi...

Onun “nispeten favori görünmeyen takımı Arjantin’i; insanüstü bir yetenek, muhteşem bir emekle şampiyon yapmasını” içten içe istiyorum...

Haberin Devamı

Bulunduğum yerde, yüzün üzerinde kişi dünya kupası finalini seyrediyor... Bir loca hariç, her yer Arjantin diye bağırıyor...

Almanya golü attığında yakılan meşaleler öksüz kalıyor...

Birkaç cılız alkış dışında meşaleler kendi kendilerine yanıp sönüyorlar... Almanya’nın kupa törenine, televizyon karşısındaki seyircilerden hiç biri kalmıyor...

Ben ağlayan Arjantin’li çocukları izliyorum...

Alman futbolcuların sevgilileriyle kucaklaşmalarına bakıyorum...

Merkel’in Alman futbolculara sarılışına dikkat kesiliyorum...

Bir de Joachim Löw’e özel bir ilgi gösteriyorum...

Onun sevincindeki sıcaklığı hayran kalıyorum...

***

40 yıl bir ailenin hayatında çok uzun bir süre...

Bu dünyada anne baba, çocuk şu ana kadar sadece iki kez dünya kupası finali seyrettiğimizi fark ediyorum...

1974 ve 2014...

İkisinde de Almanya kazanıyor...

40 yıl içinde hayatımızda kim bilir nelerin değişeceğini düşünmüştüm o günlerde?..

Hayret!..

Haberin Devamı

Hiçbir şeyin değişmediğini fark ediyorum...

Favori görülmeyene karşı duyduğum sempati aynı...

Mazlum gibi görünene, ‘güc’ün karşısında ezilmeyene, kazanmayı ölümüne isterken sıcaklığını kaybetmeyene, duyduğum “zaaf“ hiç değişmiyor...

Arjantin’i değil, “daha güçsüz görüneni, daha mazlum hissedeni“ tutuyorum ben...

Futbolu yarım yamalak bilen babayla muhabbetimiz yine aynı...

O Arjantin’in favori olduğunu sanıyor...

Annenin “sen kimi tutuyorsan“ sorusuna verdiği yanıt da aynı;

-”Sen hangi takımı tutuyorsan...”

***

Daha derinlerdeki duygularda, aile geleneğinde, babamdaki nahiflikte, annemdeki itiraz ruhunda ve hayatın her alanında;

Aynılık ise ürkütücü...

Kırk yıl sonra;

Biz hiç değişmeyiz ki...

BAŞARI... BAŞKALARININ SIKINTI GÖRDÜĞÜ YERDE; FIRSATLARI GÖRMEK...

“Bu dünyanın en neşeli, dinamik ve mutlu insanlarının yaradılış bakımından sizden ve benden hiçbir farkları yoktur...

Hepimiz etten ve kemikten oluşuyoruz...

Hepimiz aynı evrensel kaynaktan geliyoruz...

Var olmaktan daha fazlası için çaba harcayanlar, insani potansiyellerinin yangını körükleyebilenler, hayatın büyülü dansının zevkine varanlar, sıradan yaşamlar sürdürenlerden farklı şeyler yaparlar...

Haberin Devamı

***

Yaptıkları şeyler içinde en önemlisi, dünya ve onun içindekiler hakkında olumlu bir paradigma benimsemektir...

Başkalarının sıkıntı gördüğü yerde, onlar fırsatları görürler...”

Böyle diyor Ferrarisi’ni Satan Bilge’nin yazarı Robin Sharma...

***

Hayatın en önemli şifrelerinden birini veriyor bu sözler...

Mutlu, yaratıcı ve başarılı insanlarla, mutsuz, sıkılan ve monoton yaşayan insanlar arasındaki temel fark; insanların olaylar karşısında gösterdikleri tepkide düğümlenir...

Hayatı ve evreni çözebilen bireyler; karşılarına çıkan sorun ve sıkıntıların; gerçekte yeni atılımlar için bir fırsat olduğunu bilirler...

Böyle durumlarda dövünmezler, ağıt yakmazlar...

Sıkıntıların içinden fırsatlar çıkartmaya çalışırlar...

***

Hayat bize sıkıntıları, çözemediğimizi sandığımız dertleri, kendimizi yenilememiz ve yeni fırsatlar edinebilmemiz için verir...

Bu şifreyi bilenler, “sorunlardan fırsatlar çıkartırlar...” Çok başarılı gözüken insanlar, hep bu yöntemi benimserler...

Mesele şudur;

Onların büyük çoğunluğu hayatta türlü yollardan edindikleri bu bilgiyi kendilerine saklarlar...

Kimselerin bunu öğrenmemesini isterler...

Böylece “başarı“ sadece onların olsun, daha büyük pay onlara kalsın diye arzu ederler...

***

Oysa bilgiyi paylaşarak, “başarıyı ve mutluluğu çoğaltmak“tır bizim amacımız...

Kendilerini çok başarılı zannedenlerin bilmedikleri gerçek budur...

Evrende herkese yetecek bir bolluk bulunur...

İnsanlığın önemli bir bölümü aç yaşıyor...

Buna karşın dünyanın belirli merkezlerinde inanılmaz bir israf ve kaynakların amaçsızca tüketilmesi var...

Dünyada varolan kıtlık değil, kıt düşüncedir...

Kıt görünen şey, insan düşüncesinde oluşan bloklar ve önyargıların tetiklediği kabızlıktır...

Yaratıcılıktaki kısırlıktır...

İnsanoğlu yaratıcılıkta sınır tanımazsa, bolluk ve bereketin sınırlarını tahayyül bile edemez...

DİĞER YENİ YAZILAR