Altın Kelebek ödül töreni...

Altın Kelebek ödülleri için gazetenin yayın yönetmeni Selim Akçin beni arıyor geçen hafta...

-”Reha Abi, önümüzdeki Pazar günü Altın Kelebek ödül töreni var...” diyor...

-”Yılın en iyi anchorman’ı ve anchorwoman’ı ödüllerini sizin vermenizi istiyoruz... Akşam saat 20’de başlayacak tören... Kanal D’den canlı yayınlanacak...”

Kelebek okuyucularının seçtikleri yılın anchorman’ı ile yılın anchorwoman’ını o konuşmada öğreniyorum...

Nazlı Çelik ve İrfan Değirmenci yeni ödüllerin sahipleri...

-”Hayır“ diyemiyorum...

“Evet“ de demiyorum, ama farkımdayım ki tavrım “evet“ olarak algılanıyor...

Doğru düzgün bir cevap veremeden telefonu kapatıyorum...

***

Hayatta bazı markalar vardır...

Zaman onları sadece gelenekselleştirmez, aynı zamanda klasikleştirir...

Ancak onlar sadece klasik de değillerdir...

“Kalite“yi de temsil ederler...

Biliyorum ki Altın Kelebek, “kalite“yi temsil eden bir “klasik...”

Kazananın kendini zirvede gördüğü anı tescilliyor Altın Kelebek ödülleri...

Yıllar önce o ödülü aldığım güne gidiyor aklım...

Haberin Devamı

Hürriyet gazetesinin zemin katındaki o salon gözümün önüne geliyor...

Milliyet ile Hürriyet gazetelerini yıllarca yönettikten sonra, hunhar bir suikaste kurban giden ustam; Çetin Emeç’in uluslararası çapta bir piyanist olan kızı Mehveş Emeç’le gittiğimiz salonda aldığım Altın Kelebek ödülü gözümün önüne geliyor...

***

Bir taraftan Çetin Emeç’in istediği gibi bir gazeteci olduğumu düşünerek, kendimce gururlanıyorum...

Diğer yandan, sanat dünyasının ünlüleri ile aldığım televizyon ödüllerinin her birinin, kendi meslektaşlarımla aramda yarattığı derin uçurumun ızdırabını yaşıyorum...

Sanat dünyasının ünlüleri ile birlikte televizyon gazetecisi ödül aldığında, gazeteci meslektaşları ona bir gazeteciden çok, bir televizyon starı muamelesi çekerler...

Güzel gibi görünse de, aslında bir gazeteci için berbat bir durumdur bu...

Gazeteci olarak; hayatı sabahtan gece yarılarına kadar, haber peşinde koşarak, haberle yatıp, haberle kalkarak, haberi rüyada görerek yaşarsınız...

Oysa kamuoyu algısı, sizi bir gazeteciden çok, bir televizyon celebrity’si imajına sokar...

Haberin Devamı

***

Bu derin ikilemin arasında medcezir yapan duyguların ortasında aldığımı hatırlıyorum o Altın Kelebek ödülünü...

Selim’in telefonunun üzerinden birkaç gün geçiyor...

Cumartesi akşamı kendimi tartıyor ve küçük bir hesaplaşmaya giriyorum...

İçinde bulunduğum halet-i ruhiyenin; Altın Kelebek gibi bir klasik bile olsa, içimin bir sahne ve şov dünyası ödül töreninin enerjisinden çok uzaklarda olduğunu hissediyorum...

Bir ay önceki Medya Faresi ödül töreninde de benzer duyguları yaşıyorum...

Orada da ödül vermemi isteyen Kubilay Tümen’e şöyle diyorum;

-”Beni bu görevden affet Kubilay...”

***

Pazar sabahı erken saatte Selim Akçin’i arıyorum...

-”Affet beni Selim’ciğim gelemiyeceğim...”

Selim hemen kontr cevabını yapıştırıyor:

-”Pazar sabahı bu saatte bizi ortada bırakamazsın abi...”

Bense durumun bir rahatsızlık yaratmaması için çoktan konu üzerinde kafa yormuşum...

-”Başka bir ödül olsa, zorda kalırdınız biliyorum...” diyorum...

-”Ama verilecek ödüller habercilik ödülleri... Orada üst düzey nice gazeteci var... Ertuğrul (Özkök), Enis (Berberoğlu), Fikret (Ercan) ve daha nice Hürriyet yöneticisi...

Haberin Devamı

Biliyorum ki, benim eksikliğimin farkına varılmaz...

Lütfen affet beni...”

Selim kapatıyor; Cengiz (Semercioğlu) arıyor...

Ona da kendimin bile tam tarif edemediği durumu anlatmaya çalışıyorum...

-”Ne kadar önemli bir teklifte bulunduğunuzun farkındayım... Bunun için size teşekkür ediyorum... Geçen ay da aynısı oldu... Şimdi de... O psikolojide değilim... Affedin beni...”

***

Gecede en iyi anchorman ve anchorwoman ödüllerini Ertuğrul Özkök veriyor...

Özkök’ün verdiği ödüller için bana teklif yapılmış olmasının önemini hissediyorum...

Kısa ve samimi bir hesaplaşmaya giriyorum kendimle ilgili...

Bu meslekte her çevreyle yıllar boyu, ağır tartışmalara, ağır mücadelelere girmekten kaçınmayan, yalnız yapayalnız yaşayan bir gazeteciyim ben...

Ne bir grubum...

Ne bir kliğim...

Ne bir destekçim...

Ne de bir arka bahçem var...

Hiçbir ittifakım

ve üstelik ‘eyvallahım‘ yok...

Haberin Devamı

Koskoca holdingler ve gruplar benden ve hiddetimden tırsmadıklarına göre, böylesine bir özeni bana niye göstermekten imtina etmiyorlar acaba?..

Soruyu kendim için değil; çocuklarım için soruyor ve cevabını arıyorum...

Cevap hayatımın bir rezümesi olarak miras niyetine, çocuklarıma kalacak...

Sanırım hayatın beni sınadığı anlarda bile; “rakiplerimin ve hatta düşmanlarımın bile saygı duyacağı bir dürüstlükte kalmak“ benim sorumun cevabı...

Tahmin ediyorum, en olmadık koşullarda bile “adileşmemem“ olayımın şifresi...

Savaşırken saygı duyulan bir rakip olarak kalmak, değer verdiği dostlarını ise satmamak bu mütevazı hayatın esprisi...

İşte öyle bir şey galiba...

***

Cevabını veremediğim soru şu;

Ödül törenlerine hangi kırıklıkların, hangi gönül yaralarının, hangi kırılmaların sonucu katılmak istemiyorum acaba?..

O cevabı bulmak, zahmetli ve meşakkatli...

Burası Ortadoğu...

Bu coğrafyada düello olmaz...

Bu coğrafyada “arkadan pusu kurulur...”

Hatta fazlası bulunur...

Çapraz ateşte adam vurulur...

İnfaz olur...

İnfazdan korkmam...

Ne ki bunca infazdan, bunca ölümden bana yadigar...

Artık bir parça huzur!..

AZİZ YILDIRIM’A KARŞI CELLATLAŞMADIĞIM İÇİN MUTLUYUM!..

Üç yıl önce, bir 3 Temmuz günü şike operasyonu başlayınca Türkiye’de yer yerinden oynuyor... Tapeler, satın alındığı söylenen maçlar, suç işlemek için kurulmuş çeteler örgütler, taammüden işlenen nice suçu kapsadığı söylenen iddianameler...

Hiçbirini gözardı etmiyorum...

Futbolun kirliliğini, pislenmişliğini, bir suç cennetini andıran cehennemini biliyor ve temizlenmesi için uğraş veriyorum...

***

Ne var ki; yargısız infaz yapmıyorum...

Cellatlığa soyunmuyorum...

Şike meselesini çözmeye çalışırken, futbolun bir daha ayağa kalkamayacağı yüz yıllık infazlara yüz vermiyorum...

O günlerde geniş bir koro, “infaz memuru cellatlar gibi“ davranıyor...

Bitmek bilmez bir kampanya; Aziz Yıldırım ve arkadaşlarını “şike“den çıkartıp, bir yeraltı suç örgütünün cinayet şebekesi muamelesine tabi tutuyor...

***

Yüz vermiyorum...

O günden bugüne üç yıl geçiyor aradan...

Aziz Yıldırım ve arkadaşları zor durumda hayat mücadelesi verirken, elime taş alıp onları öldürmeye çalışmadığım için mutluyum...

Huzurluyum...

Çocuklarımı huzur içinde seviyorum...

O gün herkese pislik atanlar, beni bile pis bir kumpasla şaibe altında bırakmak için uğraşanlar, bugün ne yapıyorlar bilmiyorum...

Allah onların taksiratını affetsin diye içimden geçiriyorum...

DİĞER YENİ YAZILAR