En iyi Türk filmi Hababam Sınıfı...

Kültür ve Turizm Bakanlığı en iyi 100 Türk filmini halkın oylarıyla seçeceğini açıklıyor...

Bakanlık 300 film seçiyor ve bunları halkın oylarına sunuyor...

Seçilen filmler içerisinde sanatsal değeri yüksek olan çok güzel filmler var... Fakat ben, bütün değerlerin hepsinin ötesinde geçmiş en iyi Türk filminin, tartışmasız Hababam Sınıfı olduğunu düşünüyorum...

***

Hababam Sınıfı’ndaki Türk toplumuyla ilgili yakalanan ortak paydayı, hiçbir filmin hiçbir zaman bir daha kolay kolay yakalayamayacağını düşünüyorum...

Ne Kemal Sunal’ın İnek Şaban’ını...

Ne Münir Özkul’un Kel Mahmut’unu...

Ne Tarık Akan’ın Damat Ferit’ini...

Ne Halit Akçatepe’nin Güdük Necmi’sini... Ne Şener Şen’in beden eğitimi öğretmenini... Adile Naşit’in Hafize Ana’sını...

En iyi Türk filmi Hababam Sınıfı...

Ne Ayşen Gruda’yı ne Hayta İsmail’i...

Ne de Rıfat Ilgaz’ın kalemindeki tüm Hababam sınıfını bir daha yakalayabilmek mümkün değil...

***

Bu filmin müziği, tüm zamanların en iyi Türk filmi müziğidir...

Yavaş ritmle çalındığında parça hüzünlü, ritm hızlandığında müzik neşelidir...

Haberin Devamı

Mona Lisa tablosunu andırır...

Türk sinemasında Arkadaş, Bir Dağ Masalı, Endişe, Kelebeğin Rüyası, Eşkiya ve daha nice klasik var elbet...

Fakat Hababam Sınıfı, tüm zamanların en iyi Türk filmidir...

Kemal Sunal kalp krizi geçirip öldüğünde, Show Haber’i yönetiyordum...

Canlı yayın aracını evinin önüne kurdum... Hababam Sınıfı’nın en güzel bölümlerinden, en güzel sahnelerinden, nice potburiler hazırladım...

Saatlerce yayın yaptım...

***

Hababam Sınıfı’nı sadece Sunal’ın ölümünde değil, Türk sinemasının gelmiş geçmiş en önemli klasiklerinden biri olarak, Ateş Hattı programına taşıdım...

Bu film, bizi bir muhteşem komedi eşliğinde bize anlatıyordu...

Haytalığı ve sevecenliği...

Haylazlığı ve insanlığı...

Serseriliği ve iyilikseverliği...

Vurdumduymazlığı ve kadirbilirliği...

Tembelliği ve hoca sevgisini...

Dersleri asmayı ve okuluna sahip çıkmayı... Aptallığı ve zekayı...

Hüznü ve sevinci...

Sevgisizliği ve sevgiyi...

Zenginliğin şımarıklığını ve yoksulluğun asilliğini... Otoriteyi ve sevginin sıcaklığını aynı anda gösteren bir sinema ...

Haberin Devamı

***

Kalplerde... Hafızalarda...

Ve hayatın özünde böyledir...

Elbette Türkiye’nin makus talihinin mağrur müsebbipleri olan; “aydın havası entelektüel mızıkacılar“, Hababam Sınıfı’na burun kıvıracaklar...

Her zaman, güzel olan, iyi olan, sevgi ve vefalı kalan, insanları kah güldüren, kah ağlatan, şefkat ve insanlıktan nasipli kılınan her şeye burun kıvırdıkları gibi...

Kıvırdıkları burun onların, Hababam Sınıfı kalplerindir... Hababam Sınıfı gelmiş geçmiş tüm zamanların en iyi Türk filmidir... Filmde emeği geçen tüm sanatçıları ve emekçileri saygıyla anıyorum...

*****

BÜYÜK AŞKLAR YAŞAYAN ADAM!..

Eskiden yazdığım bir yazıyı arıyorum dün akşam üstü... Yazıyı bulmak için ismim, kadınlar ve aşkla ilgili bir başlığı Google’luyorum...

Karşıma yüzlerce fotoğrafla kendi hayatım ve doğru yanlış yüzlerce resmin ve haberin yer aldığı sonsuz bir albüm çıkıyor...

Bir süre takılı kalıyorum; sonsuz albümün girdaplarında...

***

Üzerinden bunca zaman geçtikten sonra; Bir albüm uzaklığında...

Haberin Devamı

Bir hatıra sıcaklığında...

Anılardan bir demet mesafede...

Eski aşklar nostaljisinde...

Yalan yanlış dedikodular keşmekeşinde bir yolculuk yapıyorum...

Bir an kendime yabancılaşıyor; resimlerde gördüğüm “büyük aşklar yaşayan adamın ben olup olmadığını düşünüyorum”...

Tüm yaşadıklarım, ya da yaşamayıp yalandan yaşamışım gibi gösterildiklerim; benim hatıralarım... Ne ki böylesine görkemli görünen bir aşk hayatını yaşayan kişi benmişim gibi gelmiyor...

***

Uzun yıllar önce Paris’te bir üniversite yurdunun odasında; Alain Delon’u seyrettiğim Noel gecesi geliyor aklıma...

1989 yılının Noel’i; 25 yıl öncesi...

Romy Schneider, Mireille Darc, Nathalie Delon, Brigitte Bardot ve daha nice kadınla büyük aşklar yaşamış muhteşem Alain Delon’u izlediğimi hatırlıyorum...

O geceyi şöyle anlattığımı görüyorum:

***

“Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın “hayal kahramanları”nın bilmediğim yaşam dalgalarının ince köpükleri arasında sörf yapıyorum...”

Alain Delon’un “Hayatımın Kadınları” isimli albümü için seçtiği ikiyüz kadın arasında dört kilit kadının varlığından söz ediyor yakın arkadaşı televizyoncu Michel Drucker...

Haberin Devamı

Delon’a ilk önce o dört kadını soruyor...

İlk sırada Romy Schneider var hiç kuşkusuz...

Yıllar sonra 43 yaşındayken intihar eden dünya güzeli o saflığın ve masumluğun sembolü müthiş kadın...

“Onunla anılarım hoş ama acı oldu” dediği Romy Schneider...

Bazı yazarlara göre onu bir erkekle aldatıyor Alain Delon... Romy bu hayal kırıklığını hiçbir zaman üzerinden atamıyor...

***

Aktörün kronolojik yaşam öyküsü bir erkekle aldatma olayını müphem bıraksa da, Romy Schneider’den ayrılmadan Antony’ye hamile kalan Nathalie Delon gerçeği Alain’in; Romy’yi en azından bir başka kadını hamile bırakarak ayrıldığının göstergesi oluyor... Romy Schneieder, Nathalie Delon ve elbette 15 yıl beraber yaşadığı büyük aşkı Mireille Darc aktörün üç büyük aşkı...

Televizyon yayınında kolundaki bilekliğin özel bir hatırası olup olmadığını soruyor moderatör Delon’a...

“O mu” diyor, “Onu Mireille verdi... Mireille Darc’ın hatırasıdır o...” Romy Schneider “intihar” ettikten sonra, onunla çevirdiği La Piscine filmine içi kaldırmadığından bir daha bakamadığını söylüyor...

***

Alain’in hayatında dördüncü kadın Anouchka’yı gördüğümde ise “Elbette Anouchka en önemlisi” diye içimden geçiriyorum...

Anouchka’yla katıldığı bir televizyon programında, yayınlanan bant görüntülerinin arkasından ağlarkenki görüntüsü gözümün önüne geliyor...

Anouchka Alain’in üçü bilinen üçü ise resmen konfirme edilmeyen altı çocuğun arasında en sevdiği çocuğu vazgeçemediği kızı...

Aşk yaşadığı Dalida, Brigitte Bardot gibi efsanevi isimleri geride bırakarak, hayatının dört kadını arasındaki en güzide yeri alıyor Anouchka...

Şimdi şatosunda yapayalnız köpekleriyle yaşıyor...

Şatoyu görenler, içerdeki “basık ve hüzünlü enerjinin”, bütmalikanede hissedildiğini söylüyorlar...

Kırılma anı nerede acaba?..

Sonsuz ve sınırsız sayıda kadının hayallerini süsleyen, sonsuz ve sınırsız ilişkilere giren, kendisine aşık yönetmen erkeklerle duygusal oyunlar oynamaktan haz duyan, yüzyılın en yakışıklı erkeğinin hayatındaki kırılma anı neresi acaba?..

***

-“Yalnızım... Köpeklerim var... Onlarla mutluyum...” diyor...

Yaşadığı şato ve çevresinin en muhteşem yerinin, Alain’in köpeklerinin mezarlarının olduğu yer olması, bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor... Onun hayatında sörf yaparken, kaçınılmaz olarak şu soru geçiyor aklımdan:

Birisi bir gün benim “Hayatımın Kadınları”nı çıkarsaydı, kimleri koyardı acaba?..

O kadınlara yönelik hangi replikleri?..

Acaba hangi anlamları yüklerlerdi o kadınlara, benim hayatımda?..

-“Annem Mounet aktrist olmak istemişti...” diyor...

-”Karakteri de buna müsaitti... Fakat olmadı...” Sanırım ben onun arzu ettiği hayatı yaşadım...

***

Yazıyı okuyorum...

Google’da kendi adımın yanındaki kadınlara, resimlere aşklara ve iftira ile dedikodularla dolu albüme bakıyorum...

Nostaljinin içinden, duygu dehlizlerinden geçerken, kadınlarım ve aşklarım kalbimi yumuşatıyorlar...

Yalanlar ve iftiralar bana dokunmaz oluveriyorlar...

Kendimle bahtiyar oluyorum...

DİĞER YENİ YAZILAR