Bir gün çocuklar evden gittiğinde yalnız kalacaksınız!.. Gloria...

Haberin Devamı

58 yaşında bir kadın Gloria...

Dul; 13 yıl önce eşinden boşanıyor...

31 ve 27 yaşında biri kız biri erkek iki çocuğu var...

Oğlu evli ve minik bir bebeği var...

Kızı İsveç’li bir dağcıdan hamile kalıyor...

Bebeğinin babasıyla beraber olmak için Şili’den, İsveç’e gitmeye karar veriyor...

***


Gloria “kendisine eskisi kadar ihtiyaç duymayan iki yetişkin çocuğuyla beraber olduğu zamanlarda hoşça vakitler geçiriyor...”

İki çocuğu da annelerine düşkünler, annelerini seviyorlar...

Ancak esasen o yalnız bir kadın artık...

Ve kendisine “yeni bir hayat kurmanın gerektiğini“ fark ediyor...

Müzik kulüplerinde dans ediyor, genç insanlarla birlikte...

İçki içiyor, eğleniyor, hatta bir ara cesaretlendirmek için ot bile içmeyi deniyor o yaştan sonra...

Kendisinden yedi yaş küçük ancak, o da iki çocuk sahibi olan bir eski bahriyeliyle beraberlik yaşıyor...

Adam eşinden boşanmış olmasına rağmen, karısının ve yetişkin kızlarının sürekli bakımının sorumluluğunu hissediyor...

Onlardan gelen telefonla paralize oluyor ve kendi özel hayatında rahat hareket edemiyor...

Telefon geldiğinde, her şeyi bırakıyor onların yanına gitmeye çalışıyor...

***


En iyi yabancı dildeki filmler kategorisinde Oscar adayı oldu Gloria son Akademi Ödülleri töreninde...

Şili, İspanya yapımı...

Gloria, eşi ve kızlarından gelen bir telefonla kendisini otelde yapayalnız bırakan, adamla sorunlu ilişkisini bitirmek istiyor...

Ancak ne yapacağını ve nasıl yapacağını bilmiyor...

Danstan, içkiye, ottan, değişik çevrelere yönelmeye kadar arayışlara giriyor...

Yalnızlık...

İnsanlığın ve elbette kadınlığın en temel açmaz noktalarından biri Gloria’nın hayatının temelini oluşturuyor...

Film Gloria’nın yalnızlığını buram buram işlerken, buna umutsuzca çare bulma arayışlarına yer veriyor...

Romantik ve nostaljik İspanyol parçaları eşliğinde...

Ve elbette Gloria parçasının eşsiz güzelliğiyle...

***


43 yaşıma kadar kendimi hiç yalnız hissetmediğimi fark ediyorum hala vizyonda olan filmi izlerken...

O yıllarda genç olduğumdan değil, uğruna savaştığım mesleğim, ideallerim ve kutsadığım hedeflerim olduğundan kendimi hiç yalnız hissetmediğimi fark ediyorum...

Atina’da boşanmış yapayalnız yaşarken bile, “yalnızlığımın“ bir mutsuzluk ve çaresizlik değil, bir kahramanlık öğesi yaşattığını hissediyorum o anda...

Ne Atina’da, ne İstanbul’da, ne Ankara’da yalnızlık duygusunu tatmıyorum, yürüdüğüm ve kutsal saydığım idealler eşliğindeki “salt gazetecilik“ mecraında...

***


Bir gün üzerimde yıllardır yürütülen ‘derin‘ operasyonlar sonunda sonuç veriyorlar ve çok taraflı, çok profesyonelce planlanmış bir tezgahla beni “hayatta idealize ettiğim ve kutsadığım mesleğimden“ uzaklaştırıyorlar...

Yaptığım işten uzaklaşmak değil, kutsadığım mesleğimden kopmak zorunda bırakılmak, yarattığım ideallerin kafamda tuzla buz olması beni içinden kolay çıkamadığım “kopkoyu bir yalnızlığa“ itiyor...

40’lı yaşlarımın ortalarında, yalnızlığın aslında “yaşla hiçbir ilgisi olmadığını“ fark ediyorum...

İdeallerin yok edilmesi, uğruna savaşılacak şeylerin tarumar edilmesi, dayandığım esaslı manevi güçler ve kendi ellerimle kurduğum bir aile yoksa, “yalnızlık duygusunu kopkoyu bir karanlığın dehlizlerine soktuğunu“ ayrımsıyorum...

***


Dehlizden çıkış, Michael Douglas’ın başrolünü oynadığı “Game“ filminin korkutucu, ürkütücü ve bitmek bilmeyen gerilim öyküsü gibi geliyor bana...

O korkunç gerilimden, ürkütücü atmosferden, hayatın amaçlarını yeniden yakalayarak çıkıyorum...

İdeallerimi revize ederek onlara yeniden kavuşuyorum...

Kutsadığım değerlerin “kuşaklar boyu devam ettirilecek manevi vurgularını“ başka insanlara ve gelecek kuşaklara aktarmaya girişiyorum...

O anda, bir zamanlar, elimden mesleğimi alarak “beni yalnız ve biçare bırakmaya çalışanların“, aslında onu başaramayarak kendilerinin yalnızlaştıklarını fark ediyorum...

Temiz yüreğimden, fışkıran sevgi, merhamet, doğruluk, dürüstlük, hak yememe ve insanları ezmeme üzerine kurulu, kutsanmış ideallerimin, şimdi “çoğalarak“ mütevazı bir konvoy halini aldığını görüyorum...

***


Biz çoğalıyoruz;

Onlar yalnızlaşıyorlar...

Yalnızlık, kimseler tarafından paylaşılmayan idealler demektir...

Yalnızlık, insanlık için varolan kutsal bir hedefin kalmaması demektir...

Yalnızlık fiziksel değil; ruhsal ve kalbidir...

Çok uzun yıllar sonra, çoğul gelerek bana operasyon yapanların şimdi “yalnızlaştığını“ görüyorum...

Bizlerin ise “çoğalarak gelmekte olduğumuzu“ fark ediyorum...

Gloria filminin finali bu kadar güzel değil...

Fakat finaldeki unutulmaz “Gloria“ parçasını dinlerken, kendi paylaşılmış kutsal ideallerinizi görebilir, “yalnız olmadığınızı“ hissedebilirsiniz...

Parçadaki melodi şimdi içimi vuruyor;

“Gloria...”

*****


YAŞAMIN NE OLDUĞUNU ÖLÜMDEN KISA SÜRE ÖNCE KEŞFEDERİZ

- “İnsanların çoğu, ölümlerinden kısa süre öncesine kadar, yaşamın gerçekte ne olduğunu keşfedemez...

Gençken günlerimizi, toplumsal beklentileri karşılamak için çaba harcamakla geçiririz...

Yaşamın büyük hazlarının peşinde koşmakla öylesine meşgul oluruz ki; yağmurlu bir günde çocuğumuzla parkta çıplak ayak dans etmenin, bahçeye gül ekmenin ya da güneşin doğuşunu izlemenin değerinin farkına varmayız...” diyor Robin Sharma;

-”En yüksek dağları fethettiğimiz, ama kendimize hakim olamadığımız bir çağda yaşıyoruz...

Daha yüksek binalarımız var, fakat sabrımız yok...

Daha tutkuluyuz, ama daha mutsuzuz...

Zihinlerimiz daha dolu, ama yaşamlarımız boş...

Yaşamın anlamını ve onun içindeki değerli rolümüzü keşfetmek için ölüm döşeğinde olmayı bekliyoruz...”

DİĞER YENİ YAZILAR