“Baba uyurken yoruluyorum...”

Haberin Devamı

Bayram’ın bir hafta öncesiydi...

Bir hanım arkadaşımla sohbet ediyordum...

- “Antalya’da Maxx Royal var... Ben çocuğumu götürmüştüm... Çocuklar için inanılmaz bir oyun kulübü var... İnsanın aklı hayali almıyor...” dedi...

Arkadaşları aradım...

Antalya Belek’teki Maxx Royal için yer ayırttım...

Çocuklar ve yardımcılarla otel alanına girdiğimde, bir süre kendime gelemedim...

Dünyada Disneyland’ler görmüştüm...

İsviçre’nin göl kenarında konuşlanmış en lüks otellerde konaklamıştım...

Paris, Londra, Moskova, Viyana, Milano’da gezmediğim görmediğim lüks kalmamıştı...

Buna rağmen, böylesine zengin bir konsepte çok az rastlamıştım...

***


Burası sadece bir tatil yeri değildi...

Burası her çeşit zevkin en mükemmeline, en rahatına, en konforlusuna göre ayarlanmış bir dünya tatil cennetiydi...

Çocuklar için oyun parkına girdim...

Git git bitmiyordu...

Dinozorlar bire bir orijinal boyutlarıyla, yeşillikler üzerinde duruyorlardı...

Çocuklar dinozorların ve kırılmış küçük dinozorların içinden çıktığı kocaman yumurtalarının üzerinde resimler çektiriyorlardı...

Oyunlardan oyun beğeniyordunuz...

Çocuk restoranı vardı...

Tabureler küçük, masalar küçük, tabaklar çatallar küçüktü...

Her şey çocuklara göre dizayn edilmişti...

Üç tane sinema salonu vardı...

Üçü de minikler için “cep sineması büyüklüğünde” inşa edilmişti...

Canım çocuklarla sinema salonlarından çıkmak istemiyordu, bir tatil boyu...

***


Her gece, saat 20.30’da yarım saatlik muhteşem bir dans partisi vardı yine sadece çocuklar için...

Hemen arkasından her geceye mahsus değişik bir şov sunuluyordu...

Şovlar gece 22 sularında bitiyordu...

Oğlum tiyatroda uyuklarken, kızım beni miniklerin cep sinemasına suareye götürüyordu...

Filmi izleyip, öyle yatmaya gidiyorduk...

Kaldıkları birkaç gün içinde aşçı olup, kurabiye yaptılar...

Kızılderili olup, kovboy kovaladılar?..

Trenlere mi binip, bütün köyü dolaştılar...

Yanlarında kendimi yeniden çocuk hissediyor; onlar yeni şeyleri öğrenirken, ben onları izleyerek gençleşiyordum ve tazeleniyordum...

Sabah her gün 9’da başlayan program, her gece 22.30 sularında zar zor bitiyordu...

4.5 yaşındaki oğlum Poyraz yaşadıkları şeyi şöyle özetliyordu yatakta uyumaya çalışırken:

- “Baba uyurken yoruluyorum...”

***


Oteldekiler, sabah kahvaltısı ile akşam yemeği için Golf Kulübü’ndeki restoranı denememizi istediler...

Ben golfle fazla haşır neşir değilim...

Odaların önünde minik bir boğazı andıran havuz boydan boya devam ediyordu...

SPA’sı, kapalı havuzu, buhar odası zaten muhteşemdi otelin...

Akdeniz uçsuz bucaksız maviliğinde önünüzde uzanıyordu...

İster girerdiniz ister seyreder...

- “Şimdi bir de golf mü çıkacak başımıza” dercesine bakıyordum ki, bir kere gittim ve arkasından her gün sabah akşam oraya gitmeye başladım...

Golf dediniz mi akla dünyanın efsanevi ismi Tiger Woods akla gelir...

Her gün golf sahasanın yanındaki parkurda yürüyüş yaparken, olağan bir olaymış gibi bana;

“Tiger Woods önümüzdeki günlerde bu sahadaki uluslararası turnuvaya katılacak...” diye fısıldadılar...

Önce şaka yapıyorlar zannettim...

Sonra baktım gayet ciddiler...

Tam 7 milyon dolar ödüllü bir turnuvaya ev sahipliği yapacaktı, benim üzerinde yürümekte olduğum çimenler...

Tiger Woods gelecekti ve milyon dolarlık ödülü kazanmaya çalışacaktı...

***


Bir tatil merkezinde, aynı anda minik bir Disneyland;

Elli metre ilerisinde efsanevi dünya şampiyonunun katılacağı dünya çapında bir golf sahası...

Önü muhteşem kumsalla bütünleşmiş plaj ve sonsuz bir Akdeniz maviliği...

Gitar eşliğindeki İtalyan, keman ve klasik gitar eşliğinde bir steak house, buzuki eşliğindeki Yunan restoranı ve uzakdoğu restoranları...

İsterdim ki bu yazı Bayram’ı birkaç günlüğüne geçirdiğim bir otelin sadece reklam metni olsaydı...

O zaman bu otelin ayrıcalığı bana ve çocuklarıma kalırdı yine...

Rahat rahat gider keyif sürerdik...

Oysa biliyorum ki, zaten hiç yer bulunamayan ve tıklım tıklım dolu olan bu tatil merkezinde, bu yazılardan sonra, artık hiç yer bulunmayacak...

Bir dahaki tatilde muhtemelen biz açıkta kalacağız...

Olsun varsın...

Hayatta yaratılan değerlere, hakkını vermezseniz, evrene, insanlığa ve çocuklara katkı sağlamazsanız, siz de önünde sonunda aradığınız mutluluğu yakalayamazsınız...

Oraya yolunuz düşerse, gidin bir görün mutlaka...

- “Türkiye nasıl bir ülke olmuş?..” diyeceksiniz...

Siyasi tartışmalar gözünüzde anlamlarını yitirecek...

Ülkenizin parlayan yıldızı olduğunu bir kez daha fark edeceksiniz...

Siyasi standart konu dışı...

İnsani standart hiç kuşku yok; tam anlattığım gibi...

PARİS’TEKİ İLK SEVGİLİ...

Çocuklarımla beş muhteşem gün geçirdikten sonra, annelerinin doğum günü için bayram ortası onları İstanbul’a getirdim...

Annelerinin doğum günlerini kutlasınlar, birarada eğlensinler diye...

Ben de Cuma günü kendimi Paris’e atıverdim...

Hüznünü, yalnızlığını, romansını ve yağmurunu, hayatıma katık yaptığım o şehre...

33 yıl önce geldiğim varyantlarda dolaştım uzun süre... 20 yaşın parasız, franksız günlerini yeniden hissettim, aynı yollardan ve merdivenlerden geçmekteyken...

Paris’te sabaha kadar yanında uyuyabildiğim ilk kadını tanımıştım...

İlk gerçek sevgiliyi...

Ursula...

Onunla konuştum uzun uzun, usul usul...

***


Birlikte oturduğumuz merdivenler ıslaktı...

Dolayısıyla oturamadım oralarda...

Onun yerine bir süre durdum o merdivenlerin üzerinde ve sevgiliyle konuşmalarımızı bir kez daha dinledim... Gizli Kalb’in bulunduğu kilise, Pazar sabahının yağmurlu sessizliğinde, dingindi...

Eski bir sevgiliyle konuşurken, kilisenin mumları, zamanın sonsuzluğunu, birleştirmekte, anı tekleştirmekteydi...

***


Polonyalı mutaasıp Katolik sevgili mumların yanıbaşında duruyor, dua ediyor içinden dilek tutuyordu...

Ne dilek tuttuğunu sormamıştım...

Pazar sabahının yağmurlu sessizliğinde, ne dilek tuttuğunu bilmediğimden, sadece durup duasının bitmesini bekledim...

Hayalimdeki dua bitince, ben mekandan ayrıldım...

***


İlk kaldığım otel, ilk parasızlık günleri, ilk ayrılış, ilk gözyaşı, ilk Paris vedası... Hepsi bir süre sonra son gözyaşı ve son Paris buluşması haline geliverdiler...

Sonra hep birlikte Paris’in yağmurunda Jules Jofrin’in parke taşlarının üzerine, damla damla düşüverdiler... Hayatımın yeniden değişmekte olduğunu o anda anlıyordum... Yaşamımı değiştirecek randevuya gitmek üzere adımlarımı sıklaştırmaya...

Sonra?..

Sonrası “bende saklı...”

DİĞER YENİ YAZILAR