Batı’ya katliam soruları!..

Haberin Devamı

Mısır’da Kahire’de dün devam eden ve yüzlerce ölümün üzerine yeni ölümler eklenen, katliamda hiç “sorumluluğunuzun olduğunu” düşünüyor musunuz?..

Yoksa bu konuda “bizim ne gibi bir sorumluluğumuz olabilir ki?.. Biz taraflara itidal tavsiye etmiştik” mi diyorsunuz?..

***


Siz de bazı kurnaz yazarlar gibi “durumu tersyüz edecek binbir türlü mavra ve manevrayla ‘Sorumlu Batı değil... Birbirini boğazlayan Müslümanlar... Hırsızın hiç mi suçu yok” türü gevezelikleri ve zevzeklikleri seslendirmekte misiniz?..

***


Mısır’da “darbe yapanları niye desteklediniz?..”

En önemli soru bu...

Siz onları desteklemeseydiniz, onlar bu işi yapmaya soyunabilirler miydi?..

Onları izole etseydiniz, yalnız bıraksaydınız, yardım yapmayacağınızı söyleseydiniz, sizce yine darbe ve katliam olur muydu?..

***


Masum hissediyor musunuz gerçekten kendinizi?..

Gece yatağa yattığınızda akan bunca kanda, hiç sorumluluğunuz olmadığını düşünebiliyor musunuz yoksa?..

***


Bir Reha Muhtar repliğiyle bitirelim isterseniz bugünkü soru faslını:

- “Başınız sağolsun!..”

MİLYON DOLARLIK TEKLİFLERİ KABUL ETMEYE BAŞLADIM...

İlkokul ve ortaokuldayken en sevdiğim şey, babamın büyük tomarlar halinde getirdiği sınav kağıtlarına verdiği notları toplamaktı...

İki üç sayfalık sınav kağıtlarından oluşmuş büyük tomarlar gelirdi eve...

Babam o cevap kağıtlarına bölüm bölüm notlar verirdi...

20, 30, 10 gibi...

Sınav notlarını yüz üstünden verirdi...

Babamın yuvarlak içine alarak verdiği puanları büyük bir dikkatle toplar, öğrencinin o yılki final puanını yazardım...

Hata yapmamak için iki kez toplardım puanları...

Babama sorardım;

- “Öğrencinin sınav kağıdından çıkan puanların toplamı 45 olursa ne olacak?..”

- “Kağıda yeniden bakarım... Kala da bilir, geçe de bilir...” derdi...

- “Amma kıt notlu Hoca’ymışsın...” derdim;

- “Bizde Hoca’lar dört buçukları beş yapıyorlar...”

***


Babam öğretim üyesiydi üniversitede...

Annem ise ara ara edebiyat öğretmenliği yapan bir edebiyat mezunu...

Aile genlerim buydu benim...

Bütün çocukluğum, gençliğim, kapımıza gelen “öğrencilerin not yalvarışlarıyla geçti...”

- “Baba geçiriver şunu; çok ağlıyor koskoca adam...” derdim...

- “Sen onlara bakma...” derdi;

- “Daha bütünlemesi var bu işin... İkmale kaldığını görünce oturur çalışır geçer...”

Bazen de babamın dersinden çakarsa okuldan atılacağı kesinleşecek bir öğrenci gelir kapıya dayanırdı...

Bir türlü gitmezdi...

Günlerce kapıya gelip kapıda önce mahsun, sonra ısrarlı beklerdi...

- “Baba geçir şu adamı... Bak üniversiteden atılacak... Yazık adama...”

- “Onu geçirirsem, örnek olur... Başkaları da gelirler...” derdi...

Bir seferinde yaşlı başlı bir öğrenci gelmiş, kapıyı çalmıştı...

Açmıştım...

Babamı sormuştu...

- “Yok...” demiştim...

- “Bilmenizi istiyorum...” demişti;

- “Bu sınavdan geçemiyorsam, intihar edeceğim...”

İlkokuldaydım...

Afallayıp kalmıştım...

Babama koşmuş;

- “Baba adam kendini öldürecekmiş, geçir şunu...” demiştim...

***


“Hoca’nın çocuğuydu” adım...

Çok iyi kalpli, fakat Hoca’lık konusunda tavizsiz bir adamdı babam...

Notları hiç bol sayılmazdı...

Çaktırdı mı çaktırırdı adamı sınıfta...

Yine de elli yılda binlerce öğrencisinden, tek bir kötü laf duymadım hakkında...

Hep Hoca’nın oğluydum o öğrenciler için...

Bir zamanlar bakanlar kurulu açıklanırken toto oynardık evde...

- “Bakalım bu sefer kaç öğrencisi bakan olmuş babamın?..” diye...

***


Dün sabah acayip bir şey oldu...

Astrolog Susan Miller’ın astroloji sitesini okurken, “Farklı bir iş olanağı çıkacak, sizin için” türünden bir şeyler okudum...

İçimden;

- “Farklı ne iş çıkacak ki bana?..” diye geçirdim...

- “33 yıldır aynı işi yapıyorum sonuçta...”

Öğlene doğru bir söyleşi için gittiğim Yeditepe Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden bir Hoca’nın telefonla beni aramış olduğunu gördüm...

Hoca’ya geri döndüm...

Hoca “Nasılsınız”, dedikten sonra hemen konuya girdi...

- “Reha Bey, önümüzdeki yılın ders programını yapıyorum... Bu yıl okulumuzda ders vermek ister misiniz?.. Gazetecilik bölümü son sınıf öğrencilerine...”

***


Hayatta bazı anlar vardır...

Değiştirdiğiniz yaşam şeklinin, sürpriz doğal sonucunu yaşarsınız...

Nasıl olduğunu anlamazsınız...

Fakat hayat, değiştirdiğiniz makasın önünüze koyduğu yeni alternatifi hiçbir şey olmamış gibi karşınıza çıkarıverir...

Öyle anlardan birisiydi yaşadığım; farkındaydım...

Hiç düşünmedim...

- “Veririm Hocam...” dedim...

Bana teklifi yapan Hoca Hanım şaşırmıştı...

Bu kadar kolay bir “evet” beklemiyordu...

Bir açıklama yapmam gerekiyordu...

- “Hocam...” dedim;

- “Benim baba mesleğim üniversite hocalığı...

Üstelik annem de öğretmen... Genetik bir durum bu... Bu teklife ‘hayır’ diyemem...”

Şaşırmıştı...

Bir saat kadar sonra, durumu bir arkadaşıma anlatıyordum...

- “Ben senin böyle davranacağını bilmiyordum...” dedi...

- “Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanı çok kızar şimdi bana... Ona haber vermem lazım, böyle bir teklifi kabul ettiğini... Mutlaka bir iki ders de olsa kendi fakültesinde ders vermeni isteyecek...”

- “Ne oluyoruz?..” demeye kalmadı...

Telefonu kapattı, beş dakika içinde tekrar aradı...

- “Bekliyorlar seni... ‘Hayır’ diyemezsin... Çok kırılırlar...”

***


Otuz üç yıl önceydi...

Babamlar Siyasal’daki Hoca’larımı eve davet etmişti...

Hoca’larımın bazıları babamın öğrencisiydi...

Bazıları ise annemin fakülte arkadaşlarının kocaları...

Hep birlikte üzerimde bir baskı oluşturmuşlardı...

- “Oğlum sakın gazetecilik yapayım deme... Bu işte para yok... Sefil olursun... Hayatları inişli çıkışlı gazetecilerin... Gündüzü yok gecesi yok... Aile hayatın olmaz... Süfli bir hayat içinde debelenir durursun... Derslerini iyi tut... Biz seni üniversiteye yanımıza asistan olarak alacağız... Öğretim üyesi olursun, düzgün bir hayatın olur; baban gibi yaşarsın...”

***


Cat Stevens’ın “Father and Son” hit’ini dinlediğim yıllardı...

O parçada baba ve oğulun karşılıklı konuşmaları vardı...

Baba önce oğluna tavsiyelerde bulunurdu...

Şöyle yap böyle yap türü bir konuşmaydı babanın konuşması...

Sonra oğul konuşmaya başlardı...

- “Ağzımdan laf çıkmaya başladığı andan itibaren, dinlemem emrediliyor...” derdi oğlu...

Sonra da devam ederdi;

- “Biliyorum ki tek yol var önümde artık... Gitmem lazım... Buralardan uzaklara gitmem lazım...”

O parçayı mırıldanmıştım o gün içimden, bütün Hoca’larımın önünden basıp giderken...

- “Ben gazeteci olacağım...” demiştim...

- “Hoca’lık sizlere kalsın...”

***


Bunu dediğim gün, sabahtan gece yarılarına kadar çalışma karşılığında tek kuruş para almıyordum çalıştığım haber ajansından...

Masraflarımı cebimden ödüyordum...

Sonraki dört yıl boyunca sigortasız çalıştırılacağımı da bilmiyordum...

Bunlar geçti aklımdan bir anda...

Söylemedim elbet, bana “Yeditepe ve Marmara Üniversitelerinde ders vermemi teklif eden Hoca’lara bu maziyi...”

Yazdığım yazılardan “anlam” çıkarmaya çalışan hastalıklı mailler geldi bir ara aklıma;

- “Reha Bey... Bu yazılarınız acaba yeni dönemde milyon dolarlık bir iş kapma amacını mı taşıyor?..” gibi hastalıklı mailler atardı arada bir birileri...

Güler geçerdim...

Onların sözlerinin aslında kendi “amaçları ve niyetleri” olduğunu bilirdim...

Söylerken kendilerini ele verirlerdi...

***


Öğrencilere vereceğim “gazetecilik” derslerinin hayata sağlayacağı mütevazı katkıları düşündüm...

Para sormaya utandım elbette...

Kabul ettim gitti...

Babam gözümün önüne geldi...

Hafif bir duygusallaştım sanki...

DİĞER YENİ YAZILAR