Kelebeğin Rüyası... Şiir aşkın en romantik tezahürüdür!..

Haberin Devamı

Hayata bugün yaşadığım mercekten baktığımda çocukluk ve gençlik yıllarımın yalnız dünyasında harcıalem futbolun yanı sıra en haz duyduğum alanın “edebiyat” olduğunu fark ediyorum...

Nedense “edebiyat fakültesi mezunu” annem, beni edebiyattan uzaklaştırmak için elinden geleni yapmıştı...

- “Sefil oldu hayatları Türkiye’de bütün edebiyatçıların... Ekmek yok, hayat yok o işte...”

Edebiyata kayan nahif gönül ibrem, bir türlü buluşamayan sevgililerin yaşadığı buruk özlemi boşu boşuna yaşadı gitti...

Gençlik yıllarımda biraz metazori uzaklaştırıldığım “edebiyat dünyası”nda nefes alamadım...

O yıllarda o duygusal cesareti gösteremedim...

Çok başka yerlere kaydı hayatım...

***


Belki de onun için Yılmaz Erdoğan’ın 22 ve 24 yaşlarında “veremden sefalet içinde ölen” iki genç şairin hayatlarını ve aşklarını anlatan “Kelebeğin Rüyası” filmini izlerken, içim maziden esen bir öksüzlüğün çırpınışlarıyla titredi durdu...

Rüştü Onur ile Muzaffer Tayyip Uslu’nun, kadınları, aşkı, hayatı, sefaleti, umudu ve umutsuzluğu şiirle yaşamaya çalışan dünyalarını ustalara layık bir film kurgusuyla anlatıyor Yılmaz Erdoğan...

Kendisi oyunculuğunu iki genç şairin Zonguldak’taki “Hoca”ları konumundaki ünlü edebiyatçı Behçet Necatigil’i oynayarak tescilliyor...

***


Şiir aşkın en romantik tezahürlerinden biridir...

Yılmaz Erdoğan; Rüştü Onur’la, Muzaffer Tayyip’in şiirle yaşadıkları aşkı, veremi, sefaleti anlatan hikayeyi, usta bir İtalyan filminin pastoral lezzetinde sunuyor izleyiciye...

Oynadığı onca salon ve onca seansa karşın, dolu bir sinema salonu...

Belki Kıvanç’a, belki öykünün acılı romansına, belki de Türk sinemasının geldiği boyuta duyulan meraktan salonu dolduran genç izleyici kitlesiyle izledim...

Film milyonu bulan bir gişe yaparsa babasının genç şair Muzaffer Tayyip’e söylediği sözler gelecek aklıma:

- “Oğlum azmin değil, bir hevesin peşine düşer ve her şey biter...”

***


Belki de ancak böyle 24 yaşında hayatı veremden, aşktan ve parasızlıktan sona eren bir şairin “şiir ve edebiyatla haşır neşir asalet dolu hayatı” bir anlam kazanacak bu evrende...

Belki de bu şekilde Muzaffer Tayyip’in şu dizeleri anlamlı bir hatıra oluşturacak izleyenlerin yüreğinde;

“Diyecekler ki arkamdan...

O yalnız şiir yazardı...

Yazık diyecek hatıra defterimi okuyan...

Ne talihsiz adammış...

İmanı gevremiş parasızlıktan...”

Milyonlar geçmişin asalet dolu iki genç yaşamından, aşkı, edebiyatı, şiir sevgisini, dürüstlüğü ve tutkuyu öğrenecek...

İbret niyetine...

Ellerine sağlık Yılmaz Erdoğan...

*****


JUSTİN BİEBER’İN İSTANBUL KONSERİNİN FİYATLARI 1000 LİRA...

Mart ayında İstanbul’daki konser programını bilmiyorum henüz, fakat 2 Mayıs’ta Justin Bieber isimli 18 yaşındaki genç şarkıcının konser fiyatlarının 1000 liraya kadar çıktığını öğrenmiş bulunuyorum...

Hayat bir arz talep meselesi...

Günlerdir kulağıma “Justin Bieber konserine nasıl bilet bulacağız?.. Biletler 600-1000 lira arası” sözleri çalınıyor...

Konseri sahnenin dibindeki ‘diamond circle’dan yani pırlanta çemberden izlemek tam 910 pound yani 2 bin 700 lira...

***


Yine de yer bulunamıyor ve herkes birbirine ne yapacağını nasıl bulacağını soruyor...

18 yaşında Kanadalı bir çocuk Justin Bieber...

Ayşe Nazlı’nın söylediğine göre Baby isimli parçası muhteşemmiş...

Yeni parçası “As Long As You Love Me...” ise yıkılıyormuş...

18 yaşındaki çocuk şarkıcıların milyar dolara yaklaşan star yaşam standartları, yarattıkları hayran kitlesi üzerindeki vazgeçilmez etkilerini ‘kıskanmaya müsait’ bir yaştayım sanırım...

***


Ne ki ben hayatı Benjamin Button gibi yaşıyorum...

Gençliğime ve küçüklüğüme doğru gidiyorum adım adım...

Onsekiz yaşındaki Justin Bieber’in 2700 lira tutan Diamond Circle’deki bilet fiyatı beni heyecanlandırıyor...

Ben de ilk gençlik yıllarını büyük bir heyecan ve tutkuyla yaşayan çocuklar gibi, hayatı yeniden keşfetmenin heyecanını yaşamaktayım...

Biliyorum ki 2 Mayıs’ta İTÜ Stadyumu’ndaki konser, gitseler de gitmeseler de milyonlarca genç için, “hayat boyu unutumayacakları” bir efsane konser olacak...

Onu bekleyecek, onu yaşayacak, onu konuşacak, onu efsaneleştirecekler...

Hayat çocukluk efsanelerinin gün gelip gerçekleşmesi ümidinden ibaret değil midir?..

Efsanesi olmayan bir hayat, umudu ve geleceği olmayan bir hayattır...

Bilemiyorum Ayşe Nazlı için nasıl yer bulacağım...

Annesine mi başvursam acaba, çocuğumun hayatında ilham verecek bir efsaneyi yaşatabilmek uğruna?..

*****


İLHAM ALACAĞINIZ “İÇİNİZDEKİ ÇOCUK” OBEZ OLMAMALI!..

Kendi “kişisel seçimlerimiz” yaşadığımız bedelleri belirler...

Arzu edilmeseler de kabul edilebilirler...

Önünde sonunda şöyle diyerek kendi kendimize teselli bulabiliriz;

- “Kendim ettim, kendim buldum...”

Oysa Reader’s Digest dergisi dünyanın dört bir yanında 40 milyon okuyucusuna “Çocuklara yaptırdığımız şeylerin, verdiğimiz alışkanlıkların daha 6 yaşından itibaren onları nasıl obez birer çocuk yaptığını” belgeriyle açıklıyor...

***


“Televizyon reklamları esnasında çocuğunuza spor yaptırın... Televizyon reklamlarında, şekerli gıdalar, enerji içecekleri ve benzeri gıdaları izleterek obeziteyi tetiklettirmeyin...”

‘Her gün mutlaka 60 dakika spor yapacakları bir program düzenleyin’ diyor Reader’s Digest okurlarına...

‘Aksi halde çocuğunuzun bir süre sonra obez olması kesindir...’

Haftalardır “Alışveriş merkezlerindeki oyun alanlarının azlığından, küçüklüğünden ve para kazanmak için pratikte çocuklara kapalı olmasından” söz ediyorum...

Reader’s Digest; çocuk oyun alanlarının olmamasını obeziteye gidişte en önemli duraklardan biri olarak görüyor...

***


Kişisel tercihlerimiz elbet kendi hayatımızı belirler...

“Bedeli neyse öderim” demek asil bir duruş olabilir...

Fakat annenin, babanın ve sorumsuz bir toplumsal çevrenin yarattığı “berbat bir bedeli” bir ömür boyu, obez hayat sürerek yaşamak, müsebbiplerini hayırla yad ettirmez...

Anne babaysanız; anne babalığınızın farkına varın...

TİM Merkezi’nin muhteşem çocuk tiyatrosunun oynadığı Sindirella oyununun sonunda “İçinizdeki çocuğu çıkartın...” diyor...

İçinizdeki çocuğu çıkartarak hayatı yaşamak, çok önemli...

Bu şekilde ilham alır, nahif duygusal kıpırtılardan, yaşam boyu başarı fırtınaları yaratabilirsiniz...

Fakat bir şeyi unutmayın;

İçinizdeki çocuk, “obez” olmamalı!..

DİĞER YENİ YAZILAR