Hayatı iki defa kurtulan adam!..

Haberin Devamı

Bir İngiliz aristokrat karısı ve oğlu ile yaz tatillerini doğayla iç içe geçirmek için İskoçya’nın uçsuz bucaksız kırlarına giderler...

Tatil günlerinin birinde aristokratın oğlu köyün hemen yanı başındaki koruda tek başına dolaşmaya çıkar... Ağaçlar arasında bir gölet vardır...

Delikanlı göletin dayanılmaz çekiciliğine kapılarak içine girer...

Vücudunu suyun dayaılmaz çekiciliğine kaptrırmıştır ki, dayanılmaz bir sancıyla irkilir...

Ayağına kramp girmiştir...

Birkaç dakika içinde kendini suyun üzerinde tutacak son gücünü de tüketir genç adam...

Panik içinde can havliyle bağırmaya, yardım çağırmaya başlar...

***


Suyun yakınlarında bir yerde tarlasında çalışmakta olan bir köylü genç, feryatları duyunca işini bırakıp hemen feryatların geldiği yöne doğru koşar...

Çırpınmakta olan genci görür...

Hemen suya atlar ve delikanlıyı boğulmaktan kurtarır...

Delikanlının babası, oğlunu mutlak bir ölümden kurtaran köylü gençle tanışıp teşşekkür etmek için onu evine davet eder...

Sohbet sırasında oğlunu kurtaran gence gelecekle ilgili planlarını sorar...

- “Babam gibi çiftçi olacağım... “ diyerek isteksizce cevap verir genç adam...

Aristokrat baba, oğlundan dolayı duyduğu vefa borcunu ödemek için aradığı fırsatı bulduğunu düşünür...

- “Başka bir şey olmak mı isterdin yoksa?..” diye sorar köylü gence...

- “Evet...” diye başını öne eğer genç İskoç... “Hep doktor olmak isterdim... Ama böyle pahalı bir eğitimi babam karşılayamaz...”

***


İngiliz aristokrat baba, bunun üzerine gence dönerek, “Tıp fakültesinde okuman için gerekli tüm masrafları ben karşılayacağım...” der...

Çiftçi Fleming‘in oğlu Londra’daki St. Mary’s Hospital Tıp Fakültesi’nden mezun olur...

Bir süre sonra ‘penisilin’i bulan bilim adamı olarak tüm dünyaya adını duyurur...

Bir süre sonra oğlunu gölette kurtardığı adamın oğlu bu kez de zatürreye yakalanır...

Zatürre hastalığından oğlunu Fleming‘in bulduğu “penisilin” kurtarır...

Aristokratın parasıyla tıp fakültesini bitiren genç adam, tıp alanındaki buluşlarıyla 1945 yılında Nobel Tıp Ödülü’nü kazanır...

***


Bu öyküde adı geçen İngiliz aristokratın ismi ise Lord Randolp Churchill’dir...

Kurtarılan oğlunun adı sonradan İngiltere Başbakanı olacak olan ünlü Winston Churchill...

Ya onu kurtaran ve sonradan babasının karşıladığı masraflarla doktor olan çiftçi genç kimdir merak eder misiniz?..

Sir Alexander Fleming...

Aralık 1943’te Winston Churchill Kuzey Afrika’da hastalanır...

Teşhis zatürredir...

Doktor Alexander Fleming’e haber gönderilir...

Fleming İngiltere’den Afrika’ya uçar ve yeni ilacını İngiltere Başbakanı’na tatbik eder...

İlaç hemen etkisini gösterir ve Alexander Fleming, Winston Churchill’in hayatını kurtarır...

İkinci kez...

***


Çiftçi Fleming, gölde boğulmakta olan genç Churchill‘i kurtarmış, babası ona duyduğu minneti ödeyebilmek için “Onu çok istediği tıp fakültesine göndererek bütün masraflarını karşılamıştır...”

Churchill’in babasının masraflarını karşıladığı Fleming dünya çapında bir doktor olmuş ve tıp alanındaki buluşlarıyla 1945 yılında Nobel Tıp Ödülü’nün sahibi olmuştur...

Churchill’in babasının kendisine yaptığı bu iyilik, oğlu Churchille‘e ikinci kez dönmüş, bu sefer de Afrika’da zatürreden ölecekken Fleming bulduğu ve kendisinde uyguladığı penisilin iğnesiyle onu ikinci defa hayata döndürmüştür...

Hayatta yaptığınız iyilikler, bir gün mutlaka karşınıza iyilik olarak çıkarlar...

Churchill de olsanız, Fleming de...

Bu evrensel kuralın tek üzücü tarafı ise şudur...

Yaptığınız kötülükler de gün gelip aynı ‘tesadüfle’ karşınıza çıkacaktır...

*****


BİR YILBAŞI GECESİ...

Yedi sekiz yıl öncesiydi...

Yazarlığımın, yalnızlığımın, bağlantısızlığımın, televizyon stresi olmayan günlerimin, gurme ve yaşam gustosu yazıları yazdığım dönemlerin keyfini çıkartıyordum...

Yıllarca doğru düzgün yılbaşı gecesi geçirememiş, ya yayından ve televizyondan son anda çıkmış, doğru düzgün yılbaşı kutlayamamış, ya yurt dışına kendini atıp gözlerden uzakta “ıssızlığın uzaklığındaki” kutlamalarla yetinmiştim...

Hayat gelmiş geçerken, aniden bir şeyler yıkılmış ve yılbaşı geceleri, mekandan mekana atlayacağım bir parça yeni yıl keyfi yaşayabileceğim kıvama bürünmüştü...

Yine nahif yine dost olarak yanıma aldıklarımı, kendim kadar temiz kalpli zannettiğim günler ve gecelerdi...

***


Bebek’te başlayan yılbaşı gecesi, yıllarca iş ve stres yüklü geçen yılbaşı gecelerinin intikamını alırcasına mekandan mekana geçilen bir sergüzeşt yolculuğa bürünmüştü.

Saat 24’te Reina’da kalıvermiştik...

Tıklım bir mekanda, yılbaşı saatinde iğne atsan yere düşmeyecek bir yoğunlukta tüm ellerin havada olduğu bir atmosferde...

O Reina’yı ve o ‘özgür’ geceyi hiç unutamamıştım...

Hayatımın sonraki yılları, bir ailenin teker teker ve birey birey hak edilerek inşa edilmesi süreciyle geçeceğini elbette o gece hiç bilemezdim...

Önceki gece, aynı Reina’ya aynı salona doğru ilerlerken, “kazağını sırtına atmış özgür bir gazeteci”den ziyade, yanında üç çocuğu, anne ve babasıyla bir eğlenece mekanının masalarına yönelmiş papyonlu, smokinli yalnız bir ‘baba’ vardı...

***


O sırada hayatta dönem dönem çizdiğim bütün portrelerden mutlu olduğumu fark ettim...

Ünlü bir televizyoncunun “gözlerden ırak mahrem kutlamalarından”, “ünlü aşkların, kimselere görünmemeye çalışan birkaç dostla sırdaşlaşmış yalnız karizmasından”, kazağı sırtına atılmış özgür takılan gusto yazarından, smokini ve popyonuyla iki anneden üç çocuğuna yılbaşı anısı biriktirmeye gelen “yalnız baba”dan hoşnuttum aslında...

Hepsi bir başka zaman diliminde hayatıma giriyordu ve her geleni belli ki ben çağırıyordum...

Milyonlarca izleyicinin seyrettiği yayınların sorumluluğunu almak zor olmamıştı da, beş kişilik ailemin bire bir sorumluluğunu üstümde taşımak sanırım daha bir ağır gelmişti...

Üç çocuk, anne ve babanın bütün sorumluluğunu tek başıma üzerimde hissediyordum...

Milyonlarca izleyiciye ulaşan bir televizyon programının stres dolu sorumluluğu mu, en yakınınızdaki beş canın üzerinizdeki sorumluluğu mu?..

Hangisi daha zordu acaba?..

Elmalarla armutlar karşılaştırılamaz ama sanırım önceki geceki...

Nereden anladım derseniz, masaya oturduğumda içkiler kadehlere doldurulduğunda, önümdeki şarap kadehinden iki yudum aldığımda fark ettim durumu...

- “Sakın bir kadehten fazla içeyim deme...” diye telkinde bulundum kendi kendime...

“Çoluğun çocuğun var... Onları emniyet içinde eve götürecek senden başka kimseler yok görünürde...”

Reina yine yıkılıyordu...

Anladım ki yılbaşı eğlencesinin tavan yaptığı mekanların başında her daim Reina gelir İstanbul’da...

Yılbaşına doğru yaklaşıldıkça, restoran bir anda iğne atsan yere düşmeyecek bir kulüp halini alıverdi...

Volüm yükseldi, gece renklendi, mekan hareketlendi...

“İzzet Çapa’ya tweeter’de Reha Muhtar’a bu yazıları nasıl yazdırabilmiyorsun” diye sormuş birisi...

Önceki gece aile masamı görseydi onu yazan arkadaş, niye o yazıların yazıldığını anlardı...

Bodrum Ship A Hoyun sahibi Cemal Yarar eşiyle babamı taşıyordu arabaya gecenin bitiminde...

Ali Ünal çocuklarımın maskelerinin derdine düşmüştü...

İzzet mesaj atmıştı:

“Reina’da kutladığın için kendi adıma üzüldüm... Senin ve çocuklar için ise sevindim...”

Çocuklar dans ettiler...

Işıklı gösterilerin büyüsünde kendilerinden geçtiler... Gayet temiz ve hak eden bir hesap geldi...

Mekan yılbaşı gecesi o hesabı sonuna kadar hak ediyordu... Hoşgeldin 2013...

DİĞER YENİ YAZILAR