Fenerbahçe ‘asi’ Galatasaray ‘hükümdar’ Beşiktaş ‘dost...’

Haberin Devamı

“Uluslararası pazar araştırma şirketi Millward Brown, Türkiye’de futbol kulüplerinin marka değerleri ile taraftarların takımlarına bakış açısını mercek altına aldı ve çarpıcı sonuçlara ulaştı...” diyor haber ve devam ediyor:

“Geniş kapsamlı araştırmada, Türkiye’de şampiyon olmuş 5 kulübün üst ve orta sosyo-ekonomik grup içindeki bilinilirlikleri, ne kadar sadık bir taraftar kitlesine sahip oldukları, erkek ve kadınların bu takımlara bakış açıları ile takım tutmayan gruplar içinde nasıl görüldükleri araştırıldı ve ortaya ilginç sonuçlar çıktı...

Dünyada 55 ülkede 88 ofisi bulunan Millward Brown’un araştırmasına göre;

Fenerbahçe “Asi Takım”,

Galatasaray “Hükümdar”,

Beşiktaş “Dost”,

Trabzonspor “İsyankar”

Bursaspor, “Masum” çıkıyor...”

***


Kulüplere göre araştırmanın öne çıkan başlıkları şöyle:

FENERBAHÇE: “Asi” bir karaktere sahip... Fenerbahçe’nin asi karakterinin arkasında isyankar, arzulanan, iddialı ve kibirli olması yatıyor...

En tutkulu ve bağlı taraftar kitlesi Fenerbahçe’ye ait...

Ancak Fenerbahçe aynı zamanda, kendi taraftarları haricindeki kitleden en fazla ‘olumsuz’ futbolsever tepkisi alan takım...

Fenerbahçe, oluşturduğu duygusal zıtlıkla şampiyonluk yaşamış 5 büyük takım arasında en fazla ses getirme potansiyeline de sahip kulüp...

***


GALATASARAY: “Hükümdar” rolü var...

Kontrolü elinde tutan, iddialı, arzulanan, kibirli, yaratıcı ve cesur özellikleri “hükümdar” karakterinin oluşmasında rol oynuyor...

Kendi taraftarları Galatasaray’a sıkı bir şekilde bağlı...

Galatasaray taraftarlarının Fenerbahçe’ye bakış açısı; Beşiktaş, Trabzonspor ve Bursaspor’a bakış açılarından oldukça farklı ve olumsuz...

***


BEŞİKTAŞ: “Dost” sonucuna ulaşıldı...

Arkadaşça, iddialı ve samimi olması Beşiktaş’ın diğer takımlardan ayrışmasına fırsat tanıyor...

Onun özel bir karaktere sahip olmasını sağlıyor... Taraftarı olsun olmasın genel futbol izleyicisinden en çok kabul gören takım...

Beşiktaş genel olarak negatif duygular uyandırmıyor...

***


TRABZONSPOR: “İsyankar” özellikleri yansıtıyor... Açık sözlü, maceracı ama bazı olumsuz kişilik kriterlerine sahip...

BURSASPOR: “Masum” olarak tanımlanıyor...

Farklı ve nazik bulunması, kibirli olmaması yeşil-beyazlı kulübü farklı bir yere koyuyor...”

***


Dünyada 88 temsilciliği bulunan Millward Brown’un araştırmasının sonuçları böyle...

Açık konuşmak gerekirse, Millward Brown’un “Beşiktaş markası ve taraftarıyla” ilgili araştırma sonuçlarından, bir Beşiktaşlı olarak memnunum...

İlk gençlik yıllarımda, “Kendi camianın dışındaki camialar tarafından, sevilmenin önemini çok fazla bilmezdim...”

“Bize kendi camiamız yeter” duygusu, her taraftar grubu gibi bizi de esir alırdı...

Oysa, Baba Hakkı’ların, Şeref Bey’lerin, Şükrü Gülesin’lerin ve Süleyman Seba’ların oluşturduğu “iddialı ancak dost ve samimi” şeklindeki Beşiktaşlı imajının “Beşiktaşlı duruşunun esası olduğunu düşünüyorum...”

***


Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarında görülen “iddialı, yaratıcı, takımına bağlı” gibi çok olumlu karakterlerin yanına “kibirli” sıfatının eklenmesinin, Fenerbahçe ile Galatasaray’ın birbirine karşı güttüğü “en büyük benim” iddiasından kaynaklandığını düşünüyorum...

Fenerbahçe’nin en büyük sloganı “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” değil mi?..

Ya da “Her çocuk Fenerbahçeli doğar...” bir Fenerbahçe şiarı değil mi?..

Kendi kendime çözmekte zorlandığım en büyük dilemam şu;

İlkokul birinci sınıftaki öğretmenim Süheyla Ün olmasa, belki de ailemin takımı Fenerbahçe’yi tutacaktım...

Aynı oranda güçlü bir olasılık da “çevremde çok sevdiğim insanların tuttuğu Galatasaray’da” karar kılmamdı...

İkisi de olmadı ve ben Beşiktaşlı oldum...

Şimdi kendi kendime sorup içinden çıkamadığım soru şu;

Fenerbahçe’yi ya da Galatasaray’ı tutsaydım, ben de kendi takımım ve diğer takımlarla ilişkim konusunda “kibirli” mi olurdum, yoksa Fenerli veya Galatasaraylı olmama karşın “kibir duygusundan eser olmaz mıydı yine bende?..”

***


Hayatta ne televizyonda ne ilişkilerde “kibir”li olmadım... Futbolda ve takım konusunda hiç olmadım...

Benim içimde “kibir” duygusu barındırmamam Beşiktaş’tan mı kaynaklanıyor, yoksa “kibir” bilmediğim için mi Beşiktaşlıyım?..

Tavuk mu yumurtadan, yoksa yumurta mı tavuktan çıkıyor bilmiyorum?..

Fenerli ve Galatasaraylı dostlar benim bu soruma herhalde müstehzi müstehzi gülümseyecek ve; “Beşiktaş’ın durumundan dolayı sende kibir durumu yok” diyecekler...

Ben de onlara şöyle söyleyeceğim:

-”Bir gün herkes Beşiktaşlı olmasın... Bırakın o ayrıcalık bizde kalsın...”

*****


ECE ERKEN HAKLI!..

Çoktan infaz etmiş gazeteciler Ece Erken’i...

Bir restoran çıkışı gazetecilere espri yapıyor Ece Erken:

-”Benden haber çıkartamazsınız...”

Oktay Derelioğlu ve eşiyle yemekten çıkmış, ona atıfta bulunuyor, “Yanımda aşna fişne kimse yok” anlamında...

Arabasına bindikten sonra biraz ötede, polis çeviriyor Ece Erken’i...

Alkol muayenesi için...

Önce bir şey söylemiyor...

Halinden “alkol almışsa da aşırı alkollü olmadığı belli...”

Neyse...

Önemli değil ne kadar alkol aldığı...

Belli bir miktarın üzerinde alkol almışsa ehliyetine el koyar polis, arabayı çeker Ece’ye de cezasını çekmek düşer...

***


Fakat kızın itiraz ettiği şey başka...

Ece Erken, “kameraların önünde alkolmetreyi üflemek istemediğini” söylüyor...

“Bu yasal mı?..” diye soruyor polislere, avukatını arıyor, kameraların önünde değil, hastanede ya da karakolda vermek istediğini söylüyor...

Haberin işlenişine bakıyorum...

Kimse Ece’nin bu isteğinin hakkı olduğundan dem vurmuyor... Varsa yoksa eskilerin tenakus dediği, çelişkiler üzerinde yoğunlaşmayı yeğliyor gazeteciler ve televizyoncular...

-”Bir parça alkol aldım...” dedi, fakat gösterdiği hesap pusulasında alkol yok gözüküyordu...

***


Hele bir televizyon haberinde iyiden iyiye gerçeklerin çarpıtıldığını görüyorum...

Ece Erken “Kameralar kapatılsın... Böyle alkolmetreye üflemek istemiyorum...” diyor...

Polis de bunun üzerine televizyonculara “kapatın kameraları...” diyor...

Tabii herkes ışıkları söndürüyor, fakat kameraları kapatmıyor... Görüntü almaya devam ediyor...

Görüntü alındığı halde, perforeden spiker şöyle söylüyor:

-”Ece Erken kameraları kapattırmasına rağmen alkolmetreye üfelemeyi reddetti...”

***


İnsan yalan söylerken en azından yalanın izlerini siler...

Perforede bu laflar edilirken, biz kameranın çalıştığını ve görüntüleri bire bir kaydettiğini izliyoruz...

Ne diyor Ece Erken?..

“Kameralar çalışırken, alkolmetreyi üflemek istemiyorum... Hastanede, karakolda yapın bunu...”

Niye istemiyor bu görüntüyü?..

Çünkü hayatını görüntüden kazanıyor...

Belli ki bir miktar alkol almış...

Alkollü çıkacak...

Sonra o görüntü sürekli yayınlanacak...

Mesleğini uzun süre yapamayacak...

Ağır yara alacak...

Herkesin alkollü araç kullandığı için, ehliyetine el konurken, Ece Erken’in hem ehliyetine el konacak, hem de mesleği ağır bir yara alacak, sunuculuğu bir süre yapamaz hale gelecek...

***


Alkollü araç kullanmanın, para cezası, arabayı çekme ve ehliyete el koyma dışında, “mesleğinden men etme” gibi bir cezası var mı?..

Yok...

O zaman bu fiili hasarın engellenmesini istemek Ece Erken’in hakkı mı?..

Hakkı...

Trafik polisi de ısrar etmiyor “karakola gidelim o zaman” diyor...

Gazeteci arkadaşlar, takmışlar “Ece Erken alkolmetreyi üflemek istemiyor”a...

Değiştirebilene aşkolsun...

***


Bir akşam, program ekibi olarak üç dört arkadaş toplanmış, bir restoranda hem yemek yemiş, hem de programın içeriğini oluşturmuştuk...

Editör ve muhabir arkadaşlar, tuttuğunu koparan, haberi allayıp pullayan, küçücük bir haberden destan yazacak nitelikteki acar gazetecilerdi...

Şimdi “ünlü” olan bir editörüme, pek istemediği halde “sen de bir kadeh şarap iç” demiştim yemekte...

Toplantı bitti dağıldık...

Herkes kendi evine gitti...

Ertesi günü onu gördüğümde “dün gece ehliyetimi aldılar Reha Bey...” dedi...

Anlamadım; “Niye” dedim.

-”Yemekte içtiğim o büyük tek kadehteki şarap alkol limitinin iki puan üstünde çıktı...”

***


Ona şöyle söylemiştim:

-”Bu olay senin başına niye geldi biliyor musun?..

Haberleri yaparken, yazarken daha dikkatli ol diye...

Dün gece pek bir şey içmedin... İkimiz de biliyoruz... Sen zaten içki içmezsin... Fakat sınırı aşmışsın ve ehliyetine el konmuş... Şimdi kendi özne olduğun haberi, kendi acımasızlığında yapsan, özne olan sen, haberci olan seni nasıl değerlendirirdi?.. O değerlendirmeyi düşün, haberi yaparken o empatiyle hareket et...”

Ece Erken’in alkol muayenesi yaptırması gerektiğine inanıyorum...

Ehliyetine el konması gerektiğine inandığım gibi...

Para cezasına çarptırılmasını da doğru buluyorum...

Fakat Ece’nin bütün bunlara rağmen kameralar önünde alkolmetreyi üflemesini yanlış buluyorum...

O görüntüler mesleğini yapmasını engelleyecek...

Ve alkollü araç kullanmanın, meslekten men gibi bir cezası yok...

Ece Erken’in kameraların önünde üflemek istememesini, “alkolmetreyi üflemek istemedi” diye haberleştiren meslektaşların, bir meslek yanlışına düştüklerini düşünüyorum...

Meslekte otuz yılı devirdikten sonra, her olaya “Benim başıma gelseydi, ne kadarına tahammül gösterirdim?..” diye bakmak gerektiğini içselleştiriyor insan...

Gazetecinin her zaman haberi yapan değil, haberin çoğu zaman öznesi olabileceğini gördüğü zaman anlar, o genç meslektaşlar ne demek istediğimi...

DİĞER YENİ YAZILAR