Kurtlar Vadisi’nde Özal’ın öldürülme sahnesi ya gerçekse?..

Haberin Devamı

Tam dört yıl önce 20 Kasım 2009’da Kurtlar Vadisi Gladio filmi vizyona giriyor...

CNN Türk’te Çok Farklı programında, Kurtlar Vadisi dizisinin perde arkasında “derin devlet operasyonu”nun yattığını söylemişti canlı yayında Rasim Ozan Kütahyalı...

Devletin iç yapısı değişiyor, devletin iç yapısındaki değişikliklere göre Kurtlar Vadisi’nin de içeriği ve mücadele ettiği güçler değişiyordu...

Fakat dün gece izlediğim Kurtlar Vadisi Gladio’daki kadarının yayınlanacağını tahmin etmemiştim...

Filmde gözlüklü kısa boylu Cumhurbaşkanı Turgut Özal olduğunu anladığımız adam, yürüme bandında yürüyor...

Yanıbaşındaki kahvaltı sofrasından sabah kahvaltısının yeni bitmiş olduğunu farkediyoruz...

Aşağıda gözlüklü hanımefendi, yürüme bandının olduğu odadan bir düşme sesi duyuyor ve “Turgut” diye bağırıyor...

Turgut Özal’ın ölüm sahnesi böyle birebir resmediliyor Kurtlar Vadisi Gladio filminde...

***


Bu sahneden hemen bir önceki sahne ise tüyler ürpertici...

Derin operasyonların iki karakteri arasında aynen şöyle konuşma geçiyor:

BİRİNCİ ADAM: “Bu Cumhurbaşkanı’yla olmayacak...

İKİNCİ ADAM: Nasıl yani...

BA: Bu adamın yaptıkları bizi böldürecek biliyorsun...

Defalarca bunu konuştuk...

İA: Eee... Ne diyorsun?..

BA: Cumhurbaşkanı Pazartesi basın toplantısı yapacak... Federasyon işini oldu bittiye getirmek için... Eğer Pazartesi günü köşkün sahibi aynı kalırsa, Türkiye diye bir şey kalmayacak... Biz de bunun altında kalacağız...

İA: Kalamaz!..

BA: Kalamayız...”

***


İki adamın ürkütücü konuşması böyle bitiyor...

Sahne değiştiğinde 06’lı plakalı araçtan çıkan ikinci adamın, bir başka araçtan çıkan ve köşkün mutfak görevlisi olduğunu anladığımız kişiye bir kasa meyveyi verdiğini görüyoruz...

-”Sabah senden başka kimse olacak mı” diye soruyor ikinci adam, mutfakta çalıştığı anlaşılan kimliği belirsiz kişiye...

-”Hayır” diyor karşısındaki...

Ertesi gün kahvaltısını yapan Turgut Özal yürüme bandında yürürken düşüp ölüyor...

***


Kurtlar Vadisi Gladio filminde gayet açık bir şekilde “Türkiye’de Federasyon isteyen Turgut Özal’ın derin bir operasyonla, meyvesine zehir katılarak öldürüldüğü” işleniyor...

Film tam dört yıl önce Kasım 2009’da vizyona giriyor...

Dün bu filmin senaryosunu doğrularcasına bir haber çıkıyor “Bugün” gazetesinde...

Gazete Turgut Özal’ın Feth-i Kabir yapılan vücudundan alınan örneklerde etkili bir zehir olan Striknin Kreatin’in bulunduğunu yazıyor...

Alt başlığı zehirle ilgili çok çarpıcı bir gerçeği yansıtıyor:

“20 dakikada öldürüyor...”

***


Ancak tahminlerin aksine haber doğrulanmıyor, sabah saatlerinde zehir haberi Adli Tıp yetkilisi tarafından yalanlanıyor...

“Özal’ın vücudunda striknin kreatin isimli zehire rastlanmamıştır...” denilerek...

Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü, dört yıl önce vizyona giren Kurtlar Vadisi Gladio filmi, oradaki Özal’ın öldürülme ve zehirlenme sahneleri, derin devlette görevli iki adamın tüyler ürpertici diyalogları ve dünkü zehir haberi ve yalanlaması...

Yıllar önce Atina’da Amerikan Başkanı Kennedy suikastının, CIA bağlantısını içindeki bağlantılarını anlatan yarı belgesel konulu filmi izlerken, kanım donmuştu...

İçimden şöyle demiştim:

-”Bunlar da bizden en az 50 yıl ilerde olduklarını söylerler... Bizde hiç olmazsa kendi başkanlarımızı kendi derin devletimiz suikastlarla öldürmüyor...”

O yıllarda bile Ecevit’e yapılan Çiğli, Taksim gibi suikast girişimlerinin öldürme amaçlı değil, sindirme amaçlı olduğunu sanırdım...

Umarım gazete yanılıyordur...

Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğü iddiası inşallah gerçek çıkmaz...

Kurtlar Vadisi’nde kanımı donduran o diyaloglar eğer gerçekse, bu ülkede her sabah nasıl yaşıyorum diye hayrete düşmemek imkansız...

*****


10 YILDA DEĞİŞEN TARİH, VEDA ETTİĞİM HABERCİLİK...

O gün akşam saat 19 sularında canlı yayına başladım...

04.30 gibi de bıraktım...

3 Kasım 2002’ydi...

Yani tam on yıl öncesi...

Türkiye’nin siyasi tarihinin değiştiği gündü...

O gün tek başına iktidara gelen parti, tam 10 yıl kesintisiz üç seçim kazanarak ülkeyi idare edecek, tarihi değiştirecek değişimleri yapacaktı...

Elbette o gece iktidarı tek başına kazanan AKP’nin oylarını atrırarak arka arkaya kazanacağı seçim başarılarını bilmiyordum...

Türkiye’nin siyasi tarihinin değişeceğini bilmediğim gibi...

***


Bildiğim, kendi kişisel tarihimi değiştirmekte olduğumdu, bir dönüm noktası yaşadığımdı...

O gece yayından sonra haber merkezini ve ana haber bültenini bırakacaktım...

Seçimi kimin kazanacağını bilmiyordum...

Kazananın ne kadar iktidarda kalacağını...

Türkiye’nin nasıl değişeceğini...

Geleceğin nasıl şekilleneceğini bilmediğim gibi...

Bildiğim, haber merkezini ve haber bütenini bırakacağımdı...

***


Dün sabaha karşı saat 6.30 gibi Mina uyandı...

Hayrettir genelde servisin geleceğine yakın zar zor uyanırdı...

Yarım saat erkenden kalktı, yatakta gördüğü bir rüyayı anlatmaya başladı...

Bir çizgi film kahramanıyla yemeğe gittiklerini benimle de onlarla geldiğimi söyledi...

-”Makarna yedik birlikte babacağım” dedi...

Poyraz uyuyordu...

İkisine baktım, yatakta ne güzel ne tatlı görünüyorlardı...

Hayatımın yeni mucizeleri, manevi kızım, ikizler, gazete, yazılar, terkettiğim sigara, içki, bohem ve kilolar yeni on yılın kilometre taşlarıydı...

Evimde yazmaya, çizmeye, üretmeye ve yaşamaya başlamıştım...

Hayatın olumsuz enerjisinden alabildiğine uzaklaşmaya uğraşmıştım...

Dedikodu, birbirini yeme, ayak kaydırma gibi enerjilerden alabildiğince uzakta, kendimle barışık ruhumla huzurlu bir hayatı, çevreme sevgi vererek yaratmaya çalışmıştım...

Dün sabah mutlu olduğumu farkettim...

***


Bugün benim habercilikten ayrılmamın 10. yıldönümü...

Kişisel tarihimde yeni bir dünyanın açıldığı, bir dönüm noktasının yıldönümü...

Türkiye’nin ise siyasi tarihinin toptan değiştiği, büyük dönüşümlerin gerçekleştiği 10 yılının dolduğu gün...

10 yıl önce, o radikal kararı aldığım gün, havuza inmiş, suyun içinde beynimi sakinleştiriyor, ruhumu yıkıyordum...

Annem gelmişti yanıma...

Yüzü endişeli ve tedirgindi...

-”Niye bırakıyorsun oğlum haberleri?..” diyordu... Ona beni rahat bırakmasını söylemiştim...

Kendimle başbaşa kalmaya ihtiyacım vardı...

Havuza girmiş, kafamı suyun içine sokmuş öylece yüzmeye başlamıştım...

Suyun dışındaki hiçbir şeyi görmek istemezcesine...

***


Dün sabah yanıbaşımdaki herşeyden çok mutlu olduğumu farkettim...

Yatağımda iki minik çocuk okula gitmek için kalkıyorlardı...

Annem babam üstteki evde kalkmış kahvaltı hazırlıyorlardı...

Annem belli ki artık saçma sorular sormaktan vazgeçmişti...

Ben ise mutluydum...

Gazeteler gelmişti...

Gazetedeki köşeme göz gezdirdim, diğer gazeteleri taradım...

Çocukları giyindirdiler, okula hazırladılar...

Okulumun amblemini taşıyan servis arabası geldi, çocuklarımı aldı...

Gittiler...

Uzun bir yürüyüşe çıktım ben de arkalarından...

Çok uzun bir yürüyüşe...

Geçmiş 10 yılın muhasebesinde...

Sevgili kardeşim Ufuk Güldemir’in cenazesi geldi gözlerimin önüne...

Cenazesinde vasiyetiyle çalınan şarkı:

“I did it my way...” (Kendi bildiğim gibi yaptım)

Boğaz’a baktım...

Çocukken yüzdüğüm akıntı burnundaki dalgalı denize...

Karşısında bir zamanlar çorbacı olan dükkana...

Gece programlarının ertesinde sabahın ilk ışıklarında içtiğim çakırkeyf çorbalar geldi gözümün önüne...

Balıkçılar ‘rastgele’ deyip olta atıyorlardı...

Yeni bir İstanbul sabahı başlıyordu...

“Eskiden bu noktada geceyi bitirirdim” dedim içimden...

“Şimdi güne başlıyorum...”

“İyi geceler Türkiye... Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsan...” dedi geçerken bir balıkçı bana...

Döndüm hınzır hınzır gülümsüyordu...

“Günaydın” dedim...

Yürüdüm; akıntıya paralel, dalgalarla beraber akarcasına...

DİĞER YENİ YAZILAR