Steve Jobs’un işadamlarının kulağına küpe olacak sözleri...

Haberin Devamı

Önceki gün Steve Jobs’u dinlerken, SHOW TV’nin İcra Kurulu’nda yaptığımız kıran kırana tartışmalar geldi gözümün önüne...

Erol Aksoy, Harvard’da öğrendiği değişik yönetim tarzlarını icra kurulunda denerdi...

Bu taktiğin doğal sonucu, yayıncılarla, reklamcılar birbirine düşerdi...

Ama ne düşme...

Ben ve Şansal Büyüka, “yayınların içeriğini” anlatıp, yedi yıl boyunca birinci giden SHOW’un, program içeriğine göre daha fazla reklam alacak bir politika arzu ederdik...

Satış ve pazarlamadan sorumlu icra kurulu üyesi arkadaşımız ise, “reklamcıların program yapısında değişiklik arzu ettiğini” söyler, “çokça kendi düşüncesi olan fikirleri, reklamcıların istediği programlar” diye icra kuruluna getirirdi...

***


Biz ratingleri gösterdikçe, “ratingler önemli değil” derdi, “şöyle şöyle programlar istiyorlar...”

Çıldırırdık...

O yayınların hangi bitmek tükenmek bilmeyen çabalarla bu kadar geniş izleyici kitlesiyle buluştuğunu yaşayan bizler, satış ve pazarlama ekibinin ürünlere yabancı kaldığını hisseder, “haksızlığa uğramış kişilerin can havliyle dozajı gittikçe artan tartışmalara girerdik...”

Erol Aksoy sessiz ve sakin izlerdi, yayıncılarıyla, reklamcıları arasındaki “kavga”yı...

Sonradan öğrenirdik ki bu tartışmalardan şirketi adına gizli bir mutluluk duymaktadır...

***


Önceki gün genç yaşta kanserden vefat eden, dünyanın en yaratıcı beyinlerinden APPLE Computer’un kurucusu Steve Jobs’un ölmeden birkaç ay önce verdiği son röportajını izlemeye karar verdim...

Steve Jobs gibi “Deha” kişilerin, hayatlarının olgunluk çağında, hırs ve ihtiraslarından arındıkları günlerde verdikleri röportajlar, yaşamın şifrelerini içinde barındırır...

APPLE’ın kurucusu, o son röportajında bizim o tartışmaları hatırlatan öyle bir laf etti ki, donup kaldığımı hissettim...

Üstadın zekasına bir kez daha hayret ettim...

APPLE’ın o yıllardaki en büyük rakibi IBM’i anlatırken şöyle diyordu Steve Jobs:

“Milyarlarca dolarlık IBM’in, temel hatası zaman zaman büyüyen her şirket gibi APPLE’da da görülen bir hataydı...

Bu şirketler iyice büyüdükten bir süre sonra, onları esas büyük yapan ‘içerik yaratıcıların’dan yavaş yavaş arınmaya başlarlardı...

Çünkü şirket büyüdükten sonra, daha büyümesinin yolu, satış ve pazarlamadan geçiyordu...

Satış ve pazarlamada iyi olan elemanlar şirket içinde bir süre sonra yükselmeye başlıyorlardı...

Bu durum doğal görünüyordu, çünkü onlar gelir getiren elemanlardılar...

Oysa satış ve pazarlamacıların bir temel eksiği vardır...

O da üretilen ürünle ilgili esasen hiçbir şey bilmezler...

Ürünün içeriğini, ne olduğunu, niye öyle olduğunu bilmezler, çünkü o içeriği onlar yaratmazlar...

Sadece satışını ve pazarlamasını yaparlar ve onu iyi yaptıkça dev şirketlerin tepe noktalarını ele geçirirler...

Bir süre sonra dev şirketlerde gerçek üreticiler, içerik yaratanlar devre dışı kalırlar...

Şirketler gelir getiriyor gözüken satış ve pazarlama elemanlarının fiili egemenliği altına girer...

Bu durum IBM’in en büyük hatasıydı... Biz APPLE’da o zamanlar yarattığımız içerikle kendimizden kat kat büyük şirketi alt etmeyi başardık...”

***


1996 yılında Kemal Sunal filmleriyle birkaç üçüncü kopya Türk filmi dışında hiçbir şeyi kalmamış SHOW TV’yi düşündüm...

Sonra onun içerik verebilmek için yıllarca göz nuru alın teri döken yüzlerce programcı, haberci, yayıncı gözümün önüne geldi...

Sonra satış ve pazarlamanın “Ben satıyorum... İçeriği ben belirlerim” dediği günleri...

Steve Jobs’un dediği ürüne yabancılaşmış tanıtımların, promoların gırla gittiği günleri...

Televizyonlarda yıllardır içerik namına “yeni” dediğimiz hiçbir şeyin olmamasının altında Steve Jobs’un anlattığı sır yatar...

Ürünü üreten insanların, içerik yaratan yaratıcıların devre dışında kaldığı sistemler, bir süre sonra satış ve pazarlamacılarını da yok ederler...

Satmak ve pazarlamak için, yaratmak lazımdır önce çünkü...

Artık icra kurullarına girmiyorum...

Sakin, huzurlu ve kendimle barışığım...

Steve Jobs’u dinlemeseydim keşke...

Yaşadığım flashback’ler bile yeterince gerdi beni... Çok gerilmemek lazım...

Steve Jobs da kendi kurduğu APPLE’dan ayrılmak zorunda bırakılmıştı...

Yıllar sonra ‘efsane’ olarak döndü ama; ne fayda...

Yaşadıkları onu kanserden götürecekti gencecik yaşında...

*****


YÜKSEK TANSİYON... HAYATIN NEŞELİ YANINI YADSIMAK...

Hayatımda hiç check-up’a girmedim...

Sizi içine alan, beyninizi ve bilincinizi esir alan endüstrinin ‘bir tüketicisi’ olmayı kendi çapımda reddettim...

Ancak bir gece televizyon programı bittikten, haber toplantısı da sona erdikten sonra, ertesi sabahın köründe bel ameliyatına girmek için gece yarısı Amerikan Hastanesi’ne gittim...

Birkaç saat sonra ameliyata gireceğim için zorunlu olarak tansiyonumu ölçtüler...

15-16 gibi yüksek bir rakam çıkmıştı büyük tansiyonum...

Sonra bir saat içinde azaldı...

Doktorlar; “haber bülteninin gerginliğinden böyle” dediler, “zaman ilerledikçe düşüyor tansiyonunuz...”

***


O gece doktorlara belli etmemiş ama korkmuştum...

İçimden “Yahu ben bugün hastaneye geleceğimi biliyordum... Onun için haber bülteninin yayını esnasında özellikle sinirlenmedim... Yayın sonrası toplantıda her zamanki gibi esip gürlemedim... Tevekkülle hastaneye gitmeyi bekledim... Bende bu geceki tevekkülün sonunda 15-16 tansiyon çıkıyorsa, normal bir haber bülteni akşamı 20’den aşağı çıkmaz tansiyonum...” diyordum...

***


Annemde yüksek tansiyon vardı ve basit doktor klişeleriyle ‘sinirlenince tansiyon çıkar’dan ibaret sanıyorduk tansiyon meselesini...

R. Şanal, Quantum İyileşme kitabında şöyle yazıyor Yüksek Tansiyonu...

“YÜKSEK TANSİYON (İçe atılmış derin öfke)

NEDENİ:

İçe atılmış derin öfke, kızgınlık hatta kin duygusu...

Hayatın neşeli yanını yadsımak...

Görev ve sorumluluk meselesini fazla abartmak...

DÜĞÜM ÇÖZME;

Bana yapılan haksızlıkları asla unutmam...

Öfkemi içimde sıkıca tutmalıyım...

Çünkü o beni güçlü kılıyor...

Kızgınlığımı içime atmalıyım...

İstediğim şeyleri yapmaya hakkım yok...

EYLEM ÖDEVLERİ:

Bana yapılan ve benim yaptığım her şeyi bağışlıyorum...

Bırakıyorum...

Çocukça oyunlar oynayın...

Bol bol güleceğiniz gösterilere gidin...

Kimi neden bağışlamadığınızı bir yere sürekli yazın, sonra da onu yakıp küllerini savurun...”

***


Düşüncelerimizi ve duygularımızı belirleyen şeyin “dışarda olanlar değil, bizim dışarda olanları algılama şeklimiz” olduğunu anlamayanlar, “Bırakın bu işleri biz bunların hepsini hatmettik... Bir şey çıkmıyor bu işlerden...” gibi zırva klişeler söylerler...

Kin tutmadım...

Fakat o yıllarda bana yapılan haksızlıkları hiçbir zaman unutmayacağımı söylerdim kendi kendime...

Haksızlıkların üzerimde yarattığı öfkeyi içimde saklı tutar, ondan güç alırdım...

Bizzat bunların bende yüksek tansiyon yarattığını kaale almadan...

Ya da kaale alıp, dikkate almadan ve önemsemeden yaşadım...

Hayat bir tercih meselesidir...

Ya öfkenizi içinizde barındırıp, ondan güç alıp gelenden geçenden hesap soracaksınız...

Yüksek tansiyonla yaşarken...

Ya da tansiyondan ve öfkenizden vazgeçeceksiniz...

Karar çok kolay gibi geliyor...

Oysa cevap o kadar basit değil...

DİĞER YENİ YAZILAR