Festivalde birayı yasaklayarak ‘arzu ve gıpta nesnesi promosyonu yapıyorsunuz...’

Haberin Devamı

Alkollü içeceklerle tanıştığım ilk gençlik yıllarıma gidiyor şimdi aklım...

Çok yakın bir mahalle arkadaşımla Kartal’da içkili bir balık lokantasına gittiğimizi hatırlıyorum...

“Rakı”nın kokusundan korkmuştuk...

Tadınının midemizi bulandıracağını düşenerek, votka-kola içmiştik ilk içkili balık lokantası maceramızda...

Kolej’in lise son sınıflarında partilerde, doğum günlerinde cin-tonik modası çıkmıştı...

Toniğin şekerle lezzetlendirilmiş tadında cin içmek kolay ve keyifli gelmişti bize...

Cindeki alkole fazla aldırış etmeden, şekerli tonikten birkaç kadeh içen arkadaşlar “cin çarpmışa dönüyordu” bir süre sonra...

Sarhoş olanlar, kusanlar, ayılanlar, bayılanlar, tuvalete gidip istifra edenler...

***


Elbette bir süre sonra Beyoğlu’ndaki Çiçek Pasajı günlerimiz de geldi...

Babam rakıdan ve kokusundan nefret ederdi ondan kalma, ben yine rakıya tamah etmedim o yıllarda...

Bira-votka karışımı güzel geliyordu...

Biranın tadına alışıktık nasılsa...

Cin, votka gibi alkol miktarı yüksek tek başına boğazdan geçmesi mümkün olmayan, acımtırak içkileri, kola bira gibi alışılmış tatlarla harmanlayarak ‘evcilleştirip’ içmeye çalışıyorduk...

Bu içkilerin herhangi birisi, bebeğe versen ağlamadan içemeyeceği içkilerdi...

İlaç olsa içmekte tereddüt ederdi onları insan...

***


Ne ki “içki içmek algısı”, ilaç içmeye benzemiyordu...

“Çiçek Pasajı’na gittiğinde” büyüdüğünü zannediyordun...

Deniz kenarı lokantasında balıkla alkol almaya başladığında, kendini kebapçı kültürlerden uzaklaşmış sınıf atlamış bir burjuva addediyordun...

Viski içmeye başladığında, burjuva şehir kültürüne sahip; köylülük tarafından tukaka edilen bir sosyalist devrimcinin kimliğiyle yoldaşlık ediyordun...

İçki tadı güzel bir lezzet markası olmadı hiçbir zaman...

Bir burjuva aidiyeti, bir çağdaşlık simgesi, bir Batılılık kimliği ve zaman zaman da itiraf edelim bir Atatürk ritüeli olarak hafızamıza ve alışkanlıklarımıza kazındı...

***


Bira festivalinde içki satışının engellendiğini duyunca, yasağın, o gün içki içemeyen gençlerde içki içmeyi engellemek bir kenara, tersine içki içme arzusunu inanılmaz bir şekilde tetikleyeceğini fark ettim...

O gençlerin hiçbiri, birasız duramadıkları için, o festivalde bira içmek istemiyorlar...

Onlar, bira festivallerinin Batı’yı çağrıştıran toplumsal fotoğrafının bir parçası olmak uğruna, Batılı yaşam biçimlerinin parçası bir gençlik aidiyetin özgür pratiğini yaşamak sevdasına katılıyorlar...

“O kapağın altındaki bira” gençliğin çağdaşlık, özgürlük, serbestlik ve bağımsızlık özlemlerinin yansıması, yanılsaması ve aidiyet sanısı...

Bunu engellemek, hele hele dışarda toplanan kalabalığın alkol ve fuhuşa karşı bir yaşamı sloganlaştıran pankartlı protestolarına katık yapmak, gençliğin kendine aidiyet yarattığı özgür Batılı yaşam biçiminin “fuhuş ve alkol bataklığında” bir sergüzeşt hayat olduğunu ispatlamaya çalışmak demek...

***


Bu büyük bir yalandır...

Dünya ünlülerinin uyuşturucu batağında “aşırı doz yüklemeleri ya da intihar eğilimleri kaynaklı ölümleri” Batı’daki toplumsal trendin bir parçası olmakla birlikte, o yaşam biçiminin zorunlu bir sonucu hiç değil...

Alkol Batı’nın gelişmiş, refaha ermiş kapitalist toplumlarında yükselen bir değer değil artık...

İçtiğimiz votkalar ve cinler, içildiğinde büyüdüğümüze delalet eden sihirli markalar da değiller...

İçtiğiniz viskilerden ‘şehirli sosyalist kimliğiniz’ ortaya çıkmıyor çoktandır...

Bir miktar “büyümeye, özgür bir gençlik yanılsamasına tekabül ediyor” hala elbette alkol...

Ancak artık gittikçe düşen, etkisini yitiren, bağımlılarının aşağılandığı, tecrit edildiği, kendi haline bırakıldığı bir madde kimliğindedir...

***


Spor yapmak gençlik içinde çok daha moda bir eğilim...

Arka arkaya onlarca ‘şat’ devirmenin, erkeklikten, cesaretten ve yiğitlikten sayıldığı günler çoktan geçti...

Gece eğlenenlerin içkili eğlencesi sadece “sosyal ortamları rahatlatma” işlevi görüyor artık...

Elbette bir de Cuma-Cumartesi gecesi partilerinin albenisi, ‘kopmuşluğunun’ verdiği bir cazibesi mevcut...

Ancak bunlar “içki olgusunun modası geçen trendini” ortadan kaldıramıyorlar...

İçki lobisinin inanılmaz mücadesi de “düşen bu trendi nasıl olur da tersine çevirebilirim telaşıdır...”

Festivallerdeki bira satışını yasaklayarak içki lobisinin eline, kolay kolay bulamayacakları bir ‘gıpta ve arzu nesnesi promosyonu’ vermenin alemi yok...

Seçkin restoranlarda uzun zamandır içilen tek içki azının sağlıklı olduğu söylenen ‘kırmızı şarap’tır...

Kalabalık olmayan iki üç kişilik masalarda şarap şişesi açıldığında bile tanık olmuyorum...

Hep bir ya da iki kadehle sınırlanıyor içilen şaraplar...

Batılı olmanın, çağdaş yaşamanın, sahil burjuvazisi sayılmanın, Beyaz Türk addedilmenin yaşam şekillerinden bir tanesi bir iki kadeh şarapsa, diğer bir yüzü de deniz kenarında ya da sıcak dost bir meyhanede parlatılan bir iki kadeh rakıdır...

***


Gençlerin bira festivalleri, Cuma-Cumartesi gecelerinden mütevellit bar sosyalleşmeleri, “yasaklandığında, illegaliteye sürüklenecek olan alkol değil, o yaşam biçimine yönelik arzulardır...”

Çünkü alkol “o yaşam biçiminin arzu haline getirilmiş nesnesidir...”

Arzuları illegaliteye sürüklenen insanlar, durumu bir “sağlık ve alkol meselesi olarak görmez”ler...

“Yaşam biçimlerine yönelik bir saldırı, özgürlüğe ve Batılılığa inidirilmiş bir hançer, gençliğin sınırsızlığına karşı işlenen bir esaret teşebbüsü” olarak görürler...

Alkolle böyle mücadele edilmez...

Edilseydi, İran’daki ev partilerinde su gibi alkol içilmezdi...

Alkolle mücadelenin şifreleri “özgür yaşam biçimiyle, alkolün beyinleri esaret altına alan sınırlayıcı hayat şeklini” gösteren formüllerde mevcuttur...

Geçen gün bir tanıdığım “neden hiç alkol almadığımı” sordu bana...

- “Ertesi günümü mahvetmek istemiyorum” dedim ona...

“Beynimin ertesi gün düzgün çalışmasını engelliyor... Ayrıca başım ağrıyor... Beynimin sabah saatlerinde kapasitesini sınırlandıran bir kötülüğü yapamam ona... O baş ağrısını ise bir daha hissetmek bile istemiyorum...”

***


Alkol artık Batılı çağdaş yaşam tarzının, yükselen değil, düşüşteki bir trendidir...

Alkole, festivallerde ve sosyal ortalardaki içki tüketimine yasak getirilmemelidir...

Özgürlükler açısından da, alkolle mücadelenin sağlıkla yürütülmesi noktasından da...

Dünyada kendi halinde yıkılmak üzere olan bir trendi suni teneffüsle bir arzu ve gıpta nesnesi haline getirmek, bir promosyon girişimi niteliğindedir...

*****


YALIKAVAK MARİNA’DA ROMANTİK MONACO GECELERİNİ ANDIRAN BİR GECE...

Yazdım da bu köşede...

Yalıkavak Marina’nın açılışına, Billioner Club’e, Cipriani’ye, Sait’in yeni yerine, on milyonlarca dolarlık teknelerin demirlediği marinanın sahiline gitmemiştim...

Açılışlar yapıldı bitti, hayat kendi mecrasına döndü...

Dün bir dost yemeği için İtalyan lokantasına giderken, Yalıkavak marinasının aldığı boyutu ve şekli de gördüm...

Önünde duran yatları ve gece ışıklarındaki gizemli cazibeyi...

***


Aralıklı olarak, geçmiş yazlarda kiraladığım arabayla Cannes’dan, Juan Le Pins’den, Nice’den, Monaco’ya giderdim...

Sevdiğim bir iki İtalyan lokantası vardı sahilde...

Dünyanın en muhteşem yatlarının, arabalarının olduğu küçük marinasında yaldızlı hayatları seyrederek, iki kadeh kırmızı şarap ve İtalyan lezzetlerle dünyaya geldiğime şükrederdim...

Aynı duyguyu Yalıkavak marinasında, Cipriani ve Sait’in bulunduğu sahilde yapılmış özel mimaride yaşadım...

İnanılmaz bir para, muhteşem bir şıklıkta harcanmış buraya...

Monaco’yu andırıyor Yalıkavak Marina...

Marinaya demirlemiş o kadar muhteşem yat kimlerin yatı bilmiyorum, fakat dünya zenginlerinin Yalıkavak’ı mesken tuttukları aşikar...

Züğürt olup çenemi yormak istemiyorum, fakat bu güzellik, benim memleketimin bir güzelliği...

Bana yıllar öncesinin romantik Monaco gecelerini andıran bir güzellik...

DİĞER YENİ YAZILAR