“Her gece Bodrum” hayatımın nostaljisinde kaldı...

Haberin Devamı

Önceki gece, beni yemeğe çağırdılar...

Türkbükü’nde “Akşam bir yemek yeriz... Sonra da İzel burada... DJ’lik yapacak Cenk Eren’in mekanında... Oraya biraz uğrar, Ship A Hoy’da da geceyi bitiririz...” dediler...

Günaydın’ın yayın yönetmeni Şirin Sever’le, Hürriyet İki’nin haber müdürü İpek Durkal’la ne zamandır doğru düzgün biraraya gelememişiz...

Üstelik sevgili dostum Cemal Yarar “Abi bir yemeğe davet etsem” dedi, koşuşturmadan çocuğa cevap bile veremeden telefonu kapatmak zorunda kaldım birkaç gün önce...

“İyi” dedim, “Bütün dostları bir gecede görürüz...”

***


Atina’daki gazeteciler gibi çalışıyorum uzun zamandır...

Onların öğleden sonra mesaileri akşam 18 sularında başlar...

Bütün önemli haberler ve analizler akşam 18-21 arası yazılır, gazeteye verilir...

Manşetler o sırada belirlenir...

Atina’da saat 18.30-19 saatleri mesai açısından öğleden sonraya tekabül eder...

Atinalılar öğleden sonra! mesaisinin ardından akşam yemeğe 22 sularında giderler...

Benim yazılara ek, bir de tatile geldiğim iki çocuğumun sorumlulukları var...

Onların programlarını uygulatacağım, kendi programımı bitireceğim, yazıları yazacağım da arkasından eğlenmeye çıkacağım...

Biraz ‘ölme eşşeğim ölme’ durumu...

Kızlara söyledim “Gece beni 22’den önce yemekte beklemeyin” diye...

***


Anlayışlıydılar, kabul ettiler...

Gece saat 22’de akşam yemeği için buluştuk...

Atina usulü...

7 yıldır Türkbükü’nde Ship A Hoy’da iliştiğim bir masadan dolunayı seyrediyorum Temmuz gecelerinde...

Yine öyle bir masaya geçtim oturdum...

Kızlar geldiler...

Yemekler yendi sohbetler edildi...

Cenk Eren’in açtığı mekanda İzel’in DJ’liğini izledik...

Seçtiği parçalarda dans eden etrafımdakilerin muhteşem koreografilerini izledim...

Sevdiğim ve bildiğim parçalara içimden eşlik ettim...

Biraz mırıldandım, biraz dans eder gibi oldum...

***


Oradan yine Ship A Hoy’a geçtik...

Orada da biraz müzik dinledik...

Garsonlar geliyor soruyor “Ne alırsınız?..” diye...

İlk ağızdan “su alırım” diyemiyorum...

- “Biraz nane yaprağı, iki parça da limon atın...” diyorum... “Üzerine ne de soğuk su...”

Nane ve limonu ilgiyle dinleyen garsonlar, ‘üzerine soğuk su koyun’ deyince biraz üzerlerine soğuk su dökülmüş gibi oluyorlar, fakat ne yapayım ki, benim içeceğim de bu...

***


Farkındayım gece kulüplerindeki façam eski günlerin hatırına...

Yoksa “nane yaprağında, limon atılmış soğuk su”dan ibaret bir içki kavına talim eden adama, bu muamele normalde yapılmaz çünkü...

- “Burada su vermiyoruz” deyip, “dışarı atmadıklarına şükretmem lazım...”

Gece dostlar arasında, sohbeti bol, keyifli geçti...

Gece yattım, sabah saat 9 sularında kızım uyandırdı beni...

- “Baba ben uyandım” dedi...

Bu şu demek...

Beni kaldır, sev, öp, kucağına al, dolaştır, deniz kıyısına götür, benimle ilgilen...

Bunu yaparken bir taraftan da kardeşini kolla...

Çünkü aynı şeyleri ona yapmazsan, bu sefer o sana gönül koyacak...

Fazla bir zamanın yok yani...

Bunları hemen yapacaksın ki, öteki uyandığında ona da aynı muameleyi yapacak vaktin olsun...

***


Baktım başım kazan gibi...

Belli ki gece Cenk’in mekanında volümü yüksek Türkçe pop şarkılar uzun zamandır alışık olmayan beynimi, allak bullak etmiş...

Hale bak...

Bir zamanlar ben bu parçaları “naneli ve limonlu su” eşliğinde değil, hatırı sayılır viski ve şarap refakatinde dinlerdim, yine bana mısın demezdim...

Farkındayım, bu yaşlılık değil...

Dinginlik ve hayata başka bir pencereden bakmanın verdiği değişiklik...

Uykumu alamamışım, kafam kazan gibi...

O halde çaresiz aldık küçücük kızımızı, kucakta dolaşmaya çıkardık...

Zaten oğlan da hemen uyandı, o da aynı kucaktan istedi...

Zor bela karşılayabildim taleplerini...

Dün akşam, “yemeğe bekliyoruz” dedi kızlar...

Hiçbir şey söylemedim ama, ne yapacağımı biliyorum...

Bana bulunduğum yerde, Nazım’ın piyano eşliğinde söylediği hafif melodiler ertesi gece için yeter de artar...

“Her Gece Bodrum” Selim İleri’nin romanlarında, hayatımın ise nostaljisinde kaldı...

Bakalım hayat bundan sonra ne sürprizler çıkaracak bizlere?..

*****


ÇEŞME ÇOK ‘İN’ FAKAT...

Farkındayım Çeşme bu yıl yine çok ‘in’ bir yer...

Yıllardır Bodrum’u mekan eyleyenlerin bir kısmı, Çeşme’de yazı geçiriyor, oraların sohbetlerini, plajlarını, restoranlarını, yeme içme muhabbetlerini anlata anlata bitiremiyor...

Lafın sonu da genelde şöyle bağlanıyor:

- “Bildiğimiz herkes Çeşme’deydi...”

Çeşme bu yıl da bir “farklı olma aidiyetinin merkezine” çekilmeye çalışılıyor...

Çekilsin, hiçbir itirazım yok...

***


Sonuçta ne Bodrum benim, ne Çeşme...

Ne Bodrum’da evim var ne Çeşme’de...

Ne Çeşme’de rant hesaplarım var, ne de Bodrum’da...

Fakat derinden ve bilinçli yapılan bir şeyin farkındayım...

Çeşme medyanın bir bölümünde özellikle promote ediliyor...

Nedenini niçinini bilmem...

Zaten amaç hasıl oldu...

Çeşme bir “farklılık aidiyetinin merkezi olarak” algılamalara sokuldu...

***


Olsun elbette...

Bu çabalar da sonuçta turizmimize yeni bir merkez kazandırdı...

Fakat benim itirazım başka bir konuya...

Yaz demek “stresten uzak muhabbet demek”, “keyif” demek, “gırgır yapma, sere serpe uzanma, plajda kumsalda sosyal ortamlar yaratma” demek...

Gece eğlenme, gündüz güneşlenme demek...

Bunların hiçbirine itirazım yok...

Ancak yaz demek aynı zamanda deniz demek değil mi?..

En derin, en temiz koylarda yüzmek, deniz kıyısının haşmetinden maada, denizin bizzat kendisinden istifade etmek demek değil mi?..

***


Çeşme’nin plajları çok güzel, lafım yok...

Fakat Alaçatı’dan kalkıp, denize girmek için o plajlara gitmek bana ölüm gibi geliyor...

Çocukluğumda babamın 1957 model siyah Mercedes’ine binip, denize ve kumsala gittiğimiz yolculuklar akla geliyor...

Plaja gidip denize girdikten sonra, ıslak ıslak yeniden arabaya binilen, ya da derme çatma yerlerde üst baş değiştirilip, deniz havasının arkasından, üstünde başında kum eve ya da otele dönüş merasimleri geliyor...

Denizi deniz olmaktan çıkartan keyiflerdi bunlar çocukluğumda benim için...

Ben denize gireceksem, ister derme çatma, ister lüks fark etmez, denizin kenarında denizi hissedeceğim, istediğim zaman girip çıkabileceğim bir yerde olmalıyım...

Deniz o zaman deniz...

***


Şehrin içinde tatil yapmışım, arabaya binip her sabah plaja gitmişim, kumlanıp, güneşlenip sonra da yine arabaya binip otele dönmüşüm...

Bu cendereye girmek, bana yaz tatili gibi değil, yaz keşmekeşi gibi geliyor...

Ben yaz çocuğuyum...

Benim için yaz önce “deniz” demek...

Denize ne kadar yakınım, ne kadar denizle haşır neşirim, ne kadar denize giriyorum, ne kadar yüzüyorum...

Ne kadar denizde bulunuyorsam o kadar yazı yaşıyorum...

***


Bu kıstaslarla onlarca muhteşem koyun yanıbaşına kurulmuş gibi bir tatil merkezi dünyada sayılı...

Çeşme’de tatil yaparak farklı aidiyetler hisseden arkadaşlara sonsuz saygı duyuyorum...

Tatil anlayışlarını zinhar eleştirmek, yargılamak gibi haddim olmayan cüretkar tavırlara girmiyorum...

Fakat bana izin verirlerse, ben deniz içinde yaz tatili geçirmekten mutluyum...

Belki birkaç gün, “farklı bir aidiyet soluma” nedeni olabilir Çeşme...

Ancak koylarda ve denizde yaşanan bir Bodrum hayatı, insanlar azaldıkça güzelleşir...

Ben koylarımdan, denizden, güneşten ve dolunaydan mutluyum...

DİĞER YENİ YAZILAR