Mahalleden arkadaşım Kürşad’ın (Tüzmen) komando olduğu gün...

Haberin Devamı

Altı yedi yıl önceydi...

Uçakta ikinci ya da üçüncü sırada oturuyordum...

Koridor tarafında...

1 A’da oturan yolcu, bulunduğu yerden bana döndü, “Merhaba” deyip, “Gelsene yanıma” dedi...

İnsanın mahalle arkadaşına hitap ettiği şekilde hitap etmişti bana...

Şaşırmıştım...

“Gelsene yanıma” diyecek kadar samimi davranan kişi kimdi acaba?..

Ankara’dan İstanbul’a dönüyordum...

Kafam karışık...

Bana mahalle arkadaşı gibi “Gelsene buraya” diyen yolcuya “Teşekkür ederim sağolun...” deyip, çalıştığım konuya gömüldüm...

***


Gömüldüm ama bir taraftan da kafam takıldı, merak ediyorum “Kim bu adam” diye...

“Yahu” diyorum içimden “Beni öylesine ilk görüşte ‘Gelsene buraya’ diye çağıracak samimiyetteki bu adam kim acaba?.. Hadi diyelim bir yerde tanıştık, ben hatırmadım... Böylesi çok olur... Fakat benimle her tanışan kırk yıllık arkadaş gibi ‘Gelsene yanıma’ diye çağırmaz ki beni... Anlaşılır gibi değil...”

1 A’da oturan yolcu tek bir lafıyla bütün konsantrasyonumu bozmuştu...

Yolculuk bitti, herkes ayağa kalktı...

Ben de kalktım ayağa, kapıların açılmasını beklerken yakından süzüyorum “Kim bu adam” diye...

Uzun boylu, iri yapılı, atletik bir adam...

Sağla solla pek ilgilenmiyor...

Uzun boylu, bakarken yukarıya bakıyor, iyice Zeus gibi bir havası var...

***


Çıkartamadım gitti...

İstanbul’a döndükten sonra birkaç gün kafamı yine meşgul etmeye devam etti, “uçaktaki meçhul yolcu...”

1 A numaralı koltukta oturmasından, protokolden biri olduğununu düşünüyordum ki,yavaş yavaş aklım başıma gelmeye başladı...

- “Yahu bu adam, Boğaz’da yüzme yarışları yapan, göbeğini içeri çeken, çam yarması Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen değil mi?..”

Evet evet o, ta kendisi...

Uçakta bana “Gelsene buraya” diyen 1 A’da oturan adam Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in ta kendisi...

Hay Allah görüyor musun, adam “Gelsene” dedi, gitmedik diyorum içimden...

Sonra bir diğer soru kurcalamaya başlıyor kafamı...

- “İyi de arkadaş bakan da olsa, bu adamın bana davranışlarında başka bir bit yeniği vardı... Adam benle acayip samimiydi...

Hani sanki, dün bizim evde kalmış da ertesi gün karşılaşmışız gibi bir havadaydı... Benim Boğaz’ı geçtiğim zamanlar çok geride kaldı...

Aynı yarışta yarışmadık...

Ya ne yaptık biz bu adamla?..”

***


Hala saf saf soruyorum kendime, hala uyanmıyorum...

Birkaç gün geçti, “gaipten sesler gelmeye başladı” bana...

- Arkadaş bu Kürşad Tüzmen olmasın senin mahalleden çocukluk arkadaşın Kürşad...

İyi bak tipi de benziyor...

Hani kaleye geçerdi...

Sessiz sakin bir çocuktu...

Bir de kardeşi vardı Fırat...

Bizden küçüktü Fırat...

Kürşad’la yaşıt sayılırdık bir yaş büyüktü...

İlkokul, ortaokuldayken hiç sesi çıkmazdı...

Sakin bir çocuktu...

Sonra ne olduysa lisede oldu...

Kürşad bir anda serpildi gelişti...

Ergenlik boy pos derken, tekvando mekvando bir sürü dövüş sporuna merak saldı...

‘Komando’ olduğunu söylüyordu...

O zamanlar Ülkücüler kendilerine Komando adını takarlardı...

Başka gruplara takılmaya başladı...

Mahalledeki maçlara gelmez olmuştu...

Kalecilik yapmıyor, savunmada oynamıyor, futbola ilgi duymuyordu...

***


O kadar sakin ve sessiz bir çocuktu ki, Kürşad‘daki bu ani değişime şaşırmıştım...

Bir iki geldiğinde, “Hadi maç yapalım” dedim, “boş ver” dedi, “Ben artık mahalle maçlarına takılmıyorum...”

Kürşad gidince, iddialı mahalle maçlarında onun üç dört yaş küçüğü, kardeşi Fırat‘ı kaleye geçirirdik...

Fırat da bir zamanlar Kürşad‘ın olduğu gibi sessiz ve sakin bir çocuktu...

Ne olmuştu, nasıl olmuştu da bizim Kürşad, boyunun posunun atmasıyla bir anda “kavga dövüş” uzmanı bir gence dönüşmüştü anlamamıştım...

Bir süre sonra hayat bizi de o yılların rüzgarlarına uygun olarak “solcu” yaptı...

Fakat biz Kürşad’ın geçirdiği “kavga, dövüş, tekvando” dolu evrimi! geçirmedik...

Okurduk, yazardık, miting yapar, ağır siyasi mücadeleler içinde de bulunurduk fakat, “muştalı, dayaklı, kavgalı dövüşlü” ortamlarda siyasi mücadele! vermeye pek sıcak bakmazdık...

***


Kürşad’ı sonra kaybettim...

12-13 yaşlarındaydım...

En fazla 15-16 yaşlarında bir iki defa da karşılaşmıştık...

Hayat bizi başka mecralara sürüklemişti...

Elbette ben 24 yaşından beri Atina’dan başlayarak televizyonda olduğumdan, Kürşad beni hep görüyordu...

O da boş durmamış, bürokraside yükselmiş, genel müdürlükler yapmış, oradan da Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanlığı’na kadar yükselmişti...

Muhtemelen o da benim onu “bildiğimi” düşünüyordu...

Biliyordum bilmesine ama, o Kürşad‘ın bizim Kürşad olduğunu bilmiyordum...

Boğaz’ı boydan boya geçen yarışlara girerken,resmini görmüş, “Allah Allah” demiştim, “Bu yaşta niye böyle yarışlara girer insanlar?..”

Bilsem ki, Kürşad Tüzmen, bizim Kürşad‘dır...

Hiç sorar mıyım o soruyu?..

Kürşad bu!..

Ne olduysa oldu...

14-15 yaşlarında bir anda başka bir çocuk oldu çıktı...

***


Yıllar sonra bir gün, Bebek’te Lucca’da bir çocuk yaklaştı yanıma gece vakti...

- “Reha abi” dedi, “Beni hatırladın mı?.. Ben Fırat!..”

Koskocaman adam olmuştu Fırat...

Aslında öyle olması da normaldi...

Aramızda sadece 3-4 yaş vardı...

Ama çocuklukta 3-4 yaş, insana bir asır gibi farklı görünürdü...

Yıllar önce sen büyüksündür, onlar çocuk...

Hep sanırsın ki, onlar çocuk kalacak...

Hemen tanıdım onu...

Sohbet ettik uzun uzun...

Ankara Göreme Sokak’taki, Katip Çelebi’deki, Yelişyurt Sokak’taki günlerimizi konuştuk...

Öyle bir ‘Reha Abi’ diyordu ki, ancak mahalledeki bir küçüğünüz böyle söyleyebilir...

Tıpkı abisinin otuz yıl sonra uçakta gördüğü çocukluk arkadaşına “Gelsene buraya” dediği gibi...

Anlamamıştım, “Kim bu adam?.. Beni nasıl böyle çağırıyor” demiştim...

***


Fırat müzisyen olmuştu, gitar çalıyordu...

Yine sessiz, sakin cool’du...

Mahalle arkadaşım Kürşad’ı anlatmazdım, Hürriyet’ten Gülden Aydın’a o röportajı vermemiş olsa...

Daha doğrusu dün gazeteci Murat Yetkin o röportaj üzerine şu sözleri söylemeseydi:

“Biz ODTÜ’de okuduk... Herkes Kürşat Bey’e gülüyor... Bizi sigaya çeken bir Kürşat yoktu diyor herkes” diye demeç verip, onun söylediklerini ‘fos’ çıkarmaya çalışmasa yine bunları yazmazdım...

Üniuversite yıllarında ODTÜ’de ne yaptı, kimi dövdü veya dövmedi bilmiyorum...

Fakat “Komando Kürşad” gerçekti...

14-15 yaşlarında oluşmuştu...

Ankara Çankaya’daki futbol oynayıp, kukalı saklambaçla saklanan mazbut mahalle arkadaşlarını terk ederek, “Başka bir dünyaya yelken açmıştı Kürşad...”

Ben hep 13-14 yaşına kadar yaşadığım arkadaşım Kürşad’ı hatırlarım...

Sesi soluğu çıkmayan, o masum çocuğun yüzü gözümün önünden gitmez...

Niye gerek duydu, neden ihtiyaç hissetti de böyle değişti bilmiyorum...

Ama önemi yok...

O benim mahalleden çocukluk arkadaşım Kürşad...

Hayat siyasi gibi de görünse, uzlaşmaz sınıfsal çelişkiler de gibi hissedilse, en amansız kavgların ortasında da geçse, mahalle arkadaşınız mahalle arkadaşınızdır işte...

Bu gerçek ve bu hatırat değişemez ki...

*****


SAMET AYBABA’YA KREDİM...

Sevgili Samet Aybaba;

Rakip takımın teknik direktörü geldiğin İstanbul’daki Beşiktaş maçlarında hırs yapıp, gol attığında kafanı yedek kulübesinin tavanına çarpmış olsan da...

Yıllardır Beşiktaş’a hoca olmak için “kulis”in dibine vursan da...

Konuşmalarında “ayarı kaçırmasıyla ünlü” kardeşin, Fenerbahçe’de Aziz Yıldırım’ın avkutalığına yaparken, Beşiktaş için aklı sıra “senin için zemin yapmaya çalışsa” da...

Durup dururken, başkalarının dolduruşuyla hakkında çok ağır tazminat davaları açılacak, ceza davalarına gidecek laflar edecek kadar basiretini yitirmiş olsa da...

***


Bir süredir takım çalıştırmasan...

Son çalıştırdığın takım Buca olmuş olsa da...

Yaşın 57’ye gelmiş, yavaş yavaş solmaya yüz tutan bir uzun kariyerin sonbaharına varmış olsan da...

Sen Beşiktaş’ın çocuğusun...

Çok istedin, çok kulis yaptın, çok hırs yaptın, sonunda Beşiktaş’a hoca oldun...

Bize düşen “Beşiktaş’ın çocuğuna kredi açmaktır...”

Biz Beşiktaşlı’yız...

Hiçbir önyargı olmadan senin Beşiktaş’ta başarılı olmanı isteriz...

Kişisel egolarımız Beşiktaş sevgisini aşamaz... Başarılı olursan senden çok biz sevineceğiz...

Kolay gelsin...

DİĞER YENİ YAZILAR