Burak Yılmaz bu yıl Trabzon’dan İngiltere’ye gidecek...

Haberin Devamı

Onun Beşiktaş’a geldiği günü hatırlıyorum...

Tutturamayıp, Beşiktaş’tan gittiği günü de...

Fenerbahçe’de oynadığı günleri de biliyorum...

Trabzon’un golünü atıp, Fenerbahçe’yi şampiyonluktan ettiği maçı da...

Trabzon’a gittiği günü de hatırlıyorum...

Bordo mavilileri iki buçuk yıldır başarıdan başarıya koşturduğu günleri de...

Bir zamanlar Beşiktaş kalesini de koruyan Fikret Yılmaz, oğlu Burak Yılmaz’ı futbolcu olarak bizzat kendi elleriyle yetiştirdi...

Kaleci değil, forvet olarak...

“Çünkü kaleci dediğin bir takımda üç tanedir...” “İki golü hatalı yedin mi işin biter... Futbolda her mevki önemlidir... Fakat forvet başka türlü önemli...”

***


Bir gün kendisine sordular;

“Oğlunuzun kaleci antrenörlüğü yaptığınız takımda oynamısını ister misiniz?..” diye...

- “Asla” cevabını verdi Fikret Yılmaz...

- “Benim çalıştığım yerde oğlum asla olamaz... Ben çalışmam oğlumun olduğu yerde bir kere... Oğlumla benim olduğum yerde hiç kimse bana ikinci sınıf muamelesi yapamaz... Emredemez... Ben bir aile reisiyim... Oğlumun idolüyüm... Oğlum benim ailemin bir ferdi... Babası onun idolü...

Oğlunun idolü olan birine, onun önünde bir başkası ‘git şuradan topları al’ diyemez... Onun gözünün önünde babasını asla ikinci sınıf pozisyona düşürmem ben... Bu bir egoizm değil... Aile birliğini koruma yöntemi... O benim kaleci antrenörlüğü yaptığım takıma gelirse, ben başka takıma giderim... Onun önünde olmam...”

***


Böyle “adanmış bir babanın” çocuğuydu Burak...

Evrende yapılmış olanlar hiçbir zaman boşa gitmezler...

Ne iyi ne kötü...

Allah Fikret Yılmaz’a bu sözleri söyledikten birkaç yıl sonra “Türkiye’nin en iyi santrforunun babası” olma onurunu verdi...

Burak, iki buçuk yıldır, eski günlerine gelmesinde büyük katkı sahibi oldu, başarıdan başarıya koşturdu Trabzonspor’u...

Şampiyonlar Ligi’ne soktu takımı, kendi gol kralı oldu, Trabzon’daki forvetlerin gelmiş geçmiş, gol rekorlarını kırmasına ramak kaldı...

Kendisinden transferiyle ilgili tek bir kelime dahi duymadım...

Fakat tahmin ediyorum, İngiltere Premier Lig’in güçlü takımları Burak’ı boş bırakmayacaklar bu sene...

İngiliz takımları ne yapıp edip, Burak Yılmaz’ı kadrolarına dahil edecekler...

Burak, Beşiktaş’ta, Fenerbahçe’de ve Trabzon’da oynadıktan sonra, son yıllardaki muhteşem performansıyla dünyanın en büyük ligine, Premier Lig’e terfi edecek...

***


Babalar ve oğulları...

Hiç değişmeyen bir gerçek...

Babalarda yarım kalan “adanmış” rüyalar çokça oğulları tarafından tamamlanır...

Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken söylediği sözleri hatırlıyorum şimdi:

- “Keşke babam olsaydı da bu günü görebilseydi.”

Babası kendi halinde yazılar yazan bir amatördü...

Oğlu onun yazı eskizleriyle haşır neşir olduğu dünyada, babasının arzuladığı mesleği icra etti, yazar oldu...

Babasının yarım kalmış rüyasını tamamlarcasına, merdivenleri teker teker çıktı ve dünyada Nobel Edebiyat Ödülü sahibi ilk Türk yazar olma başarısını gösterdi...

Edebiyat dünyasına adını altın harflerle yazdırdı...

***


Ahmet Say’ın annesi oğlunun dünya çapında bir piyanist olmasını arzu etti hep...

Oysa Ahmet Say, Müzik Ansiklopedisi yazacak derecede başarılı bir müzik eleştirmeni ve çevresinde çok saygın bir edebiyatçı oldu...

Ona annesinin hediye ettiği piyanoyu kullanıp, dünya çapında bir piyanist olmadı...

Enis Batur, Kurşunkalem Portreler’de oğlu Fazıl Say’ı yetiştiren Ahmet Say’ı bir baba olarak şöyle anlattı;

“Bunca baba gördüm tanıdım... Çocuğuna böylesine bir adanmışlığa hiç tanık olmadım...

Fazıl’a inandı...

Onun şüpheli serüvenini yeğledi...

Fazıl’ın yetişme döneminde, Mozart sonatları çalacak ölçüde işin içine daldı...

Utku’nun (zaferin) arkasındaki bedeli hiçbir zaman anlatmadı, sustu...”

***


Gündüz Pamuk’tan Orhan Pamuk’a, Ahmet Say’dan Fazıl Say’a ve şimdi de kaleci antrenörü Fikret Yılmaz’dan İngiltere’ye Premier Lig’e gitmeye hazırlanan oğlu Burak Yılmaz’a...

Enis Batur, Kurşunkalem Portreler’de ne yazardı bu hayatın bu sihri için acaba?..

*****


KENAN IŞIK’IN OLGUNLUĞU...

Ne kadar “mesafeli ve snob” gözükse de yarışmada, aslında “gayet çelebi ve mütevazı” bir kişilik olduğunu söylemiştim Kenan Işık’ın...

Dün A Haber’de benim eleştirilerimi sormuşlar Kenan Işık’a...

Hiç kıvırmamış, “Benim de soruların cevaplarını bilmediğim oluyor... Reha Muhtar haklı...” demiş...

***


Bu cevabıyla farkında değil, fakat Kenan Işık da bana bir ders verdi...

İki gün üst üste Kenan Işık için o eleştirileri yazdıktan sonra oturdum bir düşündüm...

- “Birisi beni bu kadar şiddetle eleştirse, ben onun eleştirilerini doğru da olsa kabul eder miyim?.. Yoksa savunmaya geçer, onun açıklarını mı bulup çıkartmaya çalışırım?..”

Düşündüm ki açıklarını çıkartır mıyım bilmiyorum, fakat farkındayım ki eleştiri biraz sert kaçarsa, “Bu eleştiriyi yapan haklıymış” demem kolay kolay...

***


Gazeteci-yazarlar, sürekli, “Eleştiriye karşı tahammüllü olunmalı” gibisinden kendilerinin hiçbir zaman uymadığı ve uymayacağı ahkam keserler...

Böyle der ve kendilerini eleştirinin e’sine bile tahammül edemezler...

İnternette medya sitelerine gidip bir göz atın...

Sürekli “O ona çaktı, bu buna fena giydirdi” türü güzellemelere rastlayacaksınız...

Bu “çakma” ve “giydirme” hastalığı, “gazeteci egosunun bir bilge özelliğinden çok bir boksör olma özelliği” taşımasından ileri geliyor...

Onun için “Başbakan niye eleştirilere töleranslı değil” gibisinden yazar tipi boksör egolu serzenişlere pek rağbet etmem...

Başbakan eleştiriye hiç tahammüllü değildir...

Fakat “Onu tahammüllü olmamakla eleştirenler de eleştiriye hiç tahammüllü değiller...”

Hepimiz bir miktar “boksör tipi egolardan” muzdaribiz...

Kenan Işık’a, bize bu tip egolardan biri olmadığını gösterdiği için teşekkür etmeliyiz...

*****


GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

HER ŞEYİN İSTEDİĞİNİZ GİBİ GİTMEYECEĞİNİ...

“Her şeyin sizin istediğiniz gibi gitmeyeceğini unutmayın...

Oyunda mantığını anlayamadığınız daha büyük bir zeka vardır her zaman...

Eğer elinizden gelenin en iyisini yapıp, gerisini bırakır ve karşılığında ne gelirse gelsin bunun sizin için en iyisi olduğunu kabullenirseniz, hayatınız mükemmel bir biçimde yoluna girer...

Hatta beklediğinizden daha da iyi bir şekilde...

Robin Sharma...”

***


Türkiye’nin şu anda en iyi forveti olan Trabzonlu Burak Yılmaz’ın babası eski kaleci Fikret Yılmaz’ın hayatını gözünüzün önüne getirin...

‘Neden Türkiye’nin en iyi kalecisi ben olmadım’ diye hayıflanıp hayata küsseydi, “Bugün Türk futbolunun İngiltere’den transfer teklifleri alan en iyi forveti Burak’ı yetiştiren baba olmazdı... Onun idolü olmaz, Burak bu kadar başarılı olamazdı...”

Ahmet Say için veya Gündüz Pamuk için de geçerli bu söylediklerim...

***


Evren’in kendini uyanık zanneden bizlerden daha büyük bir zekası vardır...

Siz iyi niyetle hayata katkı yapmaya devam edin...

Bu katkının nasıl size döneceğini tahmin bile edemezsiniz...

Bir süre, belki bir kuşak sonra muhteşem bir dönüş yaşatacaktır ‘evren’ size...

Bu ‘derin ve ruhsal’ gerçekleri bilenler, günlük kurnazlıklara güler geçerler...

Yapılan kötülüklerin veya intikam amacıyla yok edilmeye çalışılan hayatların, gün gelip yapanlara nasıl felaket olarak döneceğini bilirler...

Evrenin ve doğanın, insanların küçük kurnazlıklarının çok ötesinde bir “oyun”u ve “zeka”sı vardır...

Bu “yaratan”ın zekasıdır...

“Yaratan”ın zekasıyla oyun olmaz...

Oynamaya çalışanlara gülüp geçin...

Biraz da onlardan uzak durmaya bakın...

Felaket bugün olmazsa yarın, yakınlarında dolaşıyordur mutlaka...

DİĞER YENİ YAZILAR