Ağlıyoruz... Çünkü ölenler bizim çocuklarımız...

Haberin Devamı

Ekranlarda olur olmaz, sulugöz, ağlak sahnelerden pek hazetmem...

Ratinge yönelik, duygu sömürüsüne meze türünden sulusepken ağlayanı “duyarlı” aidiyetine sokabilecek, bir makyaj rötuşu olmasından endişe ederim...

Örnekleri çoktur, onun için ağlayanı dikkatli bir süzerim...

Ağlayarak mı ağlıyor, tırışkadan mı ağlıyor diye...

***


Fakat şehit Mehmetçiklere yönelik gözyaşı, akan hemen bütün gözlerde hakikidir...

Ağlıyoruz...

Çünkü çocuklarımız var...

Ağlıyoruz; çükü ölen o çocukları gördüğümüzde kendi çocuklarımız gözümümüzün önüne geliyor...

Ağlıyoruz; çünkü komutanlara sarılıp hüngür hüngür ağlayan anne ve babalarda kendimizi görmekteyiz...

Ağlıyoruz; çünkü şehit olan vatan evlatlarının hüzünlü evlerinde arkalarında bıraktıkları nurtopu gibi çocuklar bize kendi çocuklarımızı hatırlatmaktalar...

Bu acı alabildiğine gerçektir...

Bu acı olabildiğince hakikidir...

Bu gözyaşları, hakikatin ta kendisidir...

Siyaset o noktada kimseyi ilgilendirmez...

Gözyaşları hayatın kendisidir...

***


Nazım Hikmet Ran;

“Ve kadınlar

Bizim kadınlarımız...

Korkunç ve mübarek elleri...

İnce küçük çeneleri, kocaman gözleriyle...

Anamız, avradımız, yarimiz...

Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen...

Ve soframızdaki yeri

Öküzümüzden sonra gelen

Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız...

Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki...

Ve karasabana koşulan ve ağıllarda

Işıltısında yere saplı bıçakların

Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan

kadınlar...

Bizim kadınlarımız...” der ünlü “Kadınlarımız” isimli şiirinde...

***


O kadınların çocuklarıdır ölenler...

Bizim çocuklarımızdır ölenler gün be gün...

Ağlıyoruz...

Çünkü ölenler bizim çocuklarımızdır...

***


FLAŞ TV’DEKİ ARKADAŞIN YAPTIĞINI DURDURUN...

Hayır ismini vermeyeceğim...

Gece haberlerini sunan bir arkadaş; Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçakların, PKK kamplarını bombalama görüntülerinin üzerine “insanın ar damarını çatlatacak” ses efektleri koymuş...

Güya bir futbol maçını izliyoruz bombalama eylemlerini izlerken...

Her bombanın atılışında, isabet edişinde “Goool” diye bir görüntü ve ses efekti bindiriliyor ekranın üzerine...

***


Kendilerinin “ilginçlik ve vatanseverlik yaptığını” zanneden bu arkadaşlara hatırlatırım ki;

“Savaş bir futbol maçı değildir...

Atılan bombalar da rakip takımın kalesine atılan bir “gol” değildir...

Sonuçta insanların öldüğü eylemlerin kaçınılmazlığı tartışılabilir, ancak “korkunçluğu ve acısı” tartışılmaz...

Böyle bir acıya, “goool nidaları taşıyan ses efektleri ile, atari oyunlarını andıran görüntü efektlerini dayayarak” yaptığınız montaj ve arka arkaya bu montaj eşliğinde verdiğiniz haber, bir rezalettir...

İnsanda biraz acıya hürmet, korkutucu gerçeğe duyarlılık, insana saygı olur...

***


Savaç kaçınılmaz olabilir...

Ancak savaşın korkutucu gerçeği, alaya müsait değildir...

Bombalama zorunlu olabilir...

Ancak insanın terörist bile olsa öldüğü ana “Gool” nidalarıyla efekt yapmak insanlık değildir...

Bu kanalın sorumu editörü, yayın yönetmeni, akil herhangi bir yetkilisi var mı bilmiyorum...

Sansürün her türüne karşıyım...

Fakat bu “alay ve tükürük halini alan aşağılama gayreti” bir insanlık ayıbı ve bir insanlık suçudur...

Kimsenin, hiç kimseye karşı ölümle böylesine alaycı bir oyun oynama lüksü yoktur...

Bir savaşta “savaş esirlerinin bile” uluslararası hukukun öngördüğü hakları vardır...

Bu arkadaşların yayıncılıklarını, insanlık anlayışlarını kınıyorum...

Bu lümpen rezaleti içimdeki tüm insani duygularla lanetliyorum...

***


BİR YAZIN SONU...

Bir yazın daha sonuna geldik işte...

“Daha önümüzde koskoca bir Bayram haftası var, tatilin dibine vuracağımız” yollu sözler, biten bir yazın züğürt tesellisidirler...

Gerçek olan şudur ki yaz bitmektedir...

Rüzgar esiyor artık Bodrum’da...

Doğa, yazın bittiğine işaret ediyor...

Elbette tatil sizindir...

Devam edebilirsiniz...

Ne ki yaz bitmektedir...

Doğa böyle hükmetmektedir...

***


52 yıllık ömrüme baktığımda, çocukluk ve ilk gençlik yılları hariç, gazeteciliğe başladığım 20 yaşından beri, bulunduğum şehirden uzakta geçirdiğim üç yaz hatırlıyorum hepsi hepsi...

Birincisi 1982 yazıydı...

Berlin’de Uluslararası Gazetecilik Enstitüsü’ne öğrenci olarak davet edilmiştim...

Bütün bir yaz ve Eylül, Amerikalı, İngiliz ve Alman akademisyenlerin dersleriyle, gazetecilik teknikleriyle haşır neşir geçmişti Berlin’de...

Sonradan evleneceğim kadınla yeni bir eve taşınıyordum...

Berlin dönüşü yeni bir eve ve hayata başlayacaktım...

***


1987 yazını da evimden ve bulunduğum şehirden uzakta geçirdim...

Tatil yerine askere gittiğim seneydi...

Atina’dan Rodos’a gelmiş, üç beş gün Rodos adasında kaldıktan sonra, memlekete dönüp birliğime teslim olmuştum...

Askerdeyken yakın arkadaşım Celal geldi, avukata vekalet verdik, boşanma işlemlerini başlattık...

İkinci uzun yaz tatilim! de askerlik ve boşanma işlemleriyle geçti...

Üçüncüsü de 2011 yazında kısmet oldu...

Askerde geçirdiğim son yaz tatilimden! 24 yıl sonra, yıl boyu doğru düzgün göremediğim çocuklarımla birbuçuk ay baş başa bir tatil geçirdim...

Yazılarım devam etti elbet...

Hayat devam etti...

Bir farkla ki; bir başka şehirde “tatil moodunda” çocuklarla hasret giderebildim...

***


Ana baba evinden ayrılıp, evleneceğim yıla denk düşen, bir gazetecilik okulunun yaz rehaveti...

Yıllık izinde vatan görevi yapıp boşanırken, verdiğim yaz tatili! molası...

Yıl boyu doğru düzgün göremediğim çocuklarımın hasretini giderdiğim, huzurlu bir yaz tatili...

Evlilik, askerlik, boşanma, çocukları...

Yaşamın bu ana duraklarında, mesleğimin dışında bir dünyaya sarkmışım...

Gerisi hep gazetecilik, hep gazetecilik...

Bir yaz daha bitti işte...

Bir ömrün toplamına minik bir demet anı biriktirdik, hiç olmazsa bu yaz günlerinde...

Yavaş yavaş veda etme zamanı gelmekte Bodrum’a...

DİĞER YENİ YAZILAR