Güzel yaşlanmak...

Haberin Devamı

Elbette hiç birimiz bu dünyaya kazık çakmaya gelmedik...
Doğacağız büyüyeceğiz...
Serpilip gelişip gençliğin zirvelerinde gezineceğiz...
Sonra olgunluk döneminin cazibesinden esintiler estireceğiz...

Daha sonra da kısmetse “güzel yaşlanacağız...”
Quantumcu dostlara göre, gençliğin zirvelerinden, olgunluk dönemi cazibesine geçiş 42 yaşları civarında oluyor...
O yaş dönümünde ilk teker patlıyor, ilk araba devriliyor...
İnsan kendisini yeniden inşa etmeye koyuluyor...
Eski alışkanlıklarından vazgeçiyor, geçmiş kodlanmalarını değiştiriyor, hayata başka bakıyor, genetik şifrelerini sorguluyor...

***

İnsanların yüzde 80’i bu süreçten fazla değişmeden, eksi alışkanlıklarını şöyle veya böyle devam ettirerek, yaşama bakışlarını çok sorgulamadan, genetik kodlanmaları ve çocukluk yıllarından edindikleri öğretileri değiştirmeden geçmek istiyor...

Yaşamlarında teker patlatan, araba devirenler, o yaş dönümünü fazlaca önemsemiyorlar...

Yaşadıkları olayları şanssızlığa veriyorlar...
“Kader beni de buldu” deyip üstünde durmuyorlar...
“Ben kafamı kullanıp yeniden düzlüğe çıkarım” diye içlerinden geçiriyorlar...

Kendilerini, yaşamlarını, genetik kodlanmalarını, çocukluk ezberlerini sorgulamadan, hayata yeni bir bakış getirmeden, hayatı devam ettirmeye çalışıyorlar...

***

Bu yaşlarda teker patlatan, araba deviren olay ağır bir rahatsızlık olabilir...

Kalp ve sonunda yapılan by-pass, kanser veya buna benzer ağır bir belirti size “bu yaşam tarzını bu bünye kaldırmıyor, sorry” sinyali verir...

Çok önem verdiğiniz kariyerinizde işler hiç de istediğiniz gibi gitmeyebilir...

İnşa ettiğiniz kariyeriniz bir anda tersyüz olabilir...
Evlisinizdir 15-20 yıldır...

Bir anda “evliliğinizin aslında bittiğini, eşinizin başka birine yeltendiğini, ya da bizzat sizin başka bir heyecana ve aşka yelken açtığınızı” görebilirsiniz...
Bir anda 15-20 yıl boyunca inşa ettiğiniz bütün özel hayatınız çatırdamaya başlar...

***

Bunların hepsi ikinci baharınız için birer semptom, yani belirtidir...

Hayat size “değişin” diyordur...
“Kodlarınızı değiştirin, çocukluk ezberinizi bozun, genetik kodlanmalarınızda yanlış olan şeyleri tamir edin... Hayatı yeniden daha düzgün, daha barışçı, daha stressiz ve daha pozitif okuyun...”

Yüzde 80, yaşamın bu ikinci bahar köprüsünü ıskalar...
Sadece yüzde 20, yaşamında radikal değişikliklere gider, kodlarını değiştirir, yaşamı keyifle ve mutlulukla sürdürebileceği ruhsal tekamüle erer, hırslardan, takıntılardan, ihtiraslardan uzaklaşarak ruhunu bilgeliye doğru bir yolculuğa sürükler...

***

Bu yolculuk insanın kendisini tanıması yolculuğudur...
İçindeki cevherleri birer birer ortaya çıkartarak, hayata yabancılaşmadan kendi öz ve orijinal değerleriyle yaşama modudur...

Onlar keyifli yaşama doğru yelken açanlardır...
Dün Alman’ların ünlü Bild gazetesinde Michael Douglas’ın kanserle mücadele ederken 45 kilo vermiş, iyice çökmüş halini gördüğümde içim bir fena oldu...
O Michael Douglas bir cazibe ve seks sembolüydü...
Glenn Close’la oynadığı Öldüren Cazibe (Fatal Attraction) filmini seyrettiğimde Atina’daydım ve aylarca rüyalarıma girmişti o sahneler...

Glenn Close’un bir kaçak sevişme sonrası, Michael Douglas ve ailesine hayatı zindan ettiği Fatal Attraction...
Sharon Stone’la “bıçaklı sevişme sahnelerinin olduğu” Basic Instinct (Temel İçgüdü) filmi...
Ve nihayet Disclosure...

Demi Moore‘la o karşı koyamadığı inanılmaz sevişme sahnelerinin olduğu Taciz filmi...

Bütün bu imajın sonunda, kendinden 25 yaş genç olan Catherina Zeta Jones’la evlendiğinde, herkes gibi ben de “yakışır” demiştim...

***

Erkeğin yaş farkının olmasına inandığımdan değil, Michael Douglas’ın yaşlanmayacağına olan inancımdan...
Ne yazık ki hayat öyle değil işte...

David Latterman Show’da, kemoterapilerde 45 kilo verdiği 4. ve en ileri aşamasındaki hastalığa nasıl yakalandığını şöyle anlatıyordu Mihcael:

“Boğazımda birşeyler hissettim... Doktora gittim hiçbir şey yok dediler... Onun üzerine Catherina ve çocuklarla yaz tatiline çıktık... İspanya’ya gittik... Müthiş bir tatil geçirdik... Bu arada Saint Peterburg’a gittim... İnanılmaz bir yer... Döndüğümde boğazımda birşeyler vardı... Doktora gittim yeniden... Dur bir bakalım dedi ve 4. derecesini yaşamakta olan kanser çıktı...”

***

Kimin hasta olacağı bilinmez...
Her şeyi yaparsınız yeni hasta olursunuz...
Henüz mukadderat dediğimiz, bilmediğimiz faktörleri hâlâ açıklayamıyoruz hastalıklarla ilgili...
Ama bir şeyi iyi biliyoruz...

“Çok sigara içtim, çok içki içtim, stresim çoktu ve vücudumu çok kötü kullandım...” dediğini biliyoruz Michael Douglas’ın...

Elbette hiç birimiz dünyaya kazık çakmaya gelmiyoruz...
Elbette, öldüren cazibeye sahip olsak bile gençliğimizde, arzulanan bir idol olsak da olgunluk günlerimizde, elbette sürmeyecek bunlar da ila-nihaye...

Gün gelecek yaşlanacağız, hastalanacağız, bir miktar çaptan düşeceğiz...

Ama bilgelerin “güzel yaşlanmak” dedikleri bir söz var ya...
Beynin ve vücudun toksinlerden arınarak, keyifle yaşaması ve keyifle yaşlanması...

Sanırım sihirli sözcük “huysuz ihtiyar” değil, “güzel yaşlanma”dır...

Nice güzel yaş almalara, ve yaşlanmalara...

*****

DÖVME

Roma rakamlarıyla 27-12-2008 diye koluna dövme yaptırmış Hadise...

Sevgilisiyle ilk beraber oldukları günün anısına...
İki koluna birden dövme yaptırmış “ben bugün doğdum” niyetine...

Erkek arkadaşıyla birlikteliğini “dosta düşmana gösteriyor ve sahibim ya da sevgilim var... İşte başladığımız tarih...” demeye getiriyor...

Sevgilisinin adını göğsüne yazanlar...
Poposuna, beline kazıtanlar hep birşeyi kanıtlamak istiyorlar...

“Vücuduma kazındı adın, sanın veya kanın... Ben seninim... Sen de benim...”

***

Bir insana, bir vücuda sahip olabilir mi acaba bir insan?..
Olamayacağı için midir acaba, bunca seramoni, bunca çaba, bunca kazıma, bunca dövme?..

Elbette o dövmeler yapılırken insanlar samimidir...
Dosta, düşmana, cihana, dünyaya haykırmak istemektedir;
“Ben artık böyleyim” diye...

Oysa “ruh” dövmeler kadar sabit değil bu evrende...
Ruh değişir, ruh farklılaşır, kalp kırılır ruh uçar, gönül yaralanır ruh gider...

Ruha sahip olmak, bedene sahip olmak kadar kolay değildir ki...

***

Gün gelir aşk biter...
Hayal kırıklıkları, gönül kırıklıklarına, aşkın esintileri yerini kızgınlığın ve öfkenin tohumlarına bırakır...
O dövmeyi sildirirken, içindeki öfkeleri de atar “kadın...”
Sanki dışındaki dövme giderken, içindeki insan da gitmektedir kendi içinden...

Kuaföre gitmek, yenilenmek, saç modelini değiştirmek gibi bir şeydir bir kadının biten bir ilişkisinin arkasından “İlişkisinin dövmesinden kurtulması...”
Dövmeden kurtulurken ilişkiden de kurtulacağını umar kadın...

***

Oysa ne dövmelerdir ilişkiyi ilişki yapan, ne sildirilen dövmelerdir ilişkiyi bitiren...
Sahip olma duygusunun tezahürüdür (yansımasıdır) dövme...
“Ben seninim” demeye çalışmaktır “dövme...”
Oysa kimse kimsenin değildir ki...
Oysa kimse kimsenin olmayacaktır ki...
Hiçbir zaman hiçbir kimseye sahip olamayacağız ki...
Bütün ruhlar özgürce bildiklerini okuyacaklar, özgürce uçacaklar...

Onlarda bir hoş sada bırakabildiyseniz ne ala...
Dövmeler nasılsa silinecektir!..

DİĞER YENİ YAZILAR