Sigara savaşını kaybediyorlar... Bu mucize sana rağmen gerçekleşiyor Hıncal Abi!..

Haberin Devamı

15 yaşında Kolej’in ikinci sınıfına gidiyordum, yaşamımdaki ilk sigarıyı, beyaz filtreli Kent sigarısını bana içmem için verdiklerinde...

Öğle yemeği yemiştik ve yemekten sonra okula doğru yürürken arkadaşım “Yemekten sonra sigarda tüttürülür” demiş, Kent sigarasını yakıp bir güzel içine çekip, havalı havalı nefesini dumanla dışarı vermişti arkadaşım...

O günlerde Godfather (Baba) filmi gösterime girmişti ve biz elbette Marlon Brando, Al Pacino gibi ideal kahramanlarımızla özdeşleşmeye çalışmaktaydık...

Sigara bizim kahramanlarımızın “erkeklik, karizma, kişilik, efkar ve serserlik” üzerine kurulmuş hayatlarının vazgeçilmez sembolüydü...

***


“Sigara içmeden” erkek gibi erkek olunamayacağını, bilinçaltımıza işlediler...

30 yıl sigara içerken, bilinçaltımda sinemanın o kahramanlarının sigarayla yarattığı karizma vardı...

Onun için ne yaparsam yapayım, sigaranın zararlı olduğu gerçeği bilinçüstümden bilinçaltıma geçmiyordu...

O kahraman hâlâ yerinde karizmasıyla duruyordu...

Ne zaman ki, bilinçaltımdaki kahramanın silüetini ve portresini değiştirdim, bir gün içinde sigaraya “elvada” dedim...

O kadar kolay oldu...

***


Oysa şimdi sigara paketlerinin üzerinde “sigara içmek cinsel iktidarsızlığa neden olur” diye yazıp, sevişemeyen çiftlerin resmini koyuyorlar ki, daha doğru resimler koysalar etkileyici olacak...

Sigarayla Savaşanlar Vakfı Başkanı Sevgi Aksu “Sigara firmaları uzun yıllardır sigaranın şık ve zarif bir şey olduğunu beynimize işlediler... Biz tersini yapmaya çalışıyoruz...” derken haklı...

Ben kendime sigarasız kahramanlar yaratmadan, sigarayı bırakamadım...

***


Ama bütün bunlar fasa fiso...

Dün Hürriyet Kelebek’te Cengiz Semercioğlu kardeşim, “sigarasız geçen bir yılın bilançosunu” o kadar mükemmel rakamlarla ortaya koymuş ki “sigara cinayetleri lobisi” bu rakamlara bakıp utanmalı...

Diyor ki Cengiz;

Restoran, bar, kafe ve kahvehanelerde sigara içilmesini yasaklayan yasa yüzde 92 kabul görüyor...

Düzenli sigara içenlerin bile yüzde 77‘si bu yasayı destekliyor...

Türkiye genelinde mekânların yüzde 90‘ı bu yasaya saygı gösterdi, uyguladı...

Geçen yıl işyerlerinde ve kamusal alanlarda bu yasağa inananlar yüzde 24 iken, bu yıl yüzde 66 yasağın etkili olduğuna inanıyor...

***


Quirk Global Strategeies‘in araştırmasının asıl mucizevi sonucu en sonda geliyor...

Burasını Hıncal Abi‘nin iyi okuması lazım...

Ne diyor Hıncal Abi araştırma:

“2010 yılının ilk 4 ayında son 12 yılın en düşük sigara tüketimi gerçekleşti...

Son 1 yılda tütün tüketimi yüzde 22 azaldı...

Türkiye genelinde mekânların yüzde 90’ından fazlası yasaya uyum gösterdi...

İstanbul’da bu oran yüzde 97’ye kadar çıktı...”

Bu bir mucize...

Bu mucizeyi Türkiye’nin insanı, kendisini hor gören, eğitimsiz bulup, ‘yapamaz onlar’ diye küçümseyen, sigara kartellerinin borusunu öttüren, mekânların üç kuruş daha fazla kazanmaları için cinayeti görmemezlikten gelen lobiye rağmen gerçekleştirdi...

Bu kararı alanları, taviz vermeden uygulayanları, buna saygı gösterip vatandaşın zehirlenmemesine önayak olan bütün mekân sahiplerini ve yasaya uyum gösteren tüm vatandaşları ayakta alkışlıyorum...

Sen ki hayatta “trendleri ve yaşam kalitesini bizlere sunup mucizelere inanmamızı isteyen Hıncal Abi...”

Bu mucize sana rağmen oldu...

Şimdi Anayasa Mahkemesi’nin sevgili üyelerine bir çift sözüm var:

Referanduma gidecek maddeler için gösterdiğiniz özeni (sizin deyiminizle ihtimamı) sigara cinayetlerinden esirgemeyin!..

***


MAĞDUR MU FAİL Mİ?..

Tayyip Erdoğan “Baykal kasetiyle ilgili sorulara”, karşı gazetecilere “Bize değil faillere sorun... Failler birbiriyle tokalaşmıyor...” demiş...

Deniz Baykal‘la, Nesrin Baytok‘un Meclis’teki karşılaşmalarında birbirleriyle tokalaşmamalırını ironik olarak gündeme getirerek...

Kemal Kılıçdaroğlu da cevap vermiş:

“Bunlar çok düzeysiz ifadeler... Onlar fail değil, mağdur...”

***


Baykal’la, Baytok skandalın faili mi, yoksa mağduru mu?..

Şöyle söyleyeyim;

Tayyip Bey fail derken elbette bir suçun failinden söz ediyor...

Oysa kasetin içeriğinde ahlaki olarak tartışılacak çok şey olsa da bir suç yok...

Ahlak insanların kendileriyle hesaplaşacakları, kendi ahlaki normlarını Tanrı’ya ya da kendilerine hesap olarak verecekleri bir konu...

Felsefede “ahlak” veya “ahlaksız” gibi sözcükler, anlamlı değildirler...

Her toplumun, hen insanın, çağlara göre oluşturulan ahlak anlayışları var...

Bunu birşeyi doğrulamak ya da temize çıkarmak için söylemiyorum...

Gerçek bu onu anlatıyorum...

***


“Suç” ise objektif olarak “yasalar”a karşı işlenen bir fiili ihtiva eder...

İnsanların özel hayatlarını, kapalı kapılar ardındaki yaşamlarını, gizli çekimlerle kaydedip bunları yayınlamak “suç” kavramına girer...

Tayyip Bey’in “Evet” kampanyasını başlattığı son Anayasa değişikliklerinde “Özel hayat kavramı gayet medenice” bu şekilde yer buluyor... Hülasa...

Bizzat Tayyip Bey’in hazırlattığı ve kampanyasını yaptığı Anayasa değişikliklerini dikkate alırsak, Deniz Baykal ve Nesrin Baytok hakkında bu konuda konuşmak, ironi yapmak bile doğru değil...

Çünkü o özel hayata giriyor...

Buna karşın kasete çeken, montajlayan, servis eden ve suç işleyen “failler” henüz bulunmadılar, ortalıkta serbestçe dolaşıyorlar...

Hazırladığımız metinlere ve değişikliklere en başta kendimiz uymalıyız...

Öyle değil mi?..

***


FANTAZYADAN GERÇEK HAYATA...

3’LÜ BERABERLİKTEN GERÇEK EVLİLİĞE...

PENELOPE’YLE JAVİER BARDEM EVLENDİLER...


Önceki gece, Digitürk’te Penelope Cruz‘la, Javier Bardem‘in nörotik aşklarının, üçüncü kadının (Scarlet Johnson) aralarına katılmasıyla nasıl bir hal aldığını izliyordum...

Woody Allen filmde, Penelope Cruz ile Javier Bardem‘i, sürekli birbirlerinin hayatını didikleyen iki âşık olarak çizmişti...

İkili ne birlikte olabiliyorlar, ne de ayrı kalabiliyorlardı...

Çifte bir şekilde Amerika’dan Barcelona’ya tatile gelen Scarlet Johnson (Christina) dahi oluyor ve üçlü aynı evde yaşamaya başlıyordu...

Her üçünün de birbiriyle ilişkisi vardı ve hepsi birbirini ve yarattıkları üçlü aşkı çok seviyorlardı...

Bardem’le Cruz’un nörotik ve birbirini didikleyen sorunla aşkları bitmiş, herkesin huzur duyduğu, sevginin ve şevkatin hâkim olduğu bir ilişki türü başlamıştı...

Ancak bir süre sonra, Christina (Scratlet Johnson) bu durumdan sıkılacak, ancak Javier Bardem‘le Penelope genç kadına kalması ve bu üçlü aşkı devam ettirmesi için yalvaracaktı...

***


Christina evden ayrılınca, Penelope‘yle Bardem‘in sokak ortası kavgaları yeniden başlayacaktı...

2008 yılında bu filmde oynayan ikili, 2 yıl sonra gerçek hayatta evlendiklerini açıkladılar...

Kendi aralarında, sesiz sedasız bir düğün yapmışlar...

Fantazyayı değil, gerçek hayatı yaşamak üzere...

Üçlü aşkı değil, filmde bir türlü gerçekleştiremedikleri evliliği...

Gerçek hayat mı galip gelecek, fantazyalar mı kazanacak?..

Kim bilir?..

Mutluluk galip gelsin...

En güzeli o...

DİĞER YENİ YAZILAR