Çocuklarıma dünyanın en iyi 4’üncü stadını ve BJKTV’yi bırakıyorum

Haberin Devamı

Papermoon restoranda o akşamüstü “Reha Abi yönetimimize giriyorsun... Sözcümüz de olacaksın... Hayır cevabını kabul etmiyorum...” dediğinde, “Hayır” diyemedim, “Bakarız” diyerek geçiştirmeye çalıştım...

Ama biliyordum ki daha fazla “Hayır” diyemeyecektim...

İki nedeni vardı bunun...

Beşiktaş’a başkan adayı olan Fikret Orman kardeşim “Stadı yenileyeceğim... Sil baştan yapacağım...” demişti...

Oysa Yıldırım Demirören “Stadın kapasitesini artıracağız... Yenileyeceğiz... Ama yıkmayacağız... Yeni sezona yetiştireceğiz...” diyordu...

***


Yeni sezona başlarken bir yıl dışarıda oynamak, şampiyonluk için mücadele etmek varken parayı ve enerjiyi bir de yeni stat için harcamak bana doğru gelmiyordu...

Ama esas mesele şuydu...

Serdar Bilgili dostum birilerinin dolduruşuyla (Ki dolduranları çok iyi biliyordum), Çarşı grubunu kapalı tribündeki yeriden etmesini bir türlü içime sindiremiyordum...

Bir Roma gecesinde saatlerce İbrahim Altınsay’la bu konuyu tartışmıştım... İkna edememiştik birbirimizi...

İnönü Stadı’nın kapalı tribününün yeniden Çarşı’ya açılarak, o müthiş tezahürat ve tribün şovunun Beşiktaş’ın ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünüyordum ve bundan vazgeçmenin “marka” nın özünden vazgeçmek olduğunu söylüyordum...

Onlarsa bana, “tribünden para gelmediğini localardan geleceğini ve dünya futbolunun artık sadece parayla döndüğünü” söylüyorlardı...

***


Bunları niye anlatıyorum...

O gün ben Papermoon’da benden bir de BJK TV’yi kurmamı isteyen Yıldırım Demirören’e “Hayır” diyemedim ve kısa sayılacak yöneticilik dönemimi “32 bin kişi kapasiteli yenilenmiş, tazelenmiş, locaları azaltılarak Çarşı’ya müthiş tezahüratı için istediği Kapalı Tribün geri verilmiş ve içine bir de stüdyoları, canlı yayın imkânlarıyla BJK TV kanalı yerleştirilmiş bir stadı yapan bir yönetim kurulunun bir üyesi olarak” yönetime veda ettim... Şimdi o stad dünyanın en itibarlı, en etkili gazelerinden biri olan İngiliz The Times gazetesi tarafından dünyanın en iyi 4’üncü stadı seçildi...

Gazete değerlendirmeyi neye göre yaptığını şöyle açıklamış:

“Stadın bulunduğu yerin muhteşem bir manzaraya sahip olması...Taraftarının çok ateşli tezahüratlar ve tribün şovları yapması...”

***


Şimdi buraya bir nokta koyup, Serdar Bilgili ve Hüsnü Güreli kardeşlerimle bir türlü anlaşamadığımız tribün konusuna gelelim...

İkisi de uluslarararası arenayı çok iyi bilirler, yabancı gazeteleri takip ederler, dünya vatandaşıdırlar...

Şimdi düşünsünler bir;

24 Ekim 2007 tarihinde oynanan Beşiktaş-Liverpool maçını...

Dünya futbol tarihinin ses rekoru 132 desibelle dakikalarca süren “Kartal gol, gol, gol” tezahüratıyla o gün kırıldı...

O düyanın en muhteşem taraftarı bilinen Liverpool taraftar ve İngiliz basını o gün ağzı açık Beşiktaş taraftarını izliyordu...

Saatlerce o kapalı tribünden gelen tribün şovu ve tezahüratı izlediler hayret nidalarıyla...

Bugün İngiliz The Times gazetesinin “Dünyanın en ateşli taraftarı” yorumuyla en iyi 4’üncü stad seçtiği İnönü’nün harcında o tezahürat var... O günlerde Alen’e sormuştum...

“Niye bu kadar ısrarcısınız kapalı tribünün üstündeki locaların kalkması için...”

“Abi” dedi, “Bizim yukarıya doğru oturmamız lazım... O zaman sesimiz kapalının üstüne çarpıp yankılanıp patlar... Yoksa sesimiz havada uçar... Bizim o müthiş tezahüratı yapabilmemiz için kapalının üstünü alıp oradan yüksek desibelli tezahüratı patlatmamız lazım...”

***


Kapalı tribünün üst bölümü yeniden Çarşı’ya açılan o stad işte bugün dünyanın en iyi 4’üncü stadı seçiliyor...

O tezahürattan ve o manzaradan dolayı seçildiğini gösteren en önemli gösterge nedir biliyor musunuz sevgili Serdar ve Hüsnü?..

The Times gazetesi dünyanın en iyi 3. stadı olarak Liverpool’un Anfield Road’unu seçmiş...

Oysa Anfield da dünya stadları içide 4 yıldızlı stat olarak biliniyor...

5 yıldızlı bunca stad varken, neden Liverpool’un Anfield Road’unu tercih ettiler dersiniz?..

Seyircisinden dolayı olmasın sakın...

***


The Times en iyi ikinci stat olarak San Siro’yu seçmiş... Oysa San Siro’yla, Meazza aynı statlardır...

Milan oynarken stada San Siro, Inter oynarken stada Meazza der... The Times aynı stadın Milan taraftarıyla oyan versiyonunu beğenerek ona ikincilik veriyor anlıyor musunuz dostlar?.. İnönü mükemmel bir stattır...

İnanılmaz bir manzarası ve 132 desibele çıkan dünya rekoru kırmış bir seyirci tezaüratı ve tribün şovuna sahiptir...

Bazen dünya çapındaki markaları, müteahhitlik hizmetleri değil, insan yani taraftar yapar arkadaşlar...

Şu satırlarda olduğu gibi:

“Ölümle yaşamı ayıran çizgi,

Siyahla beyazı ayıramaz ki,

Stadın her yanı loca olsa da,

Sevenleri kimse ayıramaz ki...”


*****



KATİL DE ÖLDÜ İŞTE!


20 yıl önce bir Noel gecesi Paris’te Cite Universitaire diye bilinen bir üniversite yurdunda kalıyordum...

Gece Fransız televizyonunun ikinci kanalında canlı yayında Alain Delon’u gördüğümde, zaplamayı bıraktım ve full konsantrasyon çocukluk kahramanıma odaklandım...

Delon’un çizdiği karakterlere müthiş hayrandım...

Vakur, hüzünlü, fazla konuşmayan, gizemli ve her hareketi özlü...

Alain çizdiği karakterlerde öyle fazladan mimikler, hareketler, gevezelikler yapmazdı...

Hatta bir gün arkadaşımla konuşurken “Adam hiç gülmüyor... Güldüğü zaman tipi bozuluyor...” demiştik...

O Paris gecesinin romantizminde üniversite yurdunda kaldığım odada, Alain Delon’u canlı yayında görünce nutkum tutulmuştu...

***


Bir süre izledim ve karşımdaki adam Alain Delon’a hiç benzemiyordu...

Daha doğrusu Alain’in kendisiydi, ama karakteri hiç uyuşmuyordu...

Gerçek Alain Delon, “konuşkan, bol bol mimik yapan, gülen ve canlı heyecanlı bir adamdı...”

Benim “Hüzünlerin prensi kahramanımdan” eser yoktu gerçek Delon’da...

***


O zaman iyice anlamıştım ki, oyuncular karşımıza çıktıkları karakterlerin çok ötesindedirler..

Çok karizmatik gelen bir oyuncu gerçek hayatta hımbılın teki olabilir..

Tersi de mümkündür...

Aykut Oray’ı televizyon proramına davet ettiğimde farkındayım ki bilinçaltımda “Acaba katil mi gelecek, yoksa Aykur Oray mı?..” sorusu vardı...O Bizimkiler dizisinin sevimli ve unutulmaz “katil” iydi...Dizide de gerçek katil değil, bir kabadayıydı...

Komşular ona “katil” lakabını yapıştırmışlardı...

“Sayın abim, hürmetler” deyişinde alçakgönüllük, kabadayılık, yol yordam bilirlik ve hafif kodu mu oturtan bir kabalık nasıl da yakışıyordu ona...

***


Televizyon programına geldiğinde, gördüm ki Aykut Oray tıpkı Bizimkiler dizisindeki gibi “Sayın abim hürmetler” diyen kalender bir babayiğittir...

Çelebi, insan sevgisiyle dolu, rakı ve meyhane adabı bilen bir İstanbullu, iyi bir oyuncu, güzel bir Beşiktaşlıdır...

Son gününde yine keyfi ve neşesi yerindeymiş Nebahat Çehre’nin ve arkadaşlarının anlattığına göre...

Yeni filmin heyecanı içinde kıpır kıpırmış..

Otel odasında tek başına son uykusuna yatana dek...

Belli ki ölürken öldüğünü bile anlamadı sevgili dostum...

Anadolu Hisarı’nda Boğaz’a bakan mezarlıkta yatmak istemiş...

Vasiyeti oymuş...

Sana da uzun yıllar yaşamak yakışırdı sevgili kardeşim ama...

Nur içinde yat, hürmetler Sayın Abim...

DİĞER YENİ YAZILAR