Açıyorum kutunuzu Cenk Abi

Babamla konuşurken geçen gün, Cenk Koray'ı sordu bana. "Tanıdığın bir akrabası var mı" dedi. Cenk Abi'yle tanışmıştım ama tanıdığım bir akrabası yoktu. "Niye sordun" dedim. "Arayıp bir hatırlarını sorsan iyi olur" dedi

Haberin Devamı

Babamla konuşurken geçen gün, Cenk Koray'ı sordu bana. "Tanıdığın bir akrabası var mı" dedi. Cenk Abi'yle tanışmıştım ama tanıdığım bir akrabası yoktu. "Niye sordun" dedim. "Arayıp bir hatırlarını sorsan iyi olur" dedi.

Babam, Cenk Koray ile hiç tanışmadı. Ama oğlu Nihat için yazdığı mektup onu çok etkilemişti. Bir gün o mektubu yayınlayacağım burada, merak etmeyin.

Bir akşam radyoya geldiğimde o zamanki Genel Yayın Yönetmenim Ender Uslu'nun karşısında otururken gördüm ilk olarak Cenk Koray'ı. Çocukluğumun televizyon kahramanı Cenk Koray karşımda duruyordu. Ben tanıştığımıza ne kadar memnun olduğumuzu belirtmek için elimi uzatmıştım ki boynuma sarıldı Cenk Abi. "Her akşam dinliyorum sizi birader. İşimi gücümü bırakıyorum sizin yüzünüzden."

O kadar çok mutlu oldum ki. Uzun uzun sohbet ettik. En son ayrılırken "Abi sabahları da programım var saat 7'de. Dinlersen sevinirim" dedim.

"Yahu bir de o saatte kalkmak zorunda bırakma beni, insaf et" dedi.

Son görüşmemiz bu şekilde oldu. Vefatından sonra her oyunumda mutlaka Cenk Abi'nin ismini bir kez geçirdim ve andım onu.

Sonra bir gün Sunay Akın ve Sivrisinekle birlikte Trabzon'a gittik.

Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde akşam oyunumuz var.

Trabzon'un meşhur Usta Otel'inde kalıyoruz. Ben oyunda Usta Otel'e dair efsaneleşmiş gerçek olayları anlatıyorum. İzleyiciler yerlere yatıyorlar gülmekten. Sunay Abi aynı zamanda akrabası olan otelin müdürü Şener Abi'ye benim anlattıklarımdan bahsetmiş.

Onlar bir şey mi dedi Şener Abi. Bak bende neler var.

Uzun uzun otelde yaşanan komik olayları anlattı. Biri Cenk Koray ile ilgiliydi. Onu size aktarmak istiyorum...

Trabzon Beşiktaş maçı var. Cenk Koray ve bir grup yazar maçı izlemek için gelmiş. Maç sonrası Usta Otel'de çilingir sofrası kurulmuş. Cenk Koray garsonu çağınyor:

* Oğlum zeytinyağlıları getir bir bakalım.

* Başüstünü Cenk Abi.

Hızla uzaklaşan garson bir süre sonra elinde bir tepsiyle geliyor. Tepside 4 ayn zeytinyağı şişesi var:

* Abi bizde bunlar var. Komili, Kırlangıç, Yudum, Sırma...

Bütün masa yerlerde.

Babam sorunca aklıma geldi Cenk Koray. Aklıma gelince anmak lazım Cenk Abi'yi.

Sırlar gardırobu
Ramazan'ın en sevdiğim yanlarından biri de sağda solda sürekli çıkan hurafe haberleridir. Bir kere bir mizahçı olarak bu kadar yaratamıyor olmak hayıflandırır beni. Ama gülerim sonra katıla katıla memleketim insanının saflığına.

Mesela ben kırk yıl düşünsem, bir türbenin etrafını sahte bir imamla 7 kez tavaf edip attığı her adımdan sevap kazandığını sanan insanların öyküsünü yazamam.

Ben yazamam ama millet bunu yapıyor işte. Dün VATAN'da vardı haberi. Samsun Havza'da Suboğan Türbesi'ne gelenler, şifa bulmak için sandukanın etrafında 7 kez dönüyorlarmış. İşin asıl komik tarafı bu insanların önünde yürüyen ve imam cübbesi giymiş bu adamın imam olmaması. Belediye bandosundan emekli Hayri Vahi Demirtaş'mış efendinin ismi. Ben imam değilim ama yeterim onlara demiş.

Ayvalık'ta Şeytan Sofrası diye bir yer var. Bir tepenin yamacındaki kayanın üstünde şeytanın ayak izi varmış.

Şeytanın ayak izi kafesle çevrelenmiş. Bu kafesin etrafına toplanan çarşaflı kadınlar adak adayıp bez bağlıyorlar.

Birinin yanına gittim:

* Teyze, şeytana adak adanır mı?

* Belki olur oğlum ne bilicen.

* İyi de şeytana tapanlardan ne farkın kaldı...

* Hadi ordan sen de!

Teyze bir de beni fırçaladı. Şeytanın ayak izine bez bağlayıp adak adayan teyze.

Bir nevi satanist teyze yani.

Peki ya Beşiktaş'ta Bardakçı Baba Türbesi denen yere tüm Ramazan boyunca bardak bırakanlara ne demek lazım.

Bir grup üniversitelinin rahat içki içmek için sığındıkları mekâna gırgır olsun diye astıktan Bardakçı Baba yazısı zamanla türbe olur, insanlar burayı mezar olarak inşa ettirip ziyarete gelir adak adarlar mı?

Burası Türkiye. Yapar bizim insanımız.

Televizyonda izliyorum. Bir grup kadın, içi su dolu bir taşın etrafında zorlukla ayakta durmaya çalışıp dua ediyorlar. Ama taşın kenarlarına basmadan önce suyun içine para atmaları lazım. Bir nevi jeton sistemi yani.

Jetonu at, taşa çık, duaya başla. Dilediğin şey olmazsa gerekçe hazır.

Bağlantı kesildi.

Kadınlar ısrarla anlatıyor muhabire:

* Taşın üstünde dua ederken kendiliğinden sağ tarafa doğru dönüyorsun.

Adamlar geliyor yan taraftan:

* Yahu bacım. Bu taşı buraya biz koyduk. Altında kuyu var. Bir çocuk düştü boğuldu. Kimseye bir şey olmasın diye biz kapattık. Yok öyle sağa dönmek falan. Uyanığın biri akşam gelip paraları topluyor.

Kadınlar ısrarlı:

* Yok yok dönüyoruz. Hem bir arkadaşın dileği olmuş. Ev istemiş ev almışlar.

Zaten işin kilit noktası burası. Kimsenin tanımadığı bir arkadaşın arkadaşı, insanların tüm bu safsatalara inanmasına neden oluyor.

O bir arkadaşın arkadaşının diledikten sonra evinin olması veya kızının evlenmesi, inşaatçılar tarafından kimse içine düşmesin diye konulan taş sayesinde gerçekleşiyor. İnsanlar da buna inanıyor.

Sanırsın ki evin anahtarı gökten düşüyor tepelerine. Para vermiyorlar, çalışmıyorlar o ev için.

Varsa bir mucize, onu yaratan aslında insanın kendisi ama bunu kavrayabilmek zor geldiği için insanlara kolay olana inanmayı tercih ediyorlar.

Ondan sonra televizyonlar kolay olanı yapıyorlar izlensin diye. Sır Kapısı, Gizem Odası, Mucize Amca gibi programlar yayınlanıyor. Peki izleniyor mu?

İzlenmez mi? Her akşam birinci onlar. Böyle millete böyle program.

DİĞER YENİ YAZILAR