Tencere-tava ve tefecilik!

Haberin Devamı

“Gezi Parkı eyleminin simgesi haline gelen ve Başbakan Erdoğan’ın suç olduğunu belirtip şikâyette bulunulmasını istediği tencere-tava çalma eylemine ilk dava açıldı.

Bir komşusunun şikâyetiyle açılan davada Filiz D. ve iki çocuğu hakkında bir yıl hapis istendi.

Beşiktaş Dikilitaş Mahallesi’nde oturan ev hanımı Hilal K., 2 Haziran’da üst katta oturan komşularının, Gezi Parkı nedeniyle tencere-tava çalarak kendisini rahatsız ettiği gerekçesiyle polise şikâyette bulundu.

Hilal K., ifadesinde üst katta oturan Filiz D. ile oğlu Onur A. ve kızı Tuğçe A.’nın sürekli bağırarak, tencere-tava çaldıklarını anlattı.

Bu ifade üzerine anne ve iki çocuğu polis merkezine ifadeye çağrıldı.

İfadelerin alınmasının ardından İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Salih Çakmak, Filiz D. ile çocukları hakkında ‘kişilerin huzur ve sükûnunu bozmak’ suçundan üçer aydan birer yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame düzenledi.

İddianamede ‘Protesto amaçlı olarak gece saatlerinde tencere ve tavalara vurarak gürültü çıkardıkları, bunun üzerine müştekinin bu gürültüden rahatsız olduğu ancak uyarmasına rağmen şüphelilerin gürültü çıkaracak şekilde tencere ve tavalara vurdukları anlaşılmıştır’ denildi.

Başbakan Erdoğan, 21 Temmuz’da yaptığı açıklamada tencere-tava eylemine katılanları tehdit etmiş ve ‘Yasal olarak bu suç. Suç olduğuna göre, niçin hakkını savunmuyorsun kardeşim? Senin apartmanında tencere-tava çalan mı var? Hemen yargıya taşı bunu. Hakkınızı, hakkımızı aramadığımız sürece daha boynumuzda çok boza pişirirler’ demişti...”

Bu, suç değil!

Yukarıda özetini verdiğim haber, dün yandaş bir gazetede yayınlandı.

Tam bu haberi okumaya dalmıştım ki cep telefonuma bir mesaj geldi... Aynen şöyleydi:

“Kredi kartı borcunuz varsa 12 ay takside bölelim. İki ay erteleme imkânı ile ödemenizi sağlayalım...”

Altında da iki telefon numarası...

İşin ilginci buna benzer mesajlar telefonuma günde en az üç kez geliyor!

Diyelim ki kredi kartınızda 10 bin lira borç birikti.

Bunlara gidiyorsunuz; o borcu kapatıyorlar; aynı kredi kartından 12 bin liraya yakın bir para çekip, aylık taksitlere bölüyorlar...

Yani bildiğiniz “tefecilik” faaliyetinde bulunuyorlar...

Peki; bu suç değil mi?

Hem de çok ciddi bir suç...

Ama ne Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu‘nun umurunda, ne Mali Polis‘in...

Savcıları sorarsanız, onlar tencere-tava-düdük çalanları sorgulamakla meşgul!

Çözüm önerisi!

Ülkenin geldiği hal budur; baylar bayanlar!

Tencere-tava çalanlar hakkında dava açılıyor...

Göz göre göre tefecilik yapıp paradan para kazananlar ise ortalıkta cirit atıyor!

Diyorum ki...

Acaba bu “yeni çağ bankerleri”nin kapısına gidip tencere-tava çalsak; bizi almaya gelen polis, ezkaza bu arkadaşların da yakasına yapışır mı?

Empati!

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ‘a saldıran kişi serbest bırakılınca, Bakan Bey sitem etmiş: “Umarım bu kararı veren hakimler, savcılar benim gibi bir yumruk yemezler. Yumruk yedikleri zaman ne yapacaklarını bizzat takip edeceğim!”

O saldırgan, Bekir Bey‘in de altına imza koyduğu Dördüncü Yargı Paketi sayesinde serbest kaldı.

Yani Bakan Bey ille de bir sorumlu arayacaksa, aynaya bakmalı!

Sözüm kendisine:

Ankara‘nın göbeğinde bir polis tarafından alnının ortasından vurulan Ethem Sarısülük‘ün ailesinin hissettiklerini şimdi anlayabiliyor musunuz Bekir Bey?

Empati yapıyor musunuz?

Siz bir yumruk atanın serbest bırakılmasına isyan ediyorsanız, onlar ne yapsın?



GÜNÜN SORUSU

Önümüzdeki eğitim öğretim yılında dağıtılacak ders kitaplarına Atatürk resmi, İstiklal Marşı ve Öğrenci Andı konulmamış... Kitapları basan yayınevi yetkilileri bunun tamamen unutkanlıktan kaynaklandığını söylemiş... Sorum size:

İnandınız mı?



Deniz Kabak’a ne oldu?

Ramazan Bayramı‘nın üçüncü günü yayınlanan “Bayramınızı Zehir Edebilir Miyim?” başlıklı yazımda, Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Sadık Kan‘dan gelen mektuba yer verdim.

Kan, “Görüldü” mührü taşıyan mektubunda, 1 No’lu Cezaevi‘ndeki arkadaşı Deniz Kabak‘ın, 28 Haziran günü hapishane yöneticileri ve personeli tarafından sudan bir bahaneyle kelepçelenerek götürüldüğünü ve ‘süngerli hücre’ denilen mekânda işkence gördüğünü öne sürüyordu.

Bu yazının sonunda Adalet Bakanı‘na, “Sadık Kan’ın sözünü ettiği işkence iddiası doğru mu?” diye sordum.

Aradan 11 gün geçti ama hemen her iddiayı anında yalanlayan Adalet Bakanı, hâlâ yanıt vermedi; “Araştırdık; işkence falan yok” demedi.

Kim bilir; belki de diyemedi! Hadi Sayın Bakan:

Söyleyin; Deniz Kabak‘a ne oldu?

DİĞER YENİ YAZILAR