İdam cezası kalkmasaydı, Buse öldürülür müydü?

Haberin Devamı

Türkiye Büyük Millet Meclisi, idam cezasını 2002’nin ağustos ayında kaldırdı.

O günden bu yana idam cezası uygulanmıyor...

Avrupa Birliği’ne uyum için çıkarılan bu kanunu, o günlerde büyük bir sevinçle karşıladık.

Çünkü toplumsal hafızamız, sorgusuz-yargısız ipe gönderilen gençlerin görüntüleriyle doluydu.

Hele hele 12 Eylül yönetiminin, sırf intikam duygusuyla 17 yaşındaki Erdal Eren’i savunma hakkı bile vermeden asmasını unutamıyorduk...

Üstelik idam; insan haklarına aykırı, ilkel bir cezalandırma yöntemiydi!

***


İdam cezasının kaldırılmasının üzerinden sekiz yıl geçti...

O günlerde bu kararı sevinçle karşılayan milyonlarca kişiden biri olarak, bugün büyük bir çelişki ve suçluluk duygusu içindeyim.

Dün; Halkalı’da askeri servis otobüsünün geçtiği yola konan bombanın patlaması sonucu ölen 17 yaşındaki Buse’nin toprağa verilişini izlerken, hep aynı soruyu sordum:

Acaba o ceza kaldırılmasıydı, Buse yine öldürülür müydü?

Askeri lojmandaki o taze gelin kurşunlanır mıydı?

Terör örgütü, vahşetini sekiz yılda binlerce can alacak kadar tırmandırır mıydı?

***


İdam cezasını bugünkü bu kan denizinde bile kabullenmek istemiyorum.

İşkenceyi hâlâ insanlık suçu olarak görüyorum.

Ama birileri, sizin “insanlık” adına savunduğunuz bu fikirleri istismar ederek, alçakça, kalleşçe, canavarca öldürmeye devam ediyorsa...

Ve idam cezasının yeniden getirilmesi, bu katliamın durmasına, en azından cinayetlerin azalmasına hizmet edecekse...

Acaba biz yanlış mı yaptık?

Acaba idam cezasının kaldırılmasına destek vererek, bu alçakların işlediği her suça bilerek-bilmeyerek ortak mı olduk?

***


Suçu ne olursa olsun; insanın ya da devletin can almasına karşıyım.

Biliyorum; siz de öylesiniz...

İyi de her biri birer ölüm makinesi haline gelen, canavarlaşan ve binlerce masumu öldüren bu azgınları nasıl durduracağız?

Eğer bir kişinin asılmasına karşı çıkarak; onlarcasının ölümüne neden olduysak...

Hepimiz bu suçun ortağı değil miyiz?

***


Üzerimde inanılmaz bir ağırlık var...

Düşünmek, konuşmak, yazmak istemiyorum!

Tek istediğim deliksiz bir uyku...

Sahi; yanlış mı yaptık?

***


SANSÜR!

Terör karşısında bocalayan iktidar, çareyi terör haberlerinin kısıtlanmasında buldu.

Yani; katili yakalayamayan devlet, tanığı “konuşmama” cezasına çarptırıyor!

Eğer gazetelerin ve televizyonların terör haberlerini vermemeleri, bu belayı bitirecekse bir gazeteci olarak ben susmaya razıyım.

Ama bunun bir “önlem” değil, “sansür” olduğunu görmemek için insanın gerçekten saf olması gerekir!

Kaderimizi emanet ettiklerimizin, başları her sıkıştığında basını susturarak konuyu kapatmaya çalışmaları, toplumsal umutsuzluğumuzun artmasından başka bir işe yaramıyor!

***


GÜNÜN SORUSU

Başbakan terörle mücadeleye destek vermeyen Avrupa ülkelerine sitem etmiş ve “Bugüne kadar kaç teröristi Türkiye’ye iade ettiniz” diye sormuş... Benim sorum da ona:

Bu soruyu sormak için neden sekiz yıl beklediniz?

***


Her ölenin arkasından hakaret eden adam!

Bulduğu her fırsatta bana sataşır ama Engin Ardıç hakkında bugüne kadar bu sütunlarda tek yazı bile yazmadım.

Nedeni belli:

Tartışma kültürü olmayan adamla tartışmaya çalışmanın boşa kürek çekmek olduğunu bilecek yaştayım.

Bir kez hakkında tazminat davası açtım ve 5 bin TL kazandım. Parayı alıp yardım kuruluşlarına bağışlamak için kararın Yargıtay tarafından onanmasını bekliyorum.

***


Bu kuralı bugün bozacağım... Çünkü dün İlhan Selçuk’un ardından yazdığı yazıyı okuyunca, insan olarak utandım.

Daha önce de başta rahmetli Ercan Arıklı olmak üzere, bir çok kişinin ölümünün ardından akla hayale sığmaz yazılar yazdı.

İlhan Selçuk’a saldırmak için de ölmesini bekledi!

Dünkü cenaze törenine katılanları peşin peşin “faşist” ilan etti

Neymiş; İlhan Selçuk, sadece kendi hayatını değil; ona inanan, ona güvenen, etkilediği yüzlerce çocuğu da bir vehme kurban etmiş...

***


Bu adamla aynı mesleğin mensubu olmaktan utanç duyuyorum!

DİĞER YENİ YAZILAR