Filozof hamalın o cümlesi

Haberin Devamı

Harun Antakyalı...

Bir sanatçı.

Türkiye sınırlarının ötesine taşan adını dünyanın duymaya başladığı bir ressam. Tam tabiri ile “nev’i şahsına münhasır” bir karakter.

Ve tanıdığım için kendimi şanslı addettiğim bir dost.

Geçen hafta Ankara’daydı Antakyalı.

Resimden, dostluklardan, aileden, çocuklardan, geçmişten, Türkiye’den, gelecekten, hasılı hayattan konuştuk saatlerce.

Filozof hamalın o cümlesi



***


Bir başka önemli sanatçıyı da Harun sayesinde tanıma fırsatı buldum.

Ali Kotan’ı...

30 küsur yıllık can kardeşi Kotan ile ilişkilerini gözlemledim Harun’un.

“Sanatçı” dediğimiz insanların biz diğer fanilerden nasıl farklı olduklarını gördüm bir kez daha. Ve o dev tuvallerin üzerinde; o desenlerin, o lekelerin, o renklerin iç içe geçip nasıl vücut bulduğunu anladım.

Ressamın, geçmişinden taşıdıklarıyla kendini ifade edişine tanık oldum.

Özel insanların, özel dünyalarına bir göz atıp çıktım.

Ali Kotan Ankara’da, Harun Antakyalı İstanbul’da sadece tuvallere, kâğıtlara değil, Türk modern resim sanatına imzalarını atıyorlar. İz bırakıyorlar yaşadıkları döneme. Hem de ne izler...

***


Çocuklardan konuştuk dedim ya...

Ben büyük oğlum Arda’yı anlattım.

Ali, oğlu Vasko’yu tanıştırdı benle gıyabında.

Harun oğlu Ant’ın yürüyüşünden anekdotlar aktardı.

“Armut dibine düşer” ile “Boynuz kulağı geçer” arasında bir yere oturuyor “Babalar ve oğulları” muhabbeti.

İşte o hatıralardan biridir bu yazının kritik noktası.

***


Harun Antakyalı anlattı:

- Biz Ankara’da yaşarken bir ara çok sık ev değiştirdik. Bir dönem Güniz Sokak’ta oturuyorduk. Bir gece eve dönüyorum, polis kesti önümü “Nereye gidiyorsun?” diye. “Eve” dedim. “Gidemezsin” dedi. “Yahu nasıl gidemem?” “Gidemezsin işte.” Meğer Demirel Cumhurbaşkanlığı bitince tekrar Güniz Sokak’a döndü ya... O günler... Hani sokağı gül suyu ile yıkadılar falan... O geceymiş. Bizim sokakta olağanüstü güvenlik önlemleri... Kendi evime polis eşliğinde gitmek zorunda kaldım o gece. Gül (eşi) kapıyı bir açtı, yanımda polis görünce bembeyaz oldu yüzü. Neyse... İçeri girer girmez dedim ki, “Gül, yarın sabah taşınıyoruz buradan.” Hemen ertesi gün yeni bir ev bulduk, taşınacağız. Ama öyle zor ki; nakliyeciler benim resimleri, tuvalleri, kâğıtları ve evdeki binlerce kitabı görünce kaçıyor. O kadar kitabı ve tuvali taşımak istemiyorlar. Sonunda bir taşımacı bulduk. Ant da taşınma hengâmesinin içinde... Hamallardan biri, içi kitap dolu ağır bir koliyi sırtlamış, iki büklüm... Dönmüş Ant’a demiş ki; “Bak çocuk, bu kitapları oku. Bu kitapları bugün okumazsan, bir gün gelir işte böyle taşırsın.”

“Hamal değil, filozofmuş adam” dedim.

“Öyle” dedi Harun. “Hem de ne felsefe...”

***


19’undaki Ant Antakyalı geçenlerde okul yolunda okuyabilmek için cep kitapları almış. Hegel ve Marx okuyormuş bu aralar.

23 yaşındaki Vasko Kotan (bu arada Ali’nin oğlunun adı Vasco da Gama’dan geliyor ama Türkiye’de nüfusa ‘k’ harfi ile kaydetmişler) Kant okuyormuş.

Daha 12’sini süren Arda Çelik’in elinde de evdeki, ‘Gezi Parkı’ günceleri vardı geçenlerde.

Gençler, çocuklar okuyor yani.

Okumazlarsa ne olacağını biliyorlar artık çünkü. Ya da neler(i) ol(a)mayacağını.

KEŞKE...
Dünyaya farklı pencerelerden bakan insanlarla daha çok ortak vakit geçirebilsek.

DİĞER YENİ YAZILAR