Bahar korkusu

Ölmekte olan birinin rüyası ya da fantezisi biçiminde okunabilecek bir öykü var. 19. yüzyıl Amerikan yazarlarından Ambroce Bierce’in elinden çıkma bir öykü bu. Öykü, ölecek bir adamın mucizevi düşüşünü, bu düşüşle birlikte ülkenin bir ucundan kalkıp evine dönüşünü ve ailesine kavuşmasını anlatır.

Aslında olay çok basittir. Peyton Farquhar idam edilmiştir ve bunlar hayatının son anlarında aklına düşenlerden başka bir şey değildir. Bu öykünün ünlü yönetmen Hitchcock’u çok etkilediğini ve öykünün izini James Stewart’lı Vertigo’da takip ettiğini söyleyebiliriz. (Meraklıları için hatırlatalım: Stewart’ın canlandırdığı dedektif Scottie Ferguson bir suçluyu kovalarken damdan düşen iş ortağını kurtaramaz ve tam da bu yüzden vertigo adı verilen, baş dönmesi ve denge kaybıyla kendini belli eden ve yükseklik korkusu olarak da bilinen o beter hastalıkla tanışır.)

Öte yandan, 2002 yılında diğer ünlü bir yönetmen Spike Lee, David Benioff’un romanından uyarlanan bir filmle karşımıza çıkar. Edward Norton’ın bir uyuşturucu satıcısı olan Montgomery Brogan’ı canlandırdığı filmde, 7 yıl sürecek bir mahpusluğun öncesindeki 24 saate gideriz.

Haberin Devamı

Bu kısacık dilimde kahramanımız, arkadaşları, sevgilisi, anılarıyla vedalaşır ve kendince bir hesaplaşmaya girişir. İşin aslı, hesaplaştığı ve vedalaştığı geçmişidir. Geçmişse, özellikle 24 saate sıkıştırılan haliyle pek de umut ettiğini sunmaz Brogan’a. Brogan’ın gerçeği, geçmişi, son 24 saati gibidir. Katı, kırık ve acımasızdır o geçmiş. Ve sonra babasıyla, cezaevi yolunu tutarlar. O andan itibaren, belki de sadece Brogan’ın değil, Bierce’in kahramanı Peyton Farquhar ve belki de hepimizin kursağında kalmış bir zamana doğru hızla, mucizevi bir biçimde kaymaya başlarız. O farklı zamanın eşiğinde bambaşka bir Brogan ve bambaşka bir an vardır.

Orada hemen her şeyin düzelebileceğini hayal etmeye başlarız. Brogan’la birlikte bütün yaraların iyileşebileceğine, yanlış hayatların rotasına oturabileceğine, kötülerin bir şekilde kaybedeceğine ve umudun kazanabileceğine dair bir şaşkınlık anıdır hissettiğimiz! Her şey düzelebilir demek geçer içimizden. Oh be!

Haberin Devamı

Oysa tıpkı Peyton Farquhar’ın hayali gibi, yeni bir gün değil, yeni bir sayfa değil, sadece hayallere sığabilecek bir 25. saatin özlemidir bu. O 25. saatte mevsimler mevsimleri, yıllar yılları kovalar ve her şey düzelir, her şey rayına girerken bir anda yönetmen Spike Lee, tıpkı yazar Ambroce Bierce gibi bizi kendimize getirir. Hiçbir gerçek, mucizevi kayışlarla 25. saate sığabilecek kadar ‘hakiki’ değildir. Bunu anlarız. Brogan, tıpkı Peyton Farquhar’ın ölüme yenilmesi gibi, babasının arabasında, o katı geçmişinin ön koltuğunda, cezaevi yolundadır.

***

Baharı müjdeleyen ilk günde neden böyle bir yazı yazdığımı hem biliyor hem de bilmiyorum. Bu kadar çok kırık, yaralı, örselenmiş ve nefretten başka kuşanacak zırhı kalmamış hayatın parçaları arasında yaşamanın ne demek olduğunu ‘yeniden’ düşünmeye ihtiyacım var. Masum olmak ve masum olmamak nedir sorularını yeniden sormaya da. Ve lütfen kusuruma bakmayın; birleşelim, teröre karşı kafa tutalım, korkmuyoruz gibisinden cümleler edemeyecek kadar üzgünüm şu aralar. Sadece bildiğim şu: Öze ve hakikate inemediğimiz müddetçe sözcükler mucizevi 25. saat sözcükleri olarak kalmaya mahkum olacak ve biz bu Türkiye filmini, korkarım ki, seyretmeye devam edeceğiz. (İpucu: Neden bunlar yeniden başımıza geldi sorusuyla başlamaya ve bu sorunun sahici yanıtlarından korkup kaçmamaya ne dersiniz?)

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR