İzmir öykü günleri

Haberin Devamı



Bu sene onuncusu gerçekleşen İzmir Öykü Günleri’nin insanı ferahlatan güneşli bir hafta sonuna denk düşmesi ayrı bir lütuftu. Öykü günlerinin mimarlarından olan toplantı moderatörümüz Namık Kuyumcu’nun eşliğinde Latife Tekin, Mine Söğüt ve Yeşim Dorman ile birlikte dolu bir salonda “sansür” üzerine konuşma şansını yakaladık. Salonun katılımı sayesinde ilginç sonuçlara vardık. Elbette hemen herkes bu ülkeye sansürün yakışmadığı konusunda hemfikirdi, ancak ötesine de değinebildiğimize inanıyorum. Mine Söğüt bir insanın başına gelebilecek en büyük dertlerden biri olan otosansüre vurgu yaparken, Yeşim Dorman masallardan rüyalara uzanan yolda bilinçaltımıza kazınan kağıt kesiği sansürlerden bahsetti. Latife Tekin’in her türlü iktidar diline karşı geliştirilebilecek yaratıcı dil önerisi, tam da edebiyat için bir araya gelmiş olan bizlerin edebiyat ve sanatın açabileceği yolları yeniden düşünebilmesi için verimli bir ortam yarattı.

Edebiyat ve sanatın yaratabileceği çoğulluğu işaret eden dilin, içine düşülen açmazlar için eşsiz bir anahtar olduğunu bir kez daha hatırlamak... Açıkçası İzmir buluşması benim açımdan bunu yeniden anlamak için iyi bir kesişmenin de adresi oldu. Daha önceki konuşmacılardan biri olan Aydın Şimşek’in son derece ilginç denemeleri içeren kitabının (Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme-Kanguru Yayınları) “Hız Bir İdeolojidir; Metin Hıza Karşıttır” başlıklı bölümünde tartıştığı gibi: “Hayatı yavaşlatmak (hangi amaçla olursa olsun) yazarın amaçlarından birisi olmalıdır... Hızı yavaşlatmak tarih bilincine ve tarihselciliğe sahip çıkmak demektir ki, bu da düşünce evrimimizin, kültürel ekinimizin anımsatılması ve yaşatılması anlamına gelir. Hız, sosyal hayatımızın içerisine de girerek tüketimi destekleyecek yeni ve ilginç kavramlar üretti. Malı götürmek, yırtmak, köşeyi dönmek, vakit nakittir vs. Bu ahlaktan beslenen yazar tipi de, sanat yapıtını tüketicinin ve pazarın beklentilerine göre işlemeye başladı.” Şimşek’in yazdıklarını okuduktan sonra yazarın günümüzde durduğu yeri hüzünle karışık bir gülümsemeyle düşünmek de farz oldu: Yaratıcılık yerine bambaşka hususların onay gördüğü şu yazar tipini...

Ancak inanıyorum ki edebiyatın işaret ettiği o çoğulluk dili kişi ve kişiselciliği ön plana çıkarmaya eğimli bu kargaşayı zamanla bir yere oturtmaya kadir! Tıpkı salonda tekrar edip durduğum gibi: “Önce şu nefret dilinden sıyrılalım hele bir! Önce birbirimizi dinlemeye gayret edelim.” Kısacası yaşamın hızını yavaşlatalım. Yavaşlatabildiğimiz kadar... Bu yavaşlatma olup bitenleri daha serinkanlı görmemize, anlamıza yardımcı olabilir. Bugün değilse bile bir zaman sonra.

Toplantının ardından iki okurla konuşma şansını elde ettim. İlki benden “daha çok edebiyatla ilgili konularda yazmamı” rica etti. Kendisine kültür sayfası bile olmayan bir gazetede yazdığımı söylemedim (ki bu benim özellikle Vatan Gazetesi için en çok dertlendiğim hususlardan birisi, çünkü sanatın dili herkese iyi gelir!) ama elimden geldiğince edebiyata daha çok yer vereceğime dair söz de verdim. Diğeri ise “yazar olmanın öncelikle içten olmak” demek olduğunu söyleyen Yaşar Bey’di. Bir kültür abidesi olan Bulgaristan göçmeni, iki üniversite mezunu ve dört dil bilen 79 yaşındaki Yaşar Dalgıç’a buradan selamlarımı göndermek isterim. Bana, herhangi bir yazarın herhangi bir yapıtına yönelik bir okurun sunabileceği yapıcı, sonsuzluğa açık yaratıcı gücünü bir kez daha hatırlattığı için!

Ne diyeyim: İzmir’de gün güzel bitti. Nargileler eşliğindeki akşamüstü, Körfez akşamına kavuşurken bu seneki İzmir Öykü Günleri Buluşması’nın onur konuğu, değerli ustalarımızdan biri olan Leyla Erbil’i düşündüm. Onu ve yazdıklarını. Hâlâ okumadıysanız son kitabını, “Kalan”ı okumanızı öneririm.

DİĞER YENİ YAZILAR