Dijital yerliler

Haberin Devamı

18-19 Kasım’da İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral kampüsünde ‘Dijital Yerlileri Eğitmek’ başlığı altında bir konferans yapıldı. Bu konferansın ana konuşmacısı eğitimci ve yazar Marc Prensky’dı. İlköğretimden üniversiteye uzanan bir dilimde eğitmenlik yapmış olan Prensky, 1980 sonrasında doğanları ‘dijital yerliler’ olarak değerlendiriyor. Ona göre dijital yerliler, dünyaya geldiklerinden itibaren bilgisayar, internet ve cep telefonuyla büyüyen insanlar. E-postayla yaşayan bu kuşak, bilgiye ulaşma konusunda da farklı alışkanlıklara sahip. Prensky onlara yeni kuşak bilgisayar kullanıcıları diyor, kısaca gençler ve öğrenciler bunlar. Onların eğitimcileri ise ‘dijital göçmenler’; yani daha yaşlı kuşağa ait olan büyükler, öğretmenler!

Dinleyicilerin genellikle orta-okul ve lise öğretmenleri, akademisyenler ve uzmanlardan oluştuğu konferansta katılım hayli yüksekti. Konferansın ‘Beyin Fırtınası: Türk Eğitim Müfredatında Bilgi Okuryazarlığı’ panelinde İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Aslı Tunç iletişim fakültesinde verdiği ‘Sosyal Medya’ dersinde yaşadığı deneyimleri ve yüzyıllar boyu üniversite çatısı altında bilgiye ulaşmanın geçirdiği evreleri anlattı. Bilindiği gibi sosyal medya, günlük basın ya da televizyonun temsil ettiği medyadan daha farklı, erişim alanları ve fırsatları herkese açık olan bir mecra. Gerçeklerden çok düşüncelerin tartışıldığı ve bilgiden çok öznel bakış açılarına itibar edilen bir alan. Bu anlamda çağımızın çoğulluk anlayışına, yeni demokrasi fikrine de göz kırpan bir mecra. Yeri geldiğinde eylemleri sokağa taşıyan, örgütlenmeyi sağlayan bir araç da.

Panelin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra Aslı Hoca beni kırmadı, özel olarak, iletişim fakültelerinde okuyan yarının gazetecilerine ya da iletişim alanında çalışacaklara yönelik sorularımı kısaca şöyle yanıtladı:

Neden sosyal medya dersi?

Biz eğitimciler yeni medya ekolojisini anlamak ve ders verme tekniklerimize sosyal medya mecrasını yedirmek durumundayız. Bu öğrencileri küçümsemekle ya da geçmişe özlem duymakla değil onları anlamakla başlar. Bu bilginin içini boşaltmak ya da onu yüzeyselleştirmek demek değil kuşkusuz. Karşımızda bir ‘Google nesli’ var. ‘Sözlük ne? Wikipedia gibi bir şey mi?’ diyen çocuk şu anda 10 yaşında. 7-8 yıl sonra bu çocuk üniversiteye girecek. Buna hazırlıklı mıyız? 20. yüzyıl öğretme teknikleriyle bunu başaramayız. Üniversitelerin temel işlevi kuşkusuz değişmedi ancak bugün bilginin peşinde açlıkla koşan öğrenci tipi yerine bilgi tsunamisi üzerinde adeta sörf tahtasıyla ustalıkla kayan bir nesil geldi.

-Müfredat da değişmeli mi?

Artık üniversite öğrencileri her bilgiyi içselleştirmek yerine bir an önce hayata döndürmek, onu başarıya ve paraya dönüştürmek istiyor. Bütün üniversite hocaları olarak defalarca şu soruyu duymadık mı? ‘İyi ama bu bilgi benim ne işime yarayacak?’ Kuşkusuz üniversitenin işlevini değiştiremeyeceğimize göre pedagojik yöntemlerimizi değiştirmemiz gerekiyor. Şu anda 17. yüzyıl İngiltere’sinde sıradan bir insanın bütün hayatı boyunca karşısına çıkacak bilgiden daha fazlasını New York Times gazetesi tek bir günde barındırıyor. Bir şirkette çalışırken işinize yarayacak bilgilerin yüzde 20’sinin 6 ayda demode olduğu söyleniyor. Dolayısıyla özellikle medya çalışmaları gibi bir disiplinde müfredatın sürekli yeniden şekillenmesi gerekiyor.

- E-posta üzerinden karşısındakini küfür yağmuruna tutma hakkını kendinde gören, hakareti seven kişiler var. Ancak bu bir nefret suçu ve cezasız kalmaması gereken bir suç. Öğrenciler, sosyal medyada bu türden suç kapsamına giren insan hakları ihlallerini, dildeki siyasi doğruluğun parçalanmasının nerelere varabileceğini, mahremiyetin ne olduğunu, dahası intihal gibi hususların sakıncalarını biliyorlar mı?

Sosyal medya platformlarının paylaşımcı mantığı etik tartışmaları da beraberinde getiriyor! Örneğin Google nesli akademik hırsızlık olan intihali, bilgileri kopyalama/yapıştırma tekniğini de ne yazık ki bizler kadar yadırgamıyor ve anlamakta zorlanıyor. Dijital yerli kuşağına bazı kavramları ise tekrar tanımlatmak gerekiyor, örneğin ‘mahremiyet’ gibi.. Yeni teknolojiyi, yeni medya araçlarını müthiş kullanan ancak onu eleştirel olarak sorgulamayan ya da onların farklı alanlarda başarı potansiyelini bilemeyen bir kuşak bu. Medya okuryazarlığı ise işte tam bu noktada devreye giriyor.

- Geleceğin gazetecileri bugünkülerden nasıl farklı olacak?

Geleceğin gazetecileri ‘multi-tasking’ yapan yani aynı anda pek çok işi bir arada sürdürebilen bir kuşağın temsilcileri olacak. Ancak tek kaygım, insan yaşamına dokunmanın, haberi sokakta kovalamanın ve hâlâ insanlarla yüz yüze konuşmanın vazgeçilmezliğini unutan bir sanal gazeteci tiplemesinin geleceğe hakim olması!

DİĞER YENİ YAZILAR