Savaşın galibi yoktur

Haberin Devamı

Yazımıza bir duyuruyla başlayalım:
İstanbul Demokratik Kent Konseyi’nin duyurusu bu.
‘Bütün duyarlı insanlara çağrımızdır’ diyorlar.
‘Irkçılığa, militarizme, son zamanlarda daha da artan savaş kışkırtıcılığına karşı Pazar (21 Ağustos) günü saat 13.00’da Taksim Meydanı’nda olacağız.’

Yaklaşık on beş gündür, Berlin’de, bir Alman edebiyat kurumunun verdiği yazarlık bursuyla son romanım üzerine çalışıyorum. Hakkari Çukurca’da olup bitenleri öğrendiğim zaman perşembe günkü yazımı yazıp çoktan göndermiştim. Asıl düşüncelerimi yazmak ya da anlatmaya çalışmaksa bugüne kaldı.

Anlatabilirsem elbette... Aslında son yaşanan olaylardan sonra çıtımı çıkarmak istemiyorum. Hatta bu konuda bir tek satır bile yazmak içimden gelmiyor. Ama bazılarının hemen yaftalayabileceği önyargılarla örülü nedenlerden ötürü değil! Bir kez daha açık ve net söylemekten yanayım: Ülkemde hiçbir gencin ölmesini istemiyorum. İlk etapta bir eğitimci olarak onların önce karınlarının doymasını, ardından silahla değil kitap ve kalemle büyümelerini arzuluyorum. Kanın değil, yaşamın kutsallığına inanmalarını. Ülkemde askerliğin sadece profesyonelce, yani bir meslek gibi yürütülmesini hayal ediyorum. Dolayısıyla ülkemdeki askerliğin, tuzu kurular rahat rahat ahkâm keser ve savaşın gerçek rengini tahmin bile edemezken şişirilen sahte sloganlarla yoksul gençlerin ölüm kalım savaşıyla sınandığı bir yer olmamasını. Dahasını da istiyorum. Korkutmayla yaşamların inşa edilmeyeceği bir yer olarak görmek istiyorum ülkemi. Ve sadece ülkemde değil dünyanın her yerinde ölçüsüz milliyetçiliğin dipsiz ve sekter bir kuyu olduğuna inanıyorum. Herkes ve her millet için.
Dokuz evlat. Evet tam dokuz evlat gitti. Giden kaçıncı evlattılar! Ama benim kan üzerine söyleyecek sözüm yok. Bu kanı döktüren karşılıklı ideolojilere ve koşullara da. Kısaca savaşa dair sözüm yok. Milletvekili seçildikleri halde parkta toplananlara da sözüm yok. Onca zamandır yazıyorum, onca yıllık hocalığım var ve bu savaşı durduracak, barış adına insanların yüreğine su serpecek bir hamlem yoksa, kalmamışsa elimde, susmayı yeğlerim. Kusuruma bakmayın savaş naraları bana göre değil.

Buna karşın yaşam üzerine söyleyecek sözüm var ama, olmalı. Olmalı ki savaşın beterliğini yeniden hatırlayalım. Ne lanet bir şey olduğunu. Barışa ve yaşama dair yazmaya, konuşmaya, düşünmeye devam etmeli. Örneğin hep şunu akılda tutmalı: Evlat duygusu hepimiz için önemliyse evlatlarımızı yaşatmalıyız. Eğer ‘evlat’ sözcüğü gerçekten, dolu dolu bizler için bir şeyler ifade ediyorsa!

Barış tarafında durmalı, o yaka için ısrar etmeli. Ben etmeye devam edenlerden olacağım. Neden derseniz sükseli bir askeri helikoptere karşılık okutulacak binlerce, on binlerce çocuğun hayali beni daha çok heyecanlandırıyor. Silah tüccarlarının el oğuşturmasına karşılık çocukların içten kahkahaları gerçek bir servet gibi geliyor bana. Acıdan katılıp kalmayan ana babalar görmek arzusunun adınızı ‘vatan haini listelerine’ kazımayacak olduğunu hayal etmek daha anlamlı geliyor. Savaş çığlıkları yerine aynı gökyüzünün altında yaşıyor olmak ve bunun yeterince tatmin edici bir kardeşlik olduğuna inanmak... Yaşamak. Benim için kutsal olan gençlerinin yaşadığı ve yarına umutla baktığı bir ülkedir. Bunu sağlayamadığımızdan ötürü susmalıyız belki de. Ama niçin biliyor musunuz? Silah seslerini, savaş taktiklerini daha iyi duymak için değil, kendi iç sesimizi ve barışın ne olduğunu bir kez daha düşünebilmek için. En azından bunu kendi adıma yapmayı tasarlıyorum. Benden çıt çıkmazsa bu yüzden, korktuğumdan, taraf tuttuğumdan, sırlarım olduğundan değil savaşın kazananı yoktur fikrine inandığımdan. Ama ısrarla barışın hepimiz için gerçek cennet olduğunu yazmaya devam edeceğim.
Samimiyetime inananlar için söyleyecek sözlerim bunlardır. Ötesine ne sözüm yeter ne de nefesim.

DİĞER YENİ YAZILAR