Tophane’deki resim

Haberin Devamı

Gazetelerimiz Tophane’de yaşanan talihsiz olayı büyük puntolarla veriyor, televizyonlar gerekeni yapıyor. İçler acısı sahneler var karşımızda. Bir gazete ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmayın’ diyen muhafazakâr görünümlü bir kişiyi manşetten veriyor. Toplumdaki kutuplaşmanın altı bu surette çizilmiş mi oluyor? Emin değilim.

Kafamın içinde o sözcük sürekli dolaşıyor:

Salyangozsalyangozsalyangoz... Yabancı, uzak durulması gereken ‘bizden olmayan’ tuhaf yaratık ve onun satıcıları, yani sanatçılar! Salyangozsevenler...

Gerçekten bu yaşananları ‘gericiler’le ‘ilericiler’ arasındaki bir kutuplaşma sayılabilir miyiz? Ya da daha farklı söyleyecek olursak ‘yüksek kültür’le ‘halkın kültürü’ arasındaki bir çekişme?

Bunun için biraz geçmişe dönmek gerekiyor. Hayır bu farkın belirginleştiği Tanzimat dönemine kadar değil! Sadece 1980’li yıllara.

O yıllarda Meral Özbek, Orhan Gencebay üzerine şahane bir kitap yazmıştı. 1970’li 80’li yıllarda Gencebay’ın müziği, ‘arabesk müzik’ olarak tanımlanır, minibüs şoförlerinin ahvahlarıyla özdeşleştirilirdi. Oysa o müzikte sadece sözler değil, bir ses, bu sesle birlikte anlaşılmamanın, itilip kakılmanın başkaldırısı da mevcuttu, bu ses yaşama karşı bir isyandı. Geleneksel solun anlamakta zorlandığı bir karşı duruştu bu o zamanlar. Yüzü Batı’ya dönük, yüzü Batı’dan beslenen bir modernleşmeyle pek de seçilebilecek bir ses değildi. 80’li yıllardan sonra Türkiye’nin altından çok sular aktı. Türkiye bir köprüydü ama ünlü şarkıdaki gibi belalı suların üstünde inşa edilmiş bir köprüydü. Tam işler dengelenmekte diye düşünürken bu kez karşımıza mahalle baskısı çıktı!

Muhafazakârlığın kendi gibi düşünmediğini farz ettiği insan, kurum ve yapılara karşı kurduğu baskıydı bu! Kısacası ‘geleneksel anlamda Müslüman olmayan’ ve ‘salyangoz satan insanlara’ yönelik o basınç. Son yıllarda zıvanadan çıkmış popülist politikaların böylesi kutuplaşmaları daha da pekiştirdiğini biliyoruz. Siyasetten topluma yayılan mahalle baskısı gerçeği bir görüntü yanılsaması değildir ne yazık ki!

Tophane de bunun bir örneği. Ama tek tek insanları, bir mahalleyi, bir grubu suçlayarak kurtulabilir miyiz bundan?
Medya dert yanıyor. Salyangozsalyangozsalyangoz! Peki. Ancak aynı yayın organlarının eğitim, sanat ve kültür için verdikleri mücadeleye de bakmak gerekmiyor mu? Bugüne kadar hangi gazete bir resim sergisini, bestseller olmayan bir kitabı, kendi halinde ama muhteşem bir konseri, talihsiz ölümüyle değil sanatıyla öne çıkarabileceği aşikâr bir arp sanatçısını, bir seramikçiyi, bir heykeltraşı, gişe yapmayan bir sanat filminin yönetmenini, afili laflarla değil sahnede sergilediği oyunla göz kamaştıran bir tiyatrocuyu, bir operayı, bir baleyi manşete taşıdı ve sanatı yaşamın bir parçası olarak gösterdi? Bugün halka en ucuzundan ulaştığını iddia eden birçok gazetenin kültür ve sanat sayfası yok. Bu sayfalar ataletin temsilcisi oldukları düşünülerek ortadan kaldırıldılar herhalde!

Ataletin temsilcisi olmadıkları farz edilen reyting yükünü tutan kadın programları, yarışma programlarına bakalım bir de... Hangisinde sanatın adı geçiyor, bir resim sergisi anılıyor, bir konserden bahsediliyor? Sanatı, sanatın sunduğu açılımı recycled-salyangoz haline getiren kimler, ortadaki dinamikleri iyi seçmek gerekiyor galiba.
Kısaca Tophane’deki resim hızla okunup geçilecek şipşak bir resim değil. Hepimize bugünkü öksüzlüğümüzü anlatıyor.

DİĞER YENİ YAZILAR