Liderin iyisi “hayır” sever

Haberin Devamı

Başarının yolunu açan anahtar, doğru yer, doğru zamanda doğru kararı almak yeteneğidir. İnsan, kurum ya da devlet olmak, bu saptamayı değiştirmez.

Ve başarmak, başkasının düştüğü yerde kalkmak, asgariden ileri gidip vasatın üstüne çıkmaksa eğer, ister yönetilen olun, ister yöneten, bir gün mutlaka herkesin “evet” dediğine “hayır” demekle başlar.

Atatürk, herkesin teslim olduğu bir süreçte “hayır!” diyerek başarının yolunu açtığı içindir ki doğru yer, doğru zamanda, doğru kararı aldığı söylenebilmektedir bugün.

Bugün biliyoruz ki, Atatürk’ün “hayır!”la başlattığı direniş bastırılsaydı, yenilseydi, teslimiyete “evet” diyenler de kazanamayacak, çünkü Türkiye diye bir ülke kalmayacaktı. Dolayısıyla doğru yer, doğru zamanda tek doğru karar vardı, o da Atatürk’ün kat kat üstün dünya güçlerine cesaretle haykırdığı “hayır!”la başlamıştı. Karşıtları, Atatürk’e karşı muhalefette sonuca ulaşsalar bile başarı sayılmayacaktı, çünkü ortada başarılmış bir iş olmayacaktı!

Fakat, paradoksal görüntüsüne karşın Atatürk de herkesin “evet” dediği teslimiyete “hayır” diye ayaklanarak kazandığı başarıyı, kendisine de “hayır” diyebilen dostları olduğu için sürdürebilmiştir.

Çünkü başarılı insanların en büyük düşmanı, muhalifleri değil, yanlış doğru her söylediğine kafa sallayan, “emriniz olur” diye gerdan kırıp bel büken taraftarlarıdır.

İster lider olsun, ister patron, büyük başarılara imza atanların istisnasız hepsini bekleyen bir tehlikedir, güçleri arttıkça edindikleri “ben yaparım olur” zihniyeti. İşte böyleleri, öfkeyle kalktıklarında “dur” diye oturtacak birileri olmazsa yanlarında, hem kendileri zararla oturur, hem de yönettikleri kurum ya da devleti batırırlar.

Tarihte bütün diktatörler, karşılarına “hayır!” diye dikilecek bir dostları kalmadığı zaman yanlış yer, yanlış zamanda yanlış kararlar vererek batmışlardır. Hitler gibi intihar etmedikleri zaman, Mussolini gibi ayaklarından asılmışlardır.

***

Avrupa Birliği’nin fikir babası Victor Hugo diye bilinir.

Oysa dâhi Napolyon Bonaparte, dâhi düşünür ve yazar Hugo daha doğmadan Avrupa Birliği’ni bir imparatorluk olarak hayal etmiş, kılıç gücüyle kurmuş, ama zorla birlik olunamayacağından yaşatamamış kişidir. Kendisine “hayır” denilmeyen zafer sarhoşluğu noktasında Rusya’yı da “yenerek” birliğe dahil etme kararı almış, ordusu tarumar olmuş ve fikrinin de yenilecegi düşüş böyle başlamıştır. Yani, silah ve fikir arkadaşları, kendisine “bu yanlışı yapma!” diyemediklerinden öteye...

Atatürk, sayesinde kazanılan muhteşem bir zaferin sarhoşluğuna kapılmadığı, “ben yaparım olur” kolaylığına teslim olmadığı içindir ki, ölümünden 65 yıl sonra böylesine özlemle anılan, unutulmayan, belki de tek dâhi liderdir.

Çünkü savaşta bile bir cumhuriyet meclisine dayanmış, astığı astık kestiği kestik olabilecek yerde, çoğu kez ikna, bazen de zor kullanmadan “kullanabileceğini” ima ederek, ulusal bir meşruiyet aramış ve yaratmıştır. Ölürken, Cumhuriyet’i kendisine biat eden değil, “hayır!” diyebilen İnönü’ye emanet etmesi bile muhalefete, yani demokrasiye verdiği değerin göstergesidir.

Çünkü demokrasi, muhalefettir.

Bütün rejimlerde iktidar vardır. Ama muhalefet yalnızca demokrasilerde yaşar, dolayısıyla muhalefetin olmadığı yerde, demokrasiden de söz edilemez.

Bu yazımı, Türkiye’de iktidarını “biat” üzerine kuran ve kendisi daha büyüklere biat ederken, ona biat etmeyen birkaç gazeteci ve muhalif medyaya tahammülsüz, zaten dâhi de olmayan despot müsveddelerine ithaf ediyorum.

***

* AB desteğiyle hazırladığımız Kiosk programını bu pazar ben yönetiyorum. Meslektaşlarım Jerome Bastion ve Dirk Vermeiren’le haftanın önemli konularını “yabancı basın” gözüyle tartışacağız. Pazar saat 18’de Kanaltürk’te izleyebilirsiniz.

DİĞER YENİ YAZILAR