Telefon

Haberin Devamı

Dışarıda yağmur... Alışılmışın dışında bir ritmle camlara vuruyor... Televizyonda aslında izlemediğim ama boş gözlerle ışığına baktığım bir Amerikan komedi dizisi var... Sırtımla boynum arasında bir noktaya demirden bir bilye isabet ettirmişler, sıkıştırmış kalmış orada sanki. Tam kürek kemiğimin üzerinde. Ne kolumu oynatabiliyorum ne boynumu çevirebiliyorum bu bilye yüzünden... Kolumu oynatabilsem dudağımın üzerinde ihtişamla büyümeye başlamış olan uçuğun ne kadar genişlediğine dair el yordamı bir tahminde bulunacağım... Aman zaten hâlim yok... Hepsi olduğu yerde kalsın... Dizi bitiyor... İdi Amin üzerine bir kısa belgeselimsi geliyor ekrana. Az önceki neşeli, aptal görünümlü gençlerin yerini korkunç bakışlı diktatör İdi Amin almış şimdi...

Bu aralar her şey böyle... Bir öyle bir böyle...

Sevmeye değer bir şeyi bulduğunu sandığında bile insan üzerinde yanılıp yanılmayacağını tahmin bile edemeyeceği kadar kısa sürede değişiyor görüntüler...

Pişman olacak süreniz bitti, şimdi yeni görüntüler...

***


Bir telefonla, bir kapı sesiyle değişiyor her şey.. Her zaman öyle zaten ama..

Salı sabahı mutlu uyanmıştım.

Hatta bu gevrek mutluluğumun fotoğrafını penceremden çekip, süsleyip fotoğraf paylaşım sitesi Instagram’a koymuştum ki... En fazla beş dakika geçmişti üzerinden..

Bir telefon geldi...

Arayan bir polis memuru... Annemin adını veriyor... Kendisine araba çarptı diyor... Şu anda hayatta, Şişli’de hastanede diyor... Şimdi tomografiye alıyorlar diyor...

Çorap çekmecesini açıp izlemeye başlamışım... Ne dizlerim titriyordu ne elim ayağım... Çoraplara bakıyordum deli deli... Sonra giyindim. Aramam gerekenleri aradım, haberdar ettim...

Hastaneye gittiğimde kırmızı alan dedikleri yerde buldum annemi... Elini tuttum... “Ben geldim anne, hepimiz buradayız” dedim. Şuuru gelip gidiyordu...

Sonra...

***


Çorap çekmecesini izleyişim gibi izledim galiba çevremi... Onlarca hasta, yere damlayan kanlar, koşturan doktor ve hemşireler, bağrışanlar, makinelerin sesleri, inleyen, yalvaranlar....

İki genç doktor konuşuyorlardı benimle... Yaptıklarını anlatıyorlardı. Şimdi bekleyeceğiz diyorlardı. Kafamı salladım onları dinlerken... Kardeşlerim gelip gidiyordu yanıma, birimiz bahçeye çıkınca diğerimiz bekliyordu annemin başında... Gün geceye döndü. Dövünen birileri vardı acilin kapısında. Sedyeler arka arkaya giriyordu koridordan içeri... Sonra telefon geldi. Bir başka telefon...

“Planlarda değişiklik oldu... Şaşıracaksın biraz... Ama böyle böyle... Üzülme sakın...”

***


Bir telefonla başlamıştı güzel olan bir başka şey de... Bir kapı ziliyle çok mutlu olmuştum daha önceleri bir kez... Bazen böyle olur, üst üste gelir kötü şeyler...

Emanetçi’de dediğim gibi: “Hiçbir felaket tek başına gelmez, gelirken de asla yalnız gitmez.”

Arabaya oturdum o son telefondan

sonra. Büyük hastane yapısını seyrettim bir süre...

Bir çorap çekmecesini izler gibi...

Annemin durumu iyiye gitti... Çok şükür iyiye gitti...

Eve geçtiğimiz vakit çok sevgili bir dostum aradı geçmiş olsun demek için. “Sen nasılsın bu arada” diye sordu. “iyiyim” dedim...

“İyi ol, muhakkak iyi ol. Bak geçenlerde bir arkadaşımız bir yakınını kaybetti. Öyle çok üzüldü ki yaşamını yönetmez oldu. O süreçte onca yıllık beraberliği bitti. Bu bitişin üzüntüsü, bir önceki ölüm üzüntüsünü unutturdu ona. Kendini perişan ediyordu. Ardından bir başka yakınını ve işini kaybetti... Diyeceğim, her gelen üzüntü bir öncekini unutturuyordu. Allah bir öncekini unutturacak üzüntü vermesin insana...”

“Amin” dedim... Ne güzel söyledin...

Şimdi hava güneşli, annem ayaklandı.

Ona aldığımız nergisler evi mis gibi kokutuyor...

Aaa telefon çalıyor, bakalım ne haber gelmiş?

DİĞER YENİ YAZILAR