Kot ağartırken geleceği kararanlar...

Haberin Devamı

İki yıl önce... Bir öğleden sonra, her kelamına çok kıymet verdiğim Yasemin Göksu ve eşi Mehmet Demir “anlatacaklarımız var” diyerek kapıdan bir telaşla girdiler. Yasemin tanıdığım önemli aktivistlerden biridir. Herhangi bir haksızlık ve “eğrilik” Türkiye’nin neresinde olursa olsun düzeltilmeden yaşayabilmesi mümkün değildir. O gün her ikisi de son derece üzgündü. Yasemin, “Slikosiz nedir biliyor musun?” diye sordu. Sonra anlatmaya başladı. Kaçak atölyeleri, işçileri, hastalığın nasıl çabuk ilerlediğini, köylerine dönenleri, hiçbir şeyin farkında olmayanları... “Babalar hastalanınca çocuklara düşüyor iş, ya kağıt topluyor ya da aynı atölyelerde küçük elleriyle çalışmaya devam ediyorlar. Güvenceleri yok. Kayıt yok. Ücretsiz tedavileri ve geriye dönük haklarını alabilmek için kurulmuş bir dayanışma komitesi var. Şimdi bu işçilerin yasal haklarını arayabilmek için dava açmamız gerekiyor. Harç paraları ve diğer masrafları karşılayabilmek adına bir konser vereceğiz. Sen ne yapabilirsin?” diye sordu:

“Elimden ne gelirse” dedim... Kot kumlama işçileri için bir araya gelmiş, hukuksal ve sağlık mücadelesinde büyük emekler vermiş, doktor, avukat, sanatçı, işçi pek çok ismin esaslı ve dirençli mücadelesine sadece cılız bir ses verebiliyorum...

Ama o sesler, fısıltılar bir araya geldiğinde yükselerek kendilerini duyurabiliyorlar. Tam duydular, şimdi her şey yolunda diyoruz, bir haber geliyor ki yine geriye gitmişiz..

Lüks kavramının yeniden tanımlandığı şu günlerde herkes nasıl yaşadığını sorgulamalı... Tüm dünyada çok ünlü modacılar “sendikasız işçi çalıştırmama, temiz ve ahlâki olmayan yollarla kâr gütmeme” gibi kararlar alıyor ve uyguluyorlar.

“Tüketici kendini sorgulamak zorundadır” diyor artık vicdan... “Ne giyiyorum, ne yiyorum, nasıl yaşıyorum....”

Siz de sorun... Ya da en azından düşünün... Üzerimizdeki bu giysiler kimler tarafından, nasıl bir emekle hazırlandı? Kaç insan hayatının izi var? Satın aldığımız bu korsan kitapla kaç kişinin emeğini hırsızlara yediriyoruz? “Aman bana ne” diyerek nasıl uzaklaşıyoruz kendi hayatımızdan...

Bu Pazar size kot ağartırken geleceği kararan birkaç arkadaşımı tanıtacağım... Gerisi sizlerin, bu işi yapanların, sorumluluk almayanların vicdanına kalmış.



İki seçeneğimiz vardı, ya korucu olacaktık ya da kot taşlayacaktık!

Abdülhalim Demir ve İbrahim Kaya, slikosiz hastasından sadece ikisi. Abdülhalim, “Çalışamıyoruz, yürümekte bile güçlük çekiyoruz. Bizi bu hale düşüren iş sahipleri kadar devlet de sorumludur. Bizi iyileştiremezse bile bundan sonraki yaşamımızı garanti altına almalı, emeklilik hakkı vermeli” diyor...



Abdülhalim Demir... Bingöllü. Kot kumlama işinden kazandığı parayla evlenen hatta kendine bir yıl içinde bir ev alabilen bir işçi. Hastalığını bu işi yaparken fark edemiyor... Askere gittiğinde, Erzurum’da genel bir sağlık taramasından geçen Abdülhalim, sonucu yaklaşık bir ay sonra Ankara’dan, Çalışma Bakanlığı’ndan bir telefonla öğreniyor. ”Erzurum’dan elimize bir liste geldi ve senin silikosiz hastalığın var. Bu işçiler içinde sadece sen sigortalısın. Bu nedenle hakkını alabilirsin“ deniyor.

Kendisine yol gösteren Çalışma Bakanlığı olmasına karşın hâlâ yasal hakkının mücadelesini veren Abdülhalim, köyünden 86 kişiyi peşinden getirmiş. Bugün sadece kendisi için değil, benzer soruları taşıyan birçok arkadaşı için uğraş veriyor. Öte yandan yeni bir geleceğin peşinde. Mesleki İngilizce öğrenmesi lazım ama istekler olanaklarla sınırlı.

Yasemin, Gülçin ve bana bir başka işçi arkadaşımızı ziyaret etmeye giderken Abdülhalim de eşlik etti... ”Leyleğin atılmış yavruları biz miyiz “ diye soruyor ve şöyle anlatıyor:

“Leyleklerin yuvada besleyebileceğinden çok yavrusu olunca, yetiştirebileceği kadar yavruyu yuvada bırakıp fazla olanları yuvadan atar. Bizler Bingöl’ün Karlıova ilçesi, Taşlıçay Köyü’nde doğduk. 1990’lı yıllara kadar hayvancılıkla olan geçimimiz iyi durumdaydı. Köyümüzün toplam 32 bin küçükbaş hayvanı vardı. Herkesin hayatı güllük gülistanlık iken köyümüze koruculuk getirildi. Köyümüz için pek de hayırlı olmayan günler de böylece başlamış oldu.

Köyden 86 kişi korucu seçildi. 2 bin 100 nüfuslu bir köyde 86 kişinin, bu kişilerin ailelerini de 10 kişiden sayarsak, yalnızca 860 kişinin istihdamı sağlandı. Herkes yaylaya çıkamadığı için hayvanlarını satmak zorunda kaldı. Geri kalanların göç etmekten başka çareleri kalmadı. Bunlardan biri de bendim. Maddi imkânsızlıklar yüzünden okulu bırakıp İstanbul’a geldim. Çocuk yaşta olduğum için iş bulmakta zorlandım. Önceleri bulduğum işyerlerinde yatma yeri vermedikleri için çalışamadım. Sonra İstanbul’a daha önce gelmiş arkadaşlarımızın çalıştığı kumlama atölyelerinde çalışmaya başladım. Bu atölyelerde yatma yeri veriyorlardı. Diğer işyerlerinde çalışan kişilerle maaşlarımız aynıydı. Bize cazip gelişi sadece yatacak yer vermeleriydi. Kumlama, Türkiye’ye yeni geldiği için fazla gelişmemişti. Karanlık bir odada deniz kumuyla kot beyazlatılıyordu. Kum fazla harcanmasın diye de odalara ufak fan takılıyordu. Bu işlerde çalışanlar ya bizim gibi yatma yeri sıkıntısı çekenler ya da yabancı uyruklu işçilerdi. 1999 yılında rodeo (kumlama) çok aşırı parladı. Neredeyse piyasaya sürülen bütün kotlara beyazlatma yapılıyordu. Bir anda aldığımız maaşlar piyasanın iki-üç katına çıktı. Herkes köydeki veya çevredeki eşine dostuna bu işi tavsiye etti. Burada başka işlerde çalışan arkadaşlar dahi işlerini bırakıp kumlama işine girdiler.

İstanbul’da iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar kumlama atölyesi varken bu sayı yüzlere çıktı. Hiç kumlama nedir bilmeyen sermayedarlar bir kumlama ustasına 3 kuruş fazla verip himayesinde rodeo kurdular. Rodeo açmak için bir kompresör, bir hava tankı, birkaç püskürtme tabancasından başka bir şey gerekmiyordu. Unutmadan, kelepir bir bodrum bir de çalışacak işçi gerekliydi. Bizler İstanbul’a gelip 1 sene 10 ay çalışıp, köyümüze 15 gün dinlenmeye giderdik. Sigorta nedir duymuştuk ama ne için gerekli olduğunu anlatmamışlardı. Bizim gözümüzde sigorta, 20 yıl aynı işyerinde çalışanı emekli etmekti. Oysa sigorta hayatı garanti etmekmiş. Hadi bizler bilmiyorduk peki devlet neredeydi; çalışan işyerleri vergiye tabiydi. Elektrik faturası ödüyorlardı, vergi ödüyorlardı. Peki, merak etmiyorlar mıydı bu işyerinde ne üretiliyor, kimler çalışıyor. Sonuç itibariyle; senin belli iş yasaların ve bunun denetimi için kurumların var. Sen buraya elektrik, su verip vergi alıyorsan merak edip denetleyeceksin; şartlara uygun, koyduğun yasaya uygunsa çalışma ruhsatı vereceksin. Ve şu an hepimiz hastayız, hem de tedavisi olmayan bir hastalık. Sadece köyümüzde resmi olan hasta sayısı 187, doktora gitmeyenlerle beraber 300 kişi hasta ve çaresiz ölümü bekliyoruz. Türkiye’nin birçok bölgesinde bu işten hastalanan işçiler var. Bizim hikâyemiz böyleydi, onlarınki kim bilir nasıl?

Yatağa mahkûm arkadaşlarımız var, yaşamları oksijen tüpüne bağlı. Çalışamıyoruz, yürümekte bile zorluk çekiyoruz. Geçimi bize bağlı ailelerimiz var, onlara bakamıyoruz. Bu bize hastalıktan da çok koyuyor. Bizi bu hallere düşüren iş sahipleri kadar devlet de suçludur. Bize sahip çıkmalıdır, en azından bizi iyileştiremezse bile bundan sonraki yaşamımızı garanti altına almalıdır.

Şimdi merak ediyorum, bize sahip çıkacaklar mı? Yoksa bu leylek hikayesine gerçekten inanacağım... Acaba atılmış yavrular biz miyiz?”



Slikosiz nedir?


Silikozis yeni bir hastalık değil, esas olarak madenlerde, dökümhanelerde, tünel ve yol yapımı işlerinde, seramik vb işkollarında çalışan işçilerin silika tozuna (granit taş-kum tozu) maruz kalmasıyla ortaya çıkan bir hastalık. Ancak, kot taşlamacılığına bağlı silikozis, dünyada ilk kez 2005 yılında ülkemizde görüldü. Bilinen klasik silikozis hastalığı en az 10 yıllık bir çalışma sonrası, silika içeren kumun veya tozun solunmasına bağlı olarak ortaya çıkan, nispeten yavaş seyirli bir hastalık olmasına rağmen bu işte çok daha hızla ilerliyor.



Bu zengin hastalığı kader işte bizi buldu..


İstanbul’da bir ilkokulun bodrum katı...Kazan dairesinde eşiyle ve 3 çocuğuyla birlikte yaşayan eski kot kumlama işçisi ve silikosiz hastası İbrahim Kaya’nın evine gittik. 3.5 yıl kot kumlama işinde çalışan ve 6 ay sonra hastalıkla tanışan İbrahim hikayesini şöyle anlatıyor:

“Kot kumlama kapanınca ben eski işim olan dökümhanede çalışmaya başladım. Ama iş halsizlik nedeniyle ağır gelmeye başladı. Kot kumlamada sigortam yoktu. Dökümhanede sigortalıydım. Bu şikayetlerim başlayınca SSK hastanesine gittim. ’Bronşit’ olmuşsun, hatta ’Tüberküloz’ olmuşsun dediler. İlaç verdiler. Yanlış teşhis tabii ki. Bu işçilerin çoğu aynı hikayeyi taşıyor. İstanbul Meslek Hastanesi’nin doktoru tozsuz dumansız yerde çalışabilir raporu verdi. Yolda yürümeye halimiz yok ama öyle yazıyor. Çünkü başka işe girerken iş yeri sağlık raporu istiyor. Bu ibarenin yazması şart yani. Bu hastalık çıkınca anladım ki bunun artık sonu yok. O dönemin çalışma Bakanı Faruk Çelik ’Kot İşçileri emekli olabilir’ diye bir beyanat vermişti. Aslında o bakan devam etseydi belki de bu işin peşini bırakmayacaktı.”

29 yaşında ve üç çocuk annesi olan eşi çaylarımızı getiriyor.

“Hastalığın şimdi ne aşamada?” diye soruyorum. “Gerilemiyor, durduracak bir şey yok çünkü. Kendine iyi bakarsan, yorulmazsan, sırt üstü yatıp dinlenirsen, iyi beslenirsen bir sorun yok... Hastalık zengin hastalığı. Kendine iyi bakarsan bir şeyler olur. 300 TL eşim alıyor ben 500 TL, toplam 800 tl alıyoruz. Ben ekmek davası için geldim. Mecburdum, çalıp çırpmayacağıma göre namusum şerefimle çalışacağım. Kimse bilebilir miydi böyle olabileceğini. Sağlığın bozuldu mu annen babam bile yeri geliyor sırtını dönüyor. Bir tek Zeki Hoca (İşçilerin babaları, bu hastalık ve kot kumlama işçileri için büyük mücadele veren Prof. Dr Zeki Kılıçarslan) ve komite sayesinde sesimizi bir nebze olsun duyan var... Bazen arkadaşlarım top oynuyor. Gidiyorum ama oynayamıyorum.

Çok üzülüp kahroluyorum. Eşimi, çoluğumu çocuğumu üzmek de istemiyorum.”

İbrahim hikayesini bitirmeden, gözlerinden yaşlar iniyor. Sessizliği kader arkadaşı Abdülhalim bölüyor:

“Sonuç olarak silikosizin diğer meslek hastalıklarından bir farkı var. Yolda yürürken kalkan tozdan hastalığı kapamazsın. Mutlaka bu meslekte çalışarak bu hastalığı kaparsın. Diğer meslek hastalıklarından farkı bu dolasıyla iş kazası kategorisine girebilir. Bir işçi işyerinde kaza yaptığında onun sigortalı olup olmadığı önemli değil. İş yerinde olduğu için iş yeri sahibinden iş gücü kaybını karşılayabiliyor. Silikosize bu hak verilmiyor. Biz bu kategoride görünmesini istiyoruz. Sonuçta bizim de işçi olduğumuzu raporlarımızla tespit ediliyor. Çalışma Bakanlığı ise ’Sizin işvereninizi tespit edemiyoruz. Dolasıyla parayı ondan alamıyoruz. Kendi cebimizden veremiyoruz’ diyor. Biz de diyoruz ki; Siz Çalışma Bakanlığısınız. Bizim işverenimiz aslında sizsiniz. Biz size çalışmışız ve size çalıştığımızın ispatı bu raporlardır.”

İbrahim Kaya’nın eşi birazdan yukarı çıkacak ve tenefüste öğretmenlere çay yapacak. Zil çalıyor, çocuklar bahçeye koşuyorlar... Dönüş yoluna koyulduğumuzda çıtımız çıkmıyor. Bizi yine Abdulhalim toparlıyor “Moraliniz bu kadar çabuk bozulursa olmaz, daha çok işimiz var. Ücretsiz tedavide sorunlar var, daha emeklilik hakkımızı almamız lâzım. İş çok” diyor. Gülerek anlatıyor... Ama o ve arkadaşları ne kadar güçlü dursalar da artık asla koşamayacaklarını ve eskisi gibi olmayacaklarını biliyor.



Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi bugüne kadar ne yaptı?


* Hastalıktan mağdur olanları bulabilmeki için, Diyarbakır Kocaköy, Bingöl Karlıova Taşlıçay ve Toklular köylerinde yüzlerce kişiyle yüz yüze görüştü.

* Eski kot işçilerinin yoğun yaşadığı Diyarbakır, Erzurum, Bingöl ve İstanbul’da 6 hastanede tarama yaparak, göğüs hastalıkları şikâyetiyle gelenleri tespit etti. 600’e yakın işçiye silikozis teşhisi kondu.

* Komite avukatları, 150’nin üzerinde silikozis hastası işçinin vekâletini aldı. Vekâleti alınan işçiler adına hizmet tespit davaları açıldı. İşverenler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileri ile Belediye yetkilileri aleyhine suç duyurusunda bulunuldu.

* Üniversiteler, sendikalar ve tıp dünyasına dönük bilgilendirme toplantıları düzenledi. Sesimiz Nefeniz adıyla düzenlediği geceye Anadolu Ateşi, Cahit Berkay-Emrah Karaca, Mor ve Ötesi, Arif Sağ, Kardeş Türküler, Şebnem Sönmez ,Yasemin Göksu ve İclal Aydın katıldı. Konserin geliri, dava giderlerine kullanılıyor.

* Sorunu TBMM gündemine taşıdı.

* TBMM ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda çeşitli görüşmeler yaptı. İktidar partisinden çözüm yönünde söz aldı.

* Sorunu, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ile ILC (60’ın üzerinde ülkeden işçi örgütleri ve çeşitli siyasi eğilimleri temsil eden İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi) gündemine taşıdı.

* Bu etkinlikler boşa gitmedi: Sağlık Bakanlığı Nisan 2009’da ‘tekstil sektöründe kumlama yöntemiyle beyazlatmayı’ yasakladı. Ocak 2010’da ise Silikosiz hastalarının sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanması sağlandı.

(Bilgi edinmek, ya da paylaşmak isteyenler için internet adresi şöyle: www.kotiscileri.org)7

DİĞER YENİ YAZILAR